Kars'ı bezeyen heykellere saldırmak, ne kentin kültürel birikimleri ne de herkesin imrendiği tarihsel kimliğine ve çağdaşlığına yakışıyor.
2011'in sonlarına doğru gazetelerdeki haber özetle şöyleydi: "Başbakan'ın 'ucube' demesiyle yıkılan 'İnsanlık Anıtı'ndan sonra Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı bahçesindeki 'Dört Mevsim Heykeli' de tahrip edildi. Güzel Sanatlar Galerisi olan binanın süs havuzuna konulan 4 kadın heykelinden yaz mevsimini simgeleyeni 22 Aralık gecesi yıktılar."
Habere göre parkları, caddeleri, meydanları heykellerle donatan önceki Başkan Naif Alibeyoğlu demiş ki: "100 yıllık bu eseri 2003'te Belçika'dan getirtmiştik. Haydar Aliyev Parkı'ndan çok sayıda kadın ve kaz heykeli de depolara kaldırıldı. Heykellere soykırım yapıyorlar."
Kars'ta İnönü Caddesi'ndeki ozan heykellerine de saldırmışlar. Ünlü halk ozanı ve Devlet Sanatçısı Şeref Taşlıova heykelinin bile sazını kırmışlar. (25 Aralık 2011-ajanslar)
Bütün bu olanlara, kentin heykellerini koruması ve sanatsal tarihi mimarisine ne denli yakıştığını savunması gereken Belediye Başkanı Nevzat Bozkuş üzülüyor mu; bilen yok... ancak "heykelsi" Kars'ı heykellerle yaşatmanın değerini bilenler çok üzülüyor.
Gerek Başkan Bozkuş'un, gerekse Vali Ahmet Kara'nın bu inanılmaz "kültürel soykırım"a karşı sessiz ve umarsız kalmaları ise sanat ve kent kültürü adına duyulan kaygıları arttırıyor.
'Kuzeyin Venedik'i'
Bu haberleri okudukça aklıma hep, halkın ve yöneticilerin St. Petersburg'un heykellerine nasıl sahip çıktıkları geliyor.Çünkü bugün Kars'ta "kültür mirası" olarak koruduğumuz, Çarlık Rusyası'nın işgali sırasında (1870-1910) yapılmış olan anıtsal taş "Baltık Mimarisi" yapıların başkenti, St. Petersburg'dur...
Rusya'nın, "Kuzeyin Venedik'i" de denilen zarif kentine Sovyet döneminde "Leningrad" adı verilmişti... 2003'te 300'üncü yaşını kutlayan kentin, halkoylamasıyla yeniden 'tarihi adı'na kavuşması hakkında şunu yazmıştım: "2. Dünya Savaşı'ndaki Alman kuşatmasında tümüyle yıkılan Leningrad; 18 ve 19. yy mimarisi aynen korunarak yeniden inşa edildiği için, aslında 'St. Petersburg' olduğunu hiçbir zaman unutmadı." (Cumhuriyet- 30 Mayıs 2003)
Tarih kitaplarımızda "Deli Petro" olarak anılan, ancak Rusların "en akıllı Çar" saydıkları ve sanatseverliğiyle tanınan 1. Peter, ülkesinin en güzel kentini Neva Irmağı'nın Kuzey Denizi'ne kavuştuğu delta üzerinde İtalyan ve Fransız mimar ve heykeltıraşlarıyla 1703'te kurmuştu.
Kentin yaşgünü kutlamalarına katılanlar, karşılarındaki "tarihi kent dokusu"nun aslında 300 yıllık değil, sadece "50-60 yıllık" olduğunu ise "Kahramanlık Müzesi"nde fark edip savaş sonrası kentsel "yeniden canlandırma"nın mimarlarını da geçmişi yarınlara armağan ettikleri için şükranla anmışlardı...
Nitekim bu sayede eski "ad"ına "geçmişiye birlikte" kavuşan St. Petersburg için Putin konuklarına diyordu ki; "Rusya'da tarih adına böylesi büyük bir proje yapılmamıştır."
Kent, 2. Dünya Savaşı'nda tam 3 yıl Hitler ordusunun kuşatması ve bomba yağmuru altında kaldı. Yaklaşık 2 milyon sivil ve askerini yitirdi. Kuşatmada, hemen tüm yapıları yerle bir olan Leningrad'ı yeniden "St. Petersburg kimliği"yle imar etmek üzere harekete geçen "sosyalist mimarlar", eski fotoğraflar ve hayatta kalanların anılarından yararlanarak dünyanın en büyük "kentsel restitüsyon"unu (yeniden eskisi gibi inşaası) gerçekleştirdiler. Bunu, "tarihi mimariye tam bir saygı içinde" başardıkları için de dönemin en büyük onur belgesi olan "Lenin Nişanı" ile ödüllendirildiler.
'Su Altında' Korundular
Yerle bir olan binalar yeniden asıllarına sadık kalınarak yapılabilmişlerdi ama kentte, her biri 200-300 yaşındaki "3 bin" heykel de o bombalar altında mutlaka "parçalanmış" olmalıydı. Peki, buna rağmen nasıl "ilk yapıldıkları gibi" onarılabilmişlerdi?Yanıt aslında kolaydı; çünkü onca bomba yağmuruna rağmen heykeller aslında "parçalanmamış"tı!
Gerisini St. Petersburg Mimarlar Odası'nda fotoğraflarla sergilenen kentsel restitüsyon belgelerinden özetleyelim:
"Alman bombardımanı başlarken sirenlerin çalması üzerine harekete geçen halk, sığınaklara girmeden önce belediye görevlileriyle birlikte kentteki tüm heykelleri kaidelerinden alarak kanalların içine attılar... Böylece 3 yıl suyun altında kalarak bombalardan korunan heykeller, savaştan sonra kanallardan mancınıklarla çıkarılarak eski yerlerine hasarsız dikilmiş oldular..."
Bugün St. Petersburg'da gezinirken Baltık mimarisi yapılarla birlikte hayranlıkla izlenen heykeller işte onlardır.
Ne dersiniz, aynı mimarinin görkemli örnekleriyle gurur duyan Kars'ı yönetenlerin ve Kars'taki kamuoyu önderlerinin de bu destansı öykünün müzesini ve kentini, bombalardan "kahramanca" korunmuş heykelleriyle birlikte gidip görmelerinde yarar yok mu?
Oktay Ekinci/Cumhuriyet
Yorum Gönder