Sabah uyandığımda pencereden bahçeye baktım...
Kış çiçekleri çoktan uyanmıştı... İki gündür süren yağmur dinmişti.
Kurşuni bir aydınlık ve haberler...
Bugün, dün kaldığım yerden devam edecektim yazıma...
90’lı yıllardan, faili meçhul cinayetlerden, Onat Kutlar’ın alçakça katledilmesinden, Çetin Emeç cinayetinden, Eşref Bitlis’in uçağının düşmesinden...
Ve devlet içindeki örgütlü silahlı gücün 2012 yılında hâlâ varlığını koruyup koruyamadığından...
Bazı televizyon kanallarında gazeteci kılığıyla çıkan kimilerinin özel yetkili savcı gibi konuşmaları, “Şimdi sırada kimler var?” deyip neredeyse “Şu gazetecileri de içeri almanız gerek” diyebilecek kadar çıldırmalarına hiç şaşırmıyorum.
Ben böyle muhbir yurttaşları 12 Eylül’de görmüştüm... Cuntanın başı Kenan Evren’in önünde hazır ola geçen muhteremler bugün, sapına kadar demokrattı...
Adlarını vermeme gerek yok, tanıyan tanıyor!
***
Pencereden bahçedeki kış çiçeklerine bakarken uçurtmalarını, topaçlarını yitiren çocukları düşündüm...
Yakılan ormanları, terk edilen mezraları, köyleri...
Lice’den, Bismil’den, Şırnak’tan kopup gelen fırtına...
Dicle’nin bulanık sularında bir yaşamın izdüşümü gözlerimin önüne geldi.
Diyarbakır’da JİTEM’in karargâhında 6 kafatası ve çok sayıda insan iskeleti bulunmuştu.
PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, JİTEM Grup Komutanlığı’nın sorgulama ve işkence merkezi olarak kullanıldığı yerde 35 kişinin cesedi olduğunu sanırım iki yıl önce açıklamıştı.
O yılları anımsadım... Susurluk’ta ortaya çıkan devlet içinde silahlı gücün bir kolunu... Dün değindiğim gibi pek çok faili meçhul cinayeti...
Eli kanlı PKK’yi ve Hizbullah’ı.
O dönemden hesap sorulmayacak mıydı?
Sabah akşam demokrasiden ve özgürlüklerden söz edenler, 90’lı yılların aydınlanması için neden adım atmıyorlardı?
Kendi kendime düşündüm!
Derin devleti, silahlı çeteleri, Eşref Bitlis’in uçağının düşmesini.
12 Eylül’den vazgeçtim, 90’lı yıllar aydınlansın, “derin devlet”in içerideki ve dışarıdaki kolları ortaya çıksın yeter.
Sivas katliamı, Gazi olayları nedir, ne değildir aydınlansın...
***
Bahçedeki kış çiçeklerine bakıyorum...
Hepsi hüzün çiçekleri olmuş birden...
Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bir kitap çıkmış... Tam 423 sayfa... Önsözünü Bakan Ertuğrul Günay yazmış...
Bakan Günay’ın kitabı okuduktan sonra önsözü yazdığını hiç sanmıyorum.
Kitabın adı: “Yeşilçam’dan Serpintiler”.
Akşam’ın haberine göre, kitabı yazanlar Tarık Akan, Nur Sürer, İlyas Salman, İbrahim Tatlıses’i suçluyor...
“Tarık Akan, solcu ve devrimci mitinglere katılır... Nur Sürer, silahlı örgüt lideri Sarp Kuray’la evlendi... İlyas Salman, Alevi ve Kürt; komünist mitinglerinde görüldü... İbrahim Tatlıses Arap ve Kürt...”
Sözde “Yeşilçam’a vefa” için yazılmış kitap ama tam bir fişleme...
Yeşilçam’ın usta oyuncularını fişleyenlerin amacı ne acaba?
Fişleme gibi kitaba Kültür Bakanlığı nasıl destek verir? Filmsan Vakfı’nın ve kitabı yazanların amacı nedir?
Bu ülkede solcu olmak, sosyalist olmak, emek-sermaye çelişkisini gündeme getirmek, vahşi kapitalizme karşı çıkmak, emeğin örgütlü gücünü savunmak suç mu oluyor?
***
Her zaman olduğu gibi maviden doğan bir beyazlığı aradı gözlerim...
Soğuk bir İstanbul sabahında kahvemi yudumlarken, sevginin yaşamla nasıl bağdaşabileceğini düşündüm uzun uzun...
Umutsuzdum umutsuz!
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder