Artık yazı yazmak da zorlaştı. Önce, okuyan yok... Okuduğunu anlayan yok... Anladığını da aklında tutan, tutabilen çok az.
O kadar inanılmaz şeyler yaşıyoruz ki, şaşırma refleksimizi de kaybettik. Raylardaki bütün makaslar değişti, son sürat dosdoğru gidiyoruz. Nereye? Nereye olduğunu bilmeyen mi kaldı?
İlker Başbuğ da tutuklandı. Biz seyirci olmaya devam ediyoruz.
Ahmet Şık ve Nedim Şener beraat bekliyorlardı. Daha mahkeme kararını duyurmadan, biz televizyondan beraat etmediklerini 20 dakika önce öğrendik. Nedim Şener’in duruşma esnasında Uğur Dündar’a söylediği gibi, “Hoş geldin tiyatroya”. Bir tiyatrodur oynanıyor.
Allah sonumuzu hayretsin... Diyemiyorum, sonumuz muhtemelen Ahmet Şık ve Nedim Şener’in sonunu mahkemeden önce bilen malum televizyon tarafından biliniyordur. Dedim ya, artık değişecek makas kalmadı. Bizim trenin dönüşü de yok. Son durakta herkes görecek ebesinin çorabını.
Ece Temelkuran
Elde kalan üç-beş “Ümit Kapısı” yazarlarımızdan biriydi Ece. Bazı yazılarını okuduktan sonra kabıma sığamaz, telefonla arar, kutlardım kendisini. Onu Habertürk gazetesindeki köşesinden kovdular.
Seyircilerimiz gene aynı.
Hala seyirciler...
Perdesiz ev
Başbakan Erdoğan, başörtüsüz kadınları, penceresinde perde olmayan evlere benzetmiş ve demiş ki, “Bir evde perde yoksa, o ev ya satılıktır, ya da kiralık.”
Hemen almış tabi ki cevabını; “Perdeleri kapalı ev de ya hapishanedir, ya da Kârhane.”
Van Belgeseli
Van’daki çekimlerimiz biter bitmez döndük İstanbul’a. Çadırda gecelediğimiz için ben fena kapmışım şifayı. Üç gündür yataktayım. Selim Gül de (yönetmen) Van görüntülerini bütün çıplaklığıyla montajlamış, ortaya 55 dakikalık bir belgesel çıktı. İzlerken kendimi tutamayıp ağladım. Kime izlettiysek ağlıyor, “Bu kadar olduğunu tahmin etmiyordum” diyor. Ben de her seyredenle oturup yeniden ağlıyorum Van’daki depremzedelerin haline.
55 dakikalık Van Belgeseli’ni pazartesi günü başta Ulusal Kanal olmak üzere tüm haber kanallarına, iş adamlarına ve köşe yazarlarına dağıtacağım. Sonucu hep beraber izleyip göreceğiz. El mi yaman, Bey mi yaman?
Van’daki durumun özeti
Geçen hafta da yazmıştım ama, Van aciliyetini 1. sıradaki sorun olarak koruyor. 55 dakikalık “Van Deprem Belgeseli” bende sonuç olarak şu izlenimleri bıraktı.
Depremzedeler perişan.
Gerek Valiliğin, gerekse Kızılay’ın çadır kentlerinde dahi, insanlar su, tuvalet, banyo gibi ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Her şeyden önce soğuk. Yaşlı, sakat, felçli ve sağlığı bozuk onlarca insanın acilen konteynıra geçmesi lazım.
Valilik ve Kızılay Çadır Kentlerin dışında vatandaşa müracaat sırasında “Size bugüne kadar Devlet mi bakıyordu da bugünden sonra Devlet baksın” denmiş. Vatandaş, kendi olanaklarıyla yaptığı çadırda aç, susuz, donuyor.
Göstermelik kurulmuş Çadır Kentler’in dışında diğer çadır kentlere kimse uğramıyor. Devlet, muhalefet, sanatçı, işadamı, kimse yok ortada.
Kürt vatandaşlarımıza ayrımcılık yapılıyor. Onlara hiçbir hizmet ulaşmamış.
Hastane binalarına yıkım kararı verilmiş. Doktorlar dâhil hastane personeli Van’ı terk etmiş. Van’da kalanlar işsiz, aşsız, sürünmekteler.
Boşaltılan evler hırsızlar tarafından yağmalanıyor. Polis yetersiz kalmış.
Van’ı ziyaret eden yetkililer, oldukça iyi Çadır Kentler’i ziyaret edip, “Oh, oh, iyisiniz maşallah” deyip, akşam olmadan terk ediyorlar Van’ı. Bu göstermelik vitrin Çadır Kentlerde vatandaşlar da tembihli. “Çok şükür iyiyiz, Allah Devlete Millete zeval vermesin” diyorlar. Onlara böyle tembihlenilmiş. Bu göstermelik vitrin çadırlarda dahi su, tuvalet ve banyo ihtiyaçları giderilemiyor. Göstermelik vitrin çadırlarda mescit çadırları da dikkati çekiyor.
Yeni bir Van inşa edecek kadar yardım gelmiş Van’a, gerek yurtiçinden, gerekse yurtdışından. Ama yardımlar iç edilmiş. Belli gruplar yardımları hasıraltı etmiş. Tır kamyonlarının önü kesilerek kaliteli mallar bu gruplara gitmiş. Vatandaşın üstünde yok, başında yok. Sağduyulu her insan, bir bakışta gerçekleri görür.
Van’daki gerçeklerin ülke genelinde yansıtılmasına birileri karşı. Bu nedenle medya okuruna kayıtsız kalıyor.
Sanatta durum
Ne kadar ekmek o kadar köfte misali TV programları kötüydü, daha kötüye gidiyor. Diziler birbirinin tekrarı, yapıları avutma ve uyutma üzerine kurulu. En büyük mesaj ise, yapımcılarla TV yöneticileri ceplerini doldurmakla meşgul. Reyting skandalı örtbas edildi, tıpkı Van depreminin örtbas edilmesi gibi. Sinemada irade Sinan Çetin gibilerin eline geçti. Ya hocacı olacaksın ya da hükümetçi. Bu standartta... Gerçek yazar, çizer, oyuncu ayıklandığı için “yetersizler”in elinde kaldı. Sanat da ekmek kadar önemli. Nasıl ki kültür ihtilali olmadan devrim olamıyorsa, kültür olmadan ülke de gelişmesini tamamlayamaz.
Seyrettiğim filmler
“Labirent”, üzgünüm ama kötü filmdi. Senaryo yetersiz. Meltem Cumbul ve Timuçin Esen rollerinde yetersiz kalıyorlar. Öyle ki izlerken ben oyunculuğumdan utandım.
“Sümela’nın Şifresi” midir nedir, o filmin de devre arasında çıkmak zorunda kaldım. Komedi adına bir yığın şaklabanlık, hokkabazlık. Çok yazık doğrusu.
Son seyrettiğim film “Kurtuluş Son Durak”. Yazar Pirhasan da, yönetmen Pirhasan da, başarısız. Oyuncular yerlerine oturmamış. Kadın haklarını savunacağız derken seyirci haklarını çiğnemişler. Ayrıca nedir bu Belçim Bilgin dayatması. Tesadüfen “Aşk Tesadüfleri Sever” filmini izlemiştim, sevmiştim filmi ama Belçim hakkında bende bir soru işareti kalmıştı. Aynı Belçim’i Keşanlı Ali gibi bir başyapıtta (“Zilha” rolünü oynayacak onca sanatçı varken rolün ihalesi nasıl Belçim’de kaldı hala anlamıyorum) Zilha rolünde izledim ve rolün altında ezildiğini gördüm. “Son Durak” filminin de onun için dizayn edildiğini hissettim. Bu işler aceleye gelmez. Yavaş ve emin adımlarla ilerlemek lazım. Benden söylemesi.
Bekir Coşkun
Hürriyet gazetesinden acımasızca kovulan usta gazeteci, halen Cumhuriyet gazetesinde yazıyor. Ne var ki, şimdiki yeri Coşkun’u kesmedi. Cumartesi günü önce konuşmasını izledim, sonra sergisini gezdim. Kendisinin en büyük hayranlarından biriyim. Ülkemiz varlığını onun gibilere borçlu.
Levent Kırca/AYDINLIK
Yorum Gönder