2007 yılından itibaren birbirine eklemlenerek artan operasyonlar, soruşturmalar, davalar hakkında “hukukun bittiği yer” kadar sık kullanılan diğer ifade “sözün bittiği yer” olduğundan, Kurmay Yarbay Mustava Yuvanç’ın Hasdal’dan yolladığı mektubunu da “yorumsuz” aktarmayı tercih ediyorum. Nihayetinde kimi yıllarını, kimi aylarını “hapis” geçiren insanlar en çok “duvarların ötesindekiler”le dertleşmeyi özlerler herhalde... Dolayısıyla, ben mektubun “övgü” kısımlarını kendime saklayıp aradan çekileyim de ordu ile millet hasret gidersin:
TBMM’de kin kustular
“Onbir aydır rehinim / rehiniz, tutukluyum / tutukluyuz diyemiyorum. Bunun nedenlerini açıklamanın, hukuksuzluğun varlığını ortaya koymanın, bir askerin TSK’nın nasıl itibarsızlaştırıldığının şu aşamada hiçbir anlamı yok. Zira, sizin ve okur kitlenizin bu realiteye zaten vakıf olduğunu biliyorum. Önemli olan, herkesin bu akıl penceresinden görmesi.
Esir alındığımız bu dava, hukuksuz tutuklamaların olduğu bir davaya indirgenemeyecek kadar karmaşık, haince kurgulanmış, sinsice kotarılmakta olan, cumhuriyetimizin varoluş felsefesine “hainlerin” ve “aldatılmış hainlerin” tecavüzlerini cesaretlendiren bir dava niteliği kazanmıştır.
Maalesef demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan basın, sizleri ve sizin gibi olanları tenzih ederek söylüyorum, Türkiye’de bu gerçeği görmemenin, görmek istememenin yanında, bu kurgulanmış davaların gerçekliğine inanmış ve hatta (körü körüne diyemeyeceğim) kötü niyetle, bilerek destek vermiştir, vermektedir. Bu anlamda Türk halkını da kandırmışlardır. Bunun yansımaları da yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Çok geriye, derine gitmeye gerek yok, mesela, (askerin darbeci, casus, suikastçı, TSK’nın bir suç örgütü olduğu şeklinde itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bu süreçte) bir milletvekilinin bütçe görüşmeleri sırasında salonda bulunan askere yönelik kin ve nefret dolu sözleri söyleme cesaretini nereden aldığını sanıyorsunuz?
Halkın kandırıldığını varsayalım. Ama o an meclisteki hiçbir vekil / siyasi parti, bu milletvekilinin tavrına tepki gösterme cesaretini gösteremiyor, hazmedebiliyorlar her nasılsa. Biliyorlar ki tepki gösterseler, “darbeci!” askeri savunmuş olacak, demokrat görüntüleri zedelenecek.
ABD ve AB’nin hizmetinde
Bu dava ve türevlerini, demokrat olduğunu söyleyen gazeteci ve aydınlar tarafından yapıldığı gibi sadece ifade özgürlüğüne indirgeyemezsiniz. Yargının, kolluğun ve yürütme erkinin bir cemaatin güdümüne teslim edilmiş olduğu da bir tespit olmaktan öteye geçemez. Bu sığ indirgemeler, konuyu anlamamakla da geçiştirilebilecek bir gaflet olarak kabul edilemez. Aslında yapılan bu indirgemeci analizler, hedefe giden birer araçtır sadece. Eğer gazeteciler, aydınlar, siyasetçiler, aklı olan herkes hedefin ne olduğunu göremiyorsa, “tutukluluk süreleri”, “haksız tutuklamalar” gibi elllerine verilen oyuncaklarla uğraşmaktan başka bir duruş sergileyemezler. Bu arada tabii ki Türkiye görülmedik bir hızla yaklaşık bir asırlık kazanımlarını yitirirken, görülmedik bir hızla da (ABD ve AB’nin kendisi için dokunulmaz saydığı) ulus devlet yapısını ABD ve AB’nin hizmetine sunmaktadır. Siyaset binasının çöktüğü o anda enkazın altında kimler kalacak? Enkazı kaldıracak bir kurum hâlâ var olacak mı?
Ülkemizde, sorumluluğu olan her kesimin, yazarın, gazetecinin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının, gazetecilerin, korkunun egemenliğine sığınmalarını, ondan medet ummalarını kabul edemiyorum, etmiyorum. Uyanın artık, “sarı öküz” gideli çok oldu, hem de çok.
Aslında yazacak çok şey var ve inanın zaman da bol. Ancak bazen buradan yazdıkça, insan daha da karamsar oluyor. Vakit ayırarak sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim... Bizim için çok önemli bir moral ve destek olacağını bildiğimden, sizi Silivri’de görmek umuduyla, Hasdal’dan sevgi ve saygılar...
Kurmay Yarbay Mustafa Yuvanç
3. Kolordu Askeri Cezaevi
Hasdal / İstanbul”
BASINDAN SEÇMELER
Acı ama gerçek; Paris geçirdi
Ermeni soykırımı iddiasının reddedilmesini suç sayan yasa önerisi Fransa Meclisinden sonra Senatodan da geçti... Meclis’in tasarıyı kabul etmesinden sonra caydırıcı önlemler almamız için epey zaman vardı. Ne var ki hiçbir caydırıcı önlem alamadık. Fransız mallarına boykot sözü açılınca TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner ile Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan öne atılıp böyle boykotların sonuç vermeyeceğini bildirerek Fransa’yı rahatlattılar. Anlaşılan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “Fransa ayıp ediyor” şeklindeki çıkışıyla Başbakan Erdoğan’ın “Bir daha Fransa’ya gidersem iki olsun” şeklindeki ağır tehditleri de karşı tarafı caydırmaya yetmedi...
Ulusal reflekslerini yitirmiş olan ülkemiz, uğradığı onur kırıcı davranış karşısında en küçük zarara girmeyi göze alamadı,
İsviçre beş yıl önce aynı yönde yasa çıkardığında biraz homurdanmış peşinden yelkenleri suya indirivermiştik. O kadarla da kalmadı, geçenlerde kendi kendimize kazık atarcasına İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey’i Ankara’ya davet edip büyükelçiler toplantısında onur konuğu olarak ağırladık.
Son yıllarda yabancı ülkelerin aldığı soykırım kararlarını da küçük birer kınama mesajıyla geçiştirip yutkunuyoruz. O yüzden hiçbir ülke Türkiye’ye soykırım golü atmaktan çekinmiyor. Biliyorlar ki Türkiye biraz homurdanıp peşinden aşağılanmayı hazmedecektir.
Yurtseverliği ve ulusal değerlere bağlılığı uzun süredir faşist milliyetçilikle özdeşleştirip yok etmeye çalışıyoruz... Bu bilinçli kampanya sonucu halkın ulusal duyarlığı aşındırılıyor. Gündelik çıkarların peşinden koşan bir lumpen toplum yaratılıyor. Bu tür halklar tarih sahnesinde tutunamaz.
Uluslararası platformda 4 milyonluk Ermenistan kadar da ağırlığımız kalmadı. Acı ama gerçek...
Melih Aşık / Milliyet
Çanağa alışmıştı soru sorulunca gerildi tabii
Geçenlerde NTV’de izlediğimiz Adalet Bakanı Sadullah Ergin idiyse, önceki gece CNN Türk’te izlediğimiz kimdi? Hangisi gerçek? CNN Türk’teki Ergin ise o zaman NTV’deki kimdi?
Bu ülkenin Adalet Bakanı, gerim gerim gerilen gündemin ortasında Nilgün Balkaç’ın karşısında kıkırdayan kişi mi? Yoksa Hande Fırat’ın karşısında “yumurta” muhabbetine bile tahammül edemeyip “ama sizde haber ağıyla algı yönetiyorsunuz” diye “gazeteciliğe ayar”a kalkışan kişi mi?
Ha bir de;
İkisi de haber kanalında görevli... İkisi de Ankara Temsilcisi... İkisi de kadın... İkisi de aynı bakanı ağırlıyor stüdyosunda... Biri çanak tutmayı, diğeri soru sormayı tercih ediyor. Bu durumda Balkaç mı, Fırat mı; hangisi gazeteci?
Allah Bülent Ersoy’a uzun ömür versin!
Duyarlılık gösterisinde abartmayı ne kadar sevdiğimizi gösteren güzel bir eleştiri yazmış okurum.
Bilmem katılır mısınız?
“Deniz Gezmiş öldü, hepimiz devrimci olduk.
Ecevit öldü, hepimiz sosyal demokrat olduk.
Barış Akarsu öldü, hepimiz rock’çı olduk.
Hrant Dink öldü, hepimiz Ermeni olduk.
Muhsin Yazıcıoğlu öldü, hepimiz ülkücü olduk.
Türkan Saylan öldü, hepimiz laik olduk.
Allah Bülent Ersoy’a uzun ömür verir inşallah!”
Fatih Altaylı / Habertürk
Hadi Le Monde Fransız da ya Türk yazara ne demeli
“FRANSA’nın saygın gazetesi” diye referans verdikten sonra Le Monde’da Guillaume Perrier imzasıyla yayımlanan şu satırları aktarıyor Güneri Cıvaoğlu:
“Ağrı’daki Ermeni -Türk kardeşlik anıtı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla yıkılırken Ermenistan sınırındaki Iğdır’da -Ermenilerin Türklere katliamını simgeleyen- anıt yükselmekte... 5 kılıçtan oluşan bu anıt için buldozer kaygısı yok...”
Sonra bu bilgileri “dayanak” olarak tanımlayıp kendisi devam ediyor:
“Simgesel olarak Türkiye’nin Ermenilerle dostluğa bile karşı olduğunu (Ağrı’da yıkılan heykel) ve sadece tek taraflı baktığını (Iğdır’daki anıt) kanıtlamaya çalışıyor!”
Hadi Le Monde Türkiye’ye Fransız, “yıkılan heykel”in Ağrı’da değil de Kars’ta olduğunu, “dostluğu” değil de Ermenistan’ın Türkiye’den koparmayı hayal ettiği topraklara kavuşacağı günü temsil ettiğini bilmiyor... Peki ya Fransız gazetenin “bilgi yanlışları”nı düzeltmesi gerekirken, kalkıp onay veren Türk yazara ne demeli!
(Erivan’daki “Soykırım Anıtı” önünde saygı duruşuna geçip de Iğdır’da bu milletin “şehitleri”ne, katledilen atalarına duyduğu saygıyı abideleştirmesine “tek taraflı bakış” diyebilmek için bu ülkenin gerçeklerine hakikaten de Fransız olmak gerekli!)
Katledilişinin 19. yılında meslektaşları Uğur Mumcu’yu unutmadı
Kanı akmaya devam ediyor...
Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden 19 yıl geçti. Onun “araştırmacı gazeteci”, “Kalpaksız Kuvvacı” kişiliği dikkate alındığında Türkiye’nin bugünkü görünümüne bakıp şu yorumu yapabiliriz:
Uğur Mumcu’nun kanı akmaya devam ediyor!
Zira araştırmacı gazetecilik de, ‘Kalpaksız Kuvvacılık’ da her türlü riski göze almayı gerektiren bir kimlik haline geldi.
Ancak hemen şunu da ekleyelim; her ikisi de hâlâ çok değerli ve Türkiye’nin geleceğinde yeri var.
Hedef haline gelmesinin nedeni de bu zaten.
***
İçinden geçtiğimiz dönem gelecekte sonuçlarıyla birlikte yazılacak, yorumlanacak. Süreç devam ettiği için kesin kanılar ortaya koymak erken olabilir.
Ancak tutuklamalarla birlikte oluşan korku ikliminin öldürümlerden daha keskin sonuçlar doğurduğunu söylemek abartma olmaz.
Gazetecinin önüne şöyle bir seçenek konuyor:
Ruhunu öldür, canın sağ olsun!
Ortada bir cinayet yok, ülkeyi yönetenleri zora sokacak bir asayiş sorunu yok. Gazeteci kendi rızası ile ruhunu teslim etmiş!
Olayın bir boyutu böyle...
Madalyonun öteki yüzü ise ne olursa olsun ruhunu teslim etmeyenler, mesleğini bir yaşam biçimi aşkıyla yapmaya devam ederler.
İşte onlar Uğur Mumcu’lar...
Onların içine gazeteci örgütlerinin ayakta kalan temsilcilerini de katmak gerek. Bugünkü ortamda onlar mesleğimizin sis lambaları.
***
‘Kalpaksız Kuvvacılar’, araştırmacı gazeteciliği şiar edinenler, Atatürk devrimlerini savunanlar, yolunuzdan dönmeyin, yılgınlığa kapılmayın...
Uğur Mumcu az ilerde...
Mustafa Balbay / Cumhuriyet
“Hukuk artık siyasal kan davalarının birer aracı olmaktan kurtarılmalıdır.”
Uğur Mumcu
Mağdura, mazluma ve yakınlarına “yanınızdayım”, zalimlere “o yalnız değil” demek için orada olurdu Uğur...
Ali Sirmen
19 yılda Türkiye bir milim ilerlemedi. İlerlemek denen kavramı, maddi refahla, gökdelenlerle, AVM’ler ve tüketim çılgınlığıyla, köprüler ve yollarla ölçmek gibi bir hastalığınız varsa... Yolunuz açık olsun. Cehennem orada!
Utku Çakırözer
Yine yanlış topa daldın
Ergun Babahan Can Dündar’ı suçüstü yakalamış!
Pazar günkü yazısında Erdoğan’ın hastalığı konusunda neden “şeffaf” olmak zorunda olduğunu anlatan Dündar 10 yıl önce yani 2002’de bildiği halde Ecevit’in hastalığını saklamış... Babahan’ın kafası karışmış soruyor: “Yarın başbakanın sağlık durumuyla ilgili bir konu önüme gelirse nasıl davranılması gerekiyor, 2002’deki yazı doğrultusunda mı, 2012’deki yazı doğrultusunda mı? Bir açıklama getirirse sevinirim. ”
Şimdi de benim kafam karıştı. Yarın “darbeci gazeteciler” konusu önüme gelirse, nasıl davranmalıyım; 1997’de 28 Şubat sürecinde yaptığın gibi “emirlere hazır” mı durmalıyım, AKP mahallesine taşındıktan sonra yaptığın gibi “tut, tut, tut” diye hedef mi göstermeliyim! Bir açıklama getirirsen sevinirim...
“Teslimiyet” anlaşması
Cengiz Çandar “Haydi Tayyip Erdoğan; ‘Ankara’ya teslim olma!” diye bitiriyordu dünkü yazısını...
Tayyip Erdoğan bu gazla mı o kadarını bilemem grup toplantısında avazı çıktığı kadar bağırdı aynı gün:
“AK Parti Ankara’ya teslim olmadı!..”
Brüksel’e, Washington’a, Londra’ya, Pensilvanya’ya, Oslo’ya, İmralı’ya, Kandil’e, İsrail’e olup olmaması mesele değil aman Ankara’ya teslim olmasın; Ankara yenmek için çırpındıkları “1 numaralı” düşmanın milli mücadele karargahı çünkü!
Yorum Gönder