Zeytun Olayları, Bir Ermeni Halk Ozanından Zeytun'da Ölenlere Ağıt
1915 Ermeni tehcir olayına gelmeden, bundan yirmi yıl kadar önce başlayan Ermeni saldırılarına bölge bölge bakarsak, asıl saldırıların Ermeniler tarafından başlatıldığını görebiliriz. Abdülhamit’in Zaptiye Nazırı Hüseyin Paşa’nın tanık olduğu ve yazdığı, Ermeni saldırılarını anlatan “Hatıralarım” adlı kitaptan sizlere ilginç, çarpıcı olayları size aktarma gereğini duyduk.
Aşağıda da, “Türkleri astık, kestik, öldürdük” diyerek övünen Ferdi mahlaslı bir Ermeni halk ozanının destanından itiraf gibi dizeleri, şiiri de alıyoruz.
Ermeniler kendi arşivlerini bir türlü dünya kamuoyuna açıklayamıyorlar; çünkü tıpkı bu Ermeni ozanın destanındaki gibi, arşivlerinde Türkleri nasıl asıp kestiklerini ballandırarak anlatan, kendilerinin suçluluğunu kanıtlayan belgelerle dolu olmalı ki, bir türlü arşivlerin açmıyorlar. Oysa Türkiye’nin bu konudaki olayları anlatan arşivi herkesin incelemesine açık olmasına karşın, Ermeniler kendi arşivlerini dünya kamuoyuna açmıyorlar.
Hem de bu konu ile ilgili arşivlerinden alınmış elinde birkaç cümlelik belge olan kişileri bile sınırda yakaladıkları zaman hapse atmaktalar.
Binlerce Ermeni Türkiye’de yaşarken, hem de binlerce Ermeni Türkiye’de çalışırken, tek Türk’ün bile yaşamadığı Ermenistan’a, Ermenilerin barbarlığı yüzünden turistik amaçla gezmeye bile gitmeleri imkânsızdır. Dünya kamuoyuna bu acı gerçekleri anlatamamışız.
ZEYTUN NERESİDİR?
Zeytun bugün Kahramanmaraş'ın Süleymanlı ilçesinin eski adıdır. Zeytun Osmanlı Devleti hâkimiyetine girdiğinde nüfusun büyük çoğunluğu Ermenilerden oluşuyordu. Yüzyıllarca Türklerle birlikte kardeşçe yaşamış olan Ermeniler, Osmanlının gerileme devrinde 18.yüzyılda vergi vermek istemeyip, Vergi vermek istemeyip, vergiden muaf tutulduklarını iddia ederek vergi memurlarını ve uzlaşmaya gelen bölge valisini öldürdükleri günden sonra Osmanlı hâkimiyeti altında 30 a yakın isyan çıkartmışlardır.
ll. Abdülhamit zamanında başlayan Ermeni isyanlarında göze çarpan bir ayrıntı vardı. ll. Abdülhamit’in bazı bakanları, elçiler, yüksek dereceli memurlarından niceleri ve de sarayın doktorları Ermeni’lerden oluşuyordu. Hem de, yerli Ermeniler, “millet-i sadıka” (sadık millet” denilerek öbür yabancı kökenli yerlilerden üstün tutuluyordu. Padişahın Ermenilere karşı özel bir sempatisi vardı. Aşağıda Nazım Paşa’nın anılarından öğrendiğimize göre, ll. Abdülhamit, önceleri Ermeni İsyanlarını pek önemsemiyor, abartılı buluyordu; bu isyanlardaki tehlikeyi ilkin iyi sezememiş olmalı ki ordunun isyanlarda daha müşfik davranmasını bile telkin ediyordu.
ZEYTUN’DA ERMENİ İSYANI (KİLİKYA İHTİLÂLİ)
Tarihte, Adana, Maraş, Antep, Urfa, Mersin civarındaki bölgeye Kilikya denilmekte. Başta, şimdilerde parlamentolarından Ermeni yasasını çıkarmaya çalışan Fransızlar olmak üzere, Batılı emperyalistlerin, “size Kilikya Ermeni Devletini” kurduracağız diyerek, tahrik, teşvikle, destek verdikleri yerli bölge Ermenilerini ll. Abdülhamit devrinde, yüzyıllarca yan yana birlikte yaşadıkları Türklere karşı isyan ettirdiler. Daha sonra 1919 da Mustafa Kemal, Heyeti Temsiliye Samsun-Ankara sürecinde iken Fransızlar ve İngilizler Kilikya dedikleri bölgemizi işgal etmişlerdi.
İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya tarafından kışkırtılan Maraş Zeytun'da (Süleymanlı) yaşayan Ermeniler, 2 Ekim 1895 tarihinde Zeytun Kaymakamının evini kurşunladılar ve 7 Ekim 1895'te isyan ettiler. 15 Ekim günü Zeytun kışlasını işgal eden Ermeniler, esir aldıkları 600'den fazla Türk askerini katlettiler. Bazı askerlerin ayak derilerini yüzdüler ve kışlayı yaktılar. Elimizdeki Zeytun'a ait bir ağıtta, şehit edilen askerler arasında, Kırşehirli Seyfi adlı bir genç bulunmaktadır. Telgraf hatlarını kesen Ermeni çeteleri, Maraş ile Zeytun arasındaki Cihat Köprüsü'nü tahrip ederek Maraş'tan Zeytun'a asker gönderilmesini engellediler.
Bir gün sonra Maraş'a bağlı Körtel köyünü basarak 57 evi yakan Ermeni çeteleri, Çukurhisar, Baytimur ve Başanlı köylerini basıp evleri ateşe verdiler ve 150 erkek, 40 kadın, 95 çocuğu öldürdüler. 2 Kasım 1895 günü Andırın ve Geben köylerine saldıran Ermeniler, birçok korumasız halkı katlettiler. Andırın Hükümet Konağı ile evleri yakıp yıktılar. Memurlar ile pek çok kadını tutsak edip Zeytun'a getirdiler.
Şu dörtlük ağıdı Kahraman Maraş’ın Geben köyü katliamından sonra söylenmiş günümüze kadar gelmiştir.
“Gökte yıldız sayılır mı
Çiğ yumurta soyulur mu?
Ne emersin ağ bebeğim
Ölmüş ana emilir mi.”
7 Ekim 1895 (H 311) tarihinde Hınçak Komitesi tarafından çıkartılan ve özellikle İngiltere tarafından desteklenen Zeytun isyanının birinci aşaması 11 Şubat 1896 tarihinde bastırıldı. İsyanı çıkaran Hınçak Komitesinin 6 lideri, 13 Şubat 1896'da İngiliz subaylarının himayesinde Zeytun'u terk ettiler ve Saint adlı vapurla Marsilya'ya götürüldü. Yaklaşık dört ay süren bu isyanda yüzlerce Türk askeri, 7.000 Müslüman sivil Türk, Ermeni Hınçak Komitesi tarafından şehit edilmiştir. Ferdi mahlaslı bir Ermeni şairi Zeytun'da Ermenilerin Türklere yaptıkları zulmü şöyle övmektedir. Bu destanın diğer bir varyantı, (Dr. Erdal İlter'in "Zeytun İsyanları" adlı eserinin 162. sayfasında yayımlanmıştır).
Ermeni Ozan Ferdi, Ermeni saldırılarını, vahşetini bir kahramanlık destanı gibi nasıl anlatıyor:
Dinleyin ağalar söyliyem size
Elbet alırsınız kıssadan hisse
Yardımcımızdır Hazreti İsa
Zeytun'un methiyle edem destanı
En evvel cenk Bertiz'de oldu
İkincide Türk kışlası vuruldu
Üçüncüde Çukurhisar yıkıldı
Dördüncü Andırın çekti figanı
Beşincide Yenikale'ye girdik
Altıncı Geben'de Türkleri kırdık
Yedincide çok Türk başı uçurduk
Askeri mağlup olup terketti canı
Papaz Partogime haçını taktı
Çekip kılıcını eline aldı
Türk Kışlasında zabitler kırdı
Nice methedelim şu Ermeniyani
Zabitlerin yirmi beş hatunları da
Denildi emanet siz ruhaniyana
Korkman teslim olun bu emin cana
Haç göğsünde tamdır onun imanı.
Peder Patogime’yi dersen
Ata bindiğinde mertliğin görsen
Cenk vaktinde çokca düşman öldürsen
Cesurluk verirdi aziz dehanı.
Zeytun yiğitleri kışlaya geldi
Baron agasiler şaduman oldu
Askerden eyvah sesi duldu
Asker olup teslim figanı bastı.
Sonradan Merginan kışlaya geldi
Üç yüz nefer ile kumandanı sardı
Hucumla ordunun kökünü kırdı
Laşelerin atıp kaçtılar yani.
Çarıkoğlu Avak Bozbayırlıdır
Kışlaya aldıran onun fennidir
Ne makstala ise şehit kendidir
Öldüğünde elbet koptu figani.
Zeytun tepesinde üç dört yüz kişi
Nazaret Çavuş’tur kumandanbaşı
Binlerce genç Türk’ün sayısız naşı
Çerkezler dediler vallah amanı.
Hem Bertiz çayında dövüşen Kürdü
Bindi kır atına karşıya durdu
Baron Hçakisler bu hali gördü
Dediler görmedik böyle aslanı
Yeni dünya eğiya bir kolu bastı
Ya Surp Perkiç deyip çok asker kesti
Osmanlı ordusunun gökünü sarstı
Redifler firarla kurtardı canı
Batoğlu Sarkisle Hacı Arin Aznemyan
Mahallece cümlesi de kahraman
Düşman için yaman dersek pek yaman
Cenklerde sıdk ile dövdüler kanı.
Medh edelim Panos Çölakyan’ı
Saldırdı orduya kara dumanı
Onsekiz saatlik tüm Andırın’ı
Vurup harap etti Türk Müslümanı.
Yeni dünya Nişan Panos Çakıryan
Andırın’da oldu cenkleri yaman
Hücum zamanında sarsıldı asuman
Tüfeklerden çıkan renkli dumanı.
Aşık Nişan, Bedros,Gavur namı
Alaca Manuel oldu birinci
Hay fedailerin intikam öcü
Andırın Türkleri tattılar acı
Baron Tersemeksiyan Geben’i sarstı
Tutup Mehmed’i ilk defa kesti
Andırın’da Türk’ü gayretle bastı
Figanları tuttu arş-ı rahmanı.
Fersenli rahip oldu zorbacı
Andırın Ağası hissetti acı
Türk kızları teslim oldu bacı
Dediler doğrudur İsa imanı.
Şu Andırın’daki Ermeni mebusu
İmdada çağırdı Partogiyamyosu
Katlettiler dahi Yusuf Çavuş’u
Ölümünden kurtuldu mahbuslar canı.
Bu hücumları hep tümden gördüler
Yenicekale’ye imdat geldiler
Latin ruhbanları hep kurtuldular
Cümlesine birden oldu handanı
Latinler sonradana Zeytun’a geldi
Hay ile birlikte ölürüz dedi
Kurtarılan şemas rahipler idi
Medh olundu Zeytun’lunun imanı
Bölüğü başında kılıç elinde
Haçı da göğsünde dua dilinde
Türk askeri kurtulmadı ölümde
Muradı kurmaktır Ermenistanı
Zeytun'da o gün yer gök inledi
Kışlada Türk askeri figan eyledi
Nice kadın kız eman diledi
Şimdi Türk'ü kırmak heman zemanı
Methedelim Panos hem Çolakyan'ı
Onlarına sardık şu her bir yanı
Türk askerine vermez asla amanı
Andırın'da kırdık Türk Müslümanı
Avrupa'dan destek alıp gelenler
Şöhretleri ise Hınçak Baronlar
Aslan olup muharebe kuranlar
Bunlar idi Ermeni kumandanı
Aşık Ferdi bu destanı söyledi
Türkler kadın çoluk çocuk ağladı
Tüm Avrupa buna yardım eyledi
Zeytun fedaileri aldı unvanı
Geçen yirmi yıl içinde boş durmayan Ermeniler, 1915 yılı Ocak ayında Zeytun'daki Hınçak Komitesi reisi Panos Çakıryan'ın evinde yaptıkları gizli toplantıda tekrar isyan kararı aldılar. Şubat 1915'te Zeytun kışlasında bulunan askerlere Maraş'tan gönderilen cephaneyi gasp etmek için sarp bir yerde pusu kurdular. Cephanenin başka bir yoldan getirilmesi üzerine 17 kişilik jandarma birliğine saldırarak 6 jandarmayı şehit ettiler. Zeytun ile Maraş bağlantısını kesen ve kasabaya giriş çıkışları yasaklayan Ermeni çeteleri, askere gelen Türk gençlerini de kiliseye hapsettiler. 12 Mart 1915 tarihinde güvenliği sağlamak için Zeytun'a gelen Maraş Mutasarrıfı Ali Haydar Bey ile gece kasabada devriye gezen jandarmalara saldıran Ermeniler, hükümet konağına girerek üç askeri şehit ettiler.
Mart 1915'te Binbaşı Galip Bey komutasında bir tabur asker ile Maraş Jandarma Bölük Kumandanı Süleyman Bey emrindeki jandarmalar Zeytun'a gönderildi. 25 Mart 1915 tarihinde sabahtan akşama kadar aralıksız devam eden çarpışmalar sırasında Binbaşı Süleyman Bey ve sekiz Türk askeri Ermeni çeteleri tarafından şehit edildi. Şehit düşen Binbaşı Süleyman Bey'in adı daha sonra padişah fermanıyla bu kasabaya verilmiştir. Zeytun'un adı Süleymanlı olmuştur. Kırşehirli şehit Seyfı için söylenen ağıt:
Maraş Maraş derler bu nasıl Maraş
İçerime düştü bir korlu ataş
Zeytun dağlarında can veren gardaş
Uyan diyom Seyfi oğlan uyanmaz
Kara taş içinde kaldı mezarım
Bir yer bulsam mezarını kazarım
Kırıldı geçitler bozuk düzenim
Uyan diyom Seyfi Bey'im uyanmaz
Seyfi derler şu oğlanın adına
Ermanı pusu kurmuş Zeytun dağına
Dizlerine vurur gelin Fadime
Uyan derim koçak Seyfi'm uyanmaz
Sağımı solumu düşmanlar sardı
Şu gavur Ermanı canımı aldı
İki aylık yavrusu babasız kaldı
Uyan derim Seyfı Bey'im uyanmaz
Koynunda saklamış Ermanı haçını
Tüm peşine takmış gavur piçini
Anası Şerife yolar saçını
Uyan derim Seyfı Bey'im uyanmaz
"Anadolu'da Türkmenler Bir Türkmen Ozanı Âşık Hüseyin" adlı eserin 109'ncu sayfasındaki Zeytun olaylarını dile getiren şiir:
Aman padişahım gel imdat eyle
Gayri perişandır hali Zeytun'un
Kocabaşı David'i Artin'i payla
Geçilmez tutulmuş yolu Zeytun'un
Derbentler kaynıyor geçit vermiyor
Umudumuz kesik imdat gelmiyor
Orda ahalinin yüzü gülmüyor
Gonca iken solmuş gülü Zeytun'un
Hüseyin'im der ki yolla fermanı
Dirlik vermez oldu gavur Ermanı
Burda kullarıyın kesik dermanı
Dalından kırılmış kolu Zeytun'un. [i]
ll. Abdülhamit’in Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa, Hatıralarım adlı kitabında, Ermeni saldırılarını aşağıdaki satırlarında anlatırken, 20 yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı ortamında (1914-1918) yıllarının felaketli yıllarının içinde 1915 Ermeni tehcirine devletin neden başvurmak zorunda kaldığını anlamak zor olmasa gerek.
“Ermeni ihtilâlında Kilikya'nın hususî bir ehemmiyeti vardır; siyasî inkılâplarda, ihtilâllarda payitahtı, hükümet merkezini düşürmek, maksadın yüzde yetmiş beşini temine kifayet eder. Hmçak komitesi de böyle hareket etti; işe İstanbul’dan başladı. Bu komitenin ruhu, Adana vilâyeti dâhilinde Kozan'a tabi Haçin ahalisinden meşhur Hamparsum Boyacıyan idi; Hamparsum Ermeni ihtilâlının başlı başına muazzam bir siması, isyan, iğtişaş (karışıklık), yangınve kıtal hâdisatının anut (inatçı) ve küstah bir sergerdesiydi (elebaşı).
Bitlis vilâyetini altüst eden ihtilâlı bu çıkarmış, Yozgat’ta, Merzifon’da, Zeytunde [Maraş'a bağlı bir yer] biraderi Moruk namı diğer Jirar'la çalışarak oralarını kan deryasına döndürmüş, nihayet Bitlis'te yakalanarak idama mahkûm edilmiş iken Avrupa'ya kaçmıştı. Orada neşrettiği gazeteler ve gizli gizli Türkiye'ye ithal ettiği beyanname vesairelerle komiteyi kuvvetlendirmekten bir an fariğ olmadı; nihayet tebdili kıyafetle tekrar Türkiye'ye girdi ve Babıâli vakasım da [Ermenilerin Babıâli'ye yapmayı tasarladığı akim kalan baskın] hazırladı.
H 311 M 1893 senesi yazındayız, portakalların, limonların çiçek açtığı mevsiminde bulunuyoruz.
Emsalsiz portakal bahçelerinin birisinde, hemen bahçenin hududunu tayin eden bir çite yakın bir yerde hasır üzerinde iki kişi oturmuş, tabiatın bu mebzul güzelliği arasında tatlı tatlı görüşüyorlardı Bunlar çok harzmenli sülükçü Jirarla, Haçinli Siranuş ismindeki bir kızdı; Siranuş, Hamparsum Boyacıyan'ın hemşiresiydi.
Koyu kuzgunî renginde siyah saçları, beyaz ve lâtif alnının üzerinde, dolgun ensesinde ve çok güzel gözleri iki siyah pırlanta gibi parlıyordu; komitenin amaline mümaşat (yoldaşlık) etmesini teminen bu kız sülükçü Jirar’la nişanlanmıştı. Siranuş, okumuş, yazmış, lisan bilir bir kızdı; Hınçak komitesi hesabına Rusya'da, Bulgaristan'da, Romanya'da, Yunanistan'da dolaşmış, bir bakışta erkekleri sersemleten güzelliği ve buna inzimam eden (katılan) hitabet kudreti sayesinde en muhalif ve müçtenip (utanan) vicdanları bile komitesine mal etmişti. Kilikya ve Zeytun hâdiselerinde Baron Ağasi'den ziyade iş gören işte bu kız olmuştur.
Bu Siranuş'la nişanlısı Jirar arasında portakal bahçesinde şu mükâleme (konuşma) geçiyordu:
-Siranuş, sevgilisi Siranuş! Ne emredersen yaparım; senin için ölmek, kıyamete kadar yaşamak demektir.
-Şimdi bu aşk hikâyesini ve hissiyatı bırak; benim için değil mağdur Ermeni milleti için fedakârlık yapmalısın! Bu asırda, şu barbar Türklerin boyunduruğu altında yaşamak insana çok azap veriyor. Bak İstanbul’da milletimiz kan döktü ve muvaffak ta oldu; Bütün Avrupa milletleri hakkımızı tanıyorlar. Fakat Ermeni milleti yalnız İstanbul’da mı vardır? Eğer biz de buradan kendi varlığımızı gösterirsek medeniyet âlemi elbette hakkımızı daha çabuk tanıyacak ve infaz edecektir.
-Siranuş! Ne istersen emret yapayım!
-İşte, harekete başlayalım; ne bekliyoruz; biz burada muvaffak olacağız; neticede elbette sen de mühim bir mevki sahibi olursun!
-Sen benim olduktan sonra dünyada hiçbir şey istemem; yarın ben isyan bayrağını açacağım.
-Ben şu çitin arkasında bir fısıltı işittim; hainler, hafiyeler bizi dinlemesin?
İkisi de kalkarlar; etrafı tetkik ederler; fakat çitin arkasında kesif yasemin ağaçlarının dibindeki Çoban Mehmedi göremezler. Çoban Mehmet on sekiz yaşında zeki bir delikanlıdır; tam kanının kaynadığı bir çağda... Güzel bir kadınla bir erkeğin ağaçlar altında kucak kucağa geldiğini görmüş, bu şehvet sahnesinin bütün hutut ve ânatmı takip etmek üzere çitin arkasına iyice gizlenmişti. Fakat Mehmet bunun bir aşk sahnesi değil, kendi hükümeti ve milleti aleyhine tevcih edilmiş siyasî bir tuzak, bir dalavere manevrası olduğunu anladı. Esasen sülükçü Jiran da tanıyordu.
Neler konuştuklara hepsini belledi; Siranuş’la Jiran çitin etrafım taharri (araştırma) ederken de yaseminlerin içine daldı; iki nişanlı yerlerine oturunca Mehmet yavaşça oradan sıyrıldı; koşa koşa hükümet dairesine gitti, görüp işittiklerini anlattı. Komiser de o sırada, öteye beriye dağıtılmış ve yapıştırılmış olan beyannameleri toplatmışı, bunlardan birisini okumakla meşguldü; bütün Halep ve Adana vilâyeti dâhilinde tevzi edilen 8dağıtılan) bu beyannamede aynen şöyle deniliyordu.
Kilikya Ermeni cemaati!
Ermeniler mahvedilmek üzere tahtı tehditte bulunuyor; Bugün Ermeni cemaati kendi sıcakkanı içinde yüzüyor ve cehennem ateşlerinde yanıyor. Barbar hükümetin, canavar Türklerin maksadı bütün Ermenileri mahvetmektir. Müthiş dakikalarımızı yaşıyoruz. Kendimizi muhafaza ve müdafaa edelim.
Bütün Ermeniliğin ümidi ve itimadı ancak sizdedir. Ermenilerin halâsını sizden bekleriz. Onun yegâne kuvveti sizsiniz; Ermeni bekası sizin elinizdedir. Esaretten kurtulun ve necip hizmetinizi ifa ile tariki istiklâli tutun!
Kilikyalı Ermeniler!
Hinçakyan sizinle beraberdir; sizin şerefiniz uğrunda şimdiye kadar yaptığı cidal ve mücahede, metabilimizin muhik olduğunu ve zaferden emin bulunduğunu temin eylediğinden yeniden muharebeyi tavsiye etmektedir... Ya, hürriyet ve istiklâli kazanmak için o havaliyi zapt etmeli. Yahut şerefle meydanı harpte ölmeliyiz.
Kardeşler!
Ayaklanalım! Elele verip kuvvetle birbirimizi kucaklayalım. Sonra hürriyet ve saadetimiz namına ihtilâl bayrağını açalım! Sadayı ihtilâli hep bir ağızdan çıkararak barbar düşmana hücum edelim. Her ne olursa olsun, korkmayalım; zira Ermeni cemaati mahvolmuştur.
Kilikyalılar!
Ayağa kalkın! Kanımızı için düşman şimdi şaşırmış ve sefil bir haldedir. Düşman, kılıcı ve topu ile döktüğü Ermeni kanı içinde kendisi boğuluyor. Canavarlar gerek bizim ve gerek Avrupa nazarında mücrimdir (suçlu). Bunların cezalarını çektirmeliyiz! Samsun dağlarında ve mukaddes Ermenistan'ın mezarları içinde maktul düşen on binlerce birader ve hemşerilerimizin kanları feryat ediyor. Yüreklerimiz bu feryat karşısında arslan kesilsin kılıçlarımızın sesi bütün dünyayı sarsın. Fütuhat uğrunda ölmekten çekinmediğimizi âlemi medeniyet anlasın! Kilikya ve Zeytun!
Esaret, sefalet ve kaht (yokluk) içinde helak ve harap olmak, tahkir ve katledilmek, asılmak bize lâyık değildir. Bu hallere mütehammil değiliz. Binaenaleyh kılıçlarımızı sıkı tutalım iradelerimiz demir gibi kavi olmalı ve demir de ateş kesilmelidir. Kilikya! Sopa, kürek, kazma, balta, kama, tüfek ve rovelver her nen varsa kaldır. Ve hazırlan! Yüzlerce kardeş feda ettik onlara hayat ver! Rüzgârlar zafer bayraklarını temevvuç (dalgalanma) ettirsin, ihtilâl sadaları yıldırım gibi gürlersin.
Senin davan azizdir, büyüktür. Zafer muhakkaktır. Ölürsek şehit oluruz. Fakat zaferimiz saadet doğuracak. Barbarlara karşı yürüyelim. Birimiz cümlemiz için ve cümlemiz birimiz için ilerleyelim.
Yaşasın Ermeni cemaati, yaşasın hürriyet, yaşasın istiklâl, yaşasın ihtilâl ve isyan, yaşasın Ermenistan ve Kilikya, yaşasın Hınçak fırkaları!
Hınçakyan ihtilâl fırkası Zeytun komitesi de o aralık şu davetnameyi neşretti:
Ermeni cemaati!
Umumî Ermeni cemaatini nihayeti olmayan esaretten kurtarmak için sizi davet eden sese koşunuz! Bu ses zaten malûmunuzdur. Esaret zincirini kırmak için Zeytun muharebeye başladı. Sizi istiyor; yetişin!
Biraderler:
Vahşi düşman senelerce Ermenilerin başına alevler döktü; bugün bu ateşi onların başına dökmek isteriz. Hürriyeti siyasiye, istiklâl, muhtariyeti idare ve saadet isteriz. Aziz bayrağını, Kilikya, Zeytun ve Hinçakyanın kırmızı bayraklarını açacağız.
Kilikyanın Ermeni cemaati!
Ermenistan ve Kilikyanın hürriyet ve istiklâli için Zeytun Ermenileri Hinçakyan ittifakına dâhil olarak bugün müttefikan meydanı muharebeye [savaş meydanı} atılıyor. Bizim kanımızla boyanmış dağlarımızdan Zeytunlulara imdat ve muavenet (yardım) etmeleri için bağırıyoruz. On binlerce şehit olan kardeşlerimizin intikamı namına muavenetinizi [yardım] bekliyoruz. Korkmayın, arslan olun! El ele verip ileri gidelim ve kanımızın son damlasını dökünceye kadar devam edelim. Biz ya Ermenistan'ın hürriyetini göreceğiz yahut o aziz-toprağın üzerinde öleceğiz. Yardım! İmdat!
Yaşasın Ermenistan! Yaşasın hürriyet! Yaşasın Kilikya ve Zeytun. Arş ileri! Kilikya ve Zeytun!
Hınçakyan Zeytun komitesi Kilikya ihtilâllarının resni küşadını yapan Siranuş'un âşıkı ve nişanlısı Sülükçü (Jirar) ayni zamanda doktor unvanını da almıştı. 311 [M 1893] senesi teşrinievvelin on birinci günü (Çokmerzmen)in (Ocaklı) tarafında, bu adam müstakil Ermenistan namına sureti mahsusada yaptırılmış olan bir bandırayı açmış, başına şapka geçirerek:
- Ey Ermeni kardeşler! Bizi esaretten kurtarmak için İngiliz zırhlıları ve İngiliz askeri geliyor! Siz ne duruyorsunuz! Kalkınız! İsyan edelim; ihtilâl çıkaralım! Barbar idaresinden kurtulalım, diye bağırmağa ve efkârda galeyan husule getirmeğe başlamıştı.
Ermeni ihtilâlının, bilhassa Kilikya havalisinde ehemmiyetli surette patlak vereceğini sezen hükümet o havalide polis teşkilâtına, nahiyelere varıncaya kadar alâka göstermişti. Mahallî polis idaresi, iktiza eden tedbirleri almakla beraber keyfiyeti vilâyet polis komiserliğine bildirdi. Asayişin muhafazası için iki bölük asker şevk edildi ve Adana valisi de devre çıktı.
Vaziyet bana aksedince, çok müteyakkız davranılmasını ve hâdiselerin günü gününe bildirilmesini tebliğ ettim. İstanbul'da elime geçen komite evrakı arasında gördüğüm bazı notlardan ihtifalcilerin Zeytun'a çok ehemmiyet verdiklerini anlıyor ve isyanların merkez sıkletini bu Zeytun kasabası olacak diye hesap ediyordum. Zeytun kasabasında bir kışla vardır ki içinde üç yüz nizamiye askeri bulunur. Bu askerin tezyidi (artırma) ve birkaç topla takviyesini Babıâli'ye mükerreren (tekrar) yazdım; meram anlatamadım. Ne yapacağımı şaşırdım; İstanbul’da bile henüz tahrikâtın önü arkası kesilmemişken Anadolu'da yer yer isyanlar, ihtilâllar hazırlanıyordu. Birkaç defa istifa ettim; kabul olunmuyordu:
-Böyle bir zamanda, istifa etmek, fazilet ve hamiyet hisleriyle kabili telif midir? Diyorlardı.
Adana Ermenileriyle İstanbul’daki komite arasındaki muhaberat postadan ziyade hususi vasıtalarla yapılıyordu. Memurunu hafiyenin verdiği malûmata göre kadın, erkek birçok Ermenilerin müteferrik (dağınık) surette Kilikya'ya taşınmakta oldukları anlaşılıyordu. Kıbrıs'tan da gerek Mersin tarikiyle vapurla, gerek kaçak olarak kayıklarla birçok komiteciler Adana'ya sokulmak istiyorlardı. Bunlardan bir kısmı yakalandı; mütebakisi (kalanlar) ıssız sahillerden Adana ve havalisine taşındı.
Teşrinievvel'in (Ağustos) yirmisinde Maraş ile Zeytun arasındaki. Cihat köprüsünün eşkıya tarafından yıkıldığı ve Zeytun'daki tabura imdat için gönderilen askerin takibata duçar olduğu Halep vilâyeti polis komiserliğinin bir şifreli telgrafında bildirildi.
Demek mesele alevleniyor! Mukadderat o havalide aziz vatanın başına çorap örmekle meşgul!
-Allah bana yardım eder dedim, kendi kendime masum bir teselli bulmağa çalıştım.
Hemen Halep vilâyeti polis komiserine bir telgraf çekerek mütemmim (tamamlayıcı) malûmat ve izahat istedim; ertesi günü aldığım telgrafta;
"Zeytun'un telgraf hatları münkati (kesilmiş) olarak vilâyetçe de malûmat alınamamakta idüğü maruzdur" deniliyordu.
-İşte, dedim, mesele tamam! Şimdi haber de alamayacağız. Eğer istediğim zamanda asker yetiştirilmiş olsaydı, komite bu kadar sürat ve kuvvetle iş göremezdi. Çünkü iptidada (başlangıç) az ve dağınık olan kuvvetleri şimdi bir ordu mahiyeti almıştı.
Adana'da komitecilerin en büyük propagandacıların olmak üzere tevkif edilen Haygoni İspan, istintakı (sorgulama) esnasında Zeytun hâdisesini hazırlayanların başında Gökdereliyan Karabet'in bulunduğunu anlattı. Bu azılı komiteci de tevkif edildi.
TAARRUZ VE KITAL BAŞLADI!
Zeytun'deki eşkıya Maraş taraflarıyla, etraftaki köylere hücum ederek evleri baştanbaşa yakıp yıkmağa, hayvanları, koyun, keçi sürülerini gasbetmeğe ve ahaliden erkek, kadın, çocuk rast geldiklerini cerh ve katletmeğe başladılar.
Teşrinievvel'in yirmi dördüncü gecesi Karahüyük'te Kebanlı Karabetin ve ertesi gece gene o köyde Yunan tebaasından Manol'un çiftliğini basarak bütün sığırlarını ve hayvanlarını almışlardı. Yunanlının iki hizmetçisiyle misafir bulunan gene Yunan tebaasından Yani de öldürülmüştü.
Teşrinievvel'in 28'inde Çokmer köyünde beş bini mütecaviz Ermeni komitacını topladı. Bunlar kasabanın etrafına mükemmel tabya ve istihkâmlar yapıyor ve Müslüman halka:
"İki günlük ömrünüz kaldı, hepinizi geberteceğiz!" diye hakarette bulunuyorlardı.
Çeteler, etraftaki köyleri gece gündüz basıyorlardı. Binaenaleyh Türkler için bu olay günün adi meseleleri hükmüne girdi.
Köylerdeki Türklerin eli silâh tutacak kısmı esasen redif olarak silâhaltına alınmış ve kim bilir hangi hudutta kanını akıtmağa gitmişti. Binaenaleyh Türk ahalinin iş görebilecek kısmı kemiyeten (sayı olarak) pek az idi. Bunlar, top ve asker yetiştirilerek canları, malları ve ırzları müdafaa edilmezse hicret edeceklerini Adana vilâyetine bildirdiler.
Gerek Adana'dan, Halep'ten ve gerek Bitlis, Erzurum ve sair vilâyetlerden ayni zamanda gelen telgraflarda Ermeni kıyamının korkunç bir mahiyet almak üzere olduğu, askerî kuvvetten istifade edilmek mecburî bulunduğu ileri sürülerek asker bulunmayan mıntıkalara müfrezeler ve top yetiştirilmesi ehemmiyetle kayıt ve zikrolunuyordu.
Kilikya kıyam ve ihtilâllarının sahası Adana ve Halep vilâyetlerine şamildir. Bu isyanın merkezi Zeytun'dir. Zeytun Elbistan İle Feke arasında ve Maraş mıntıkasında bulunmaktadır. Binaenaleyh Kilikya ihtilâlını Adana ve Halep vilâyetleri itibariyle nazarı dikkate almak ve her iki vilâyette tahaddüs eden (ortaya çıkan) vakayi (olayları) bir çerçeveye ithal etmek lâzımdır.
Maraş ihtilâlcıları hükümete meydan okumak için Taburağası Mehmed Efendi'yi maiyetindeki beş nefer jandarma ile suç atılan mahalde devriye gezerken şehit ettiler.
Bundan sonra erbabı ihtilâl kol kol ayrılarak köylere, kazalara hücum ediyor, evleri yakıyor, hanümanları söndürüyor ve güzel kadınlarla kızları esir alarak Zeytun'e götürüyorlardı.
Teşrinievvel'in on yedisinde Urfa'da, çarşı içinde ansızın beş on el silâh atıldı. Ortalık bir kere karıştı; Ermeniler mağazalara hücum ettiler; Müslümanlar müdafaa nefs (kendini koruma) için mukabelede bulundular. Ansızın taarruza uğradıkları için Türkler beş, on şetırmak üzere yetişen askere karşı da Ermeniler silâh istimal ettiler. Bu silâh seslerini işiten etmagerliğe başladılar. Kıtalin emakerliğe başladılar. Kıtalin hit verdiler. O sırada isyanın bashunrizane bir mahiyet almaması için asker ve zabıta kuvvetleri son derece itidal ve teenni ile hareket ettiler. Ermeniler mahallelerine çekildi; maahaza ertesi, yani teşrievvelin on sekizinci Çarşamba gününe kadar tarafeyn silâh istimal etti. Yüzlerce mecruh ve telefat vuku buldu. Nihayet Kürtler de dağıtıldı ve yağmagerliğe Önayak olanları hapsedildi. Gasp ettikleri eşya sahiplerine iade olundu.
Bu sırada Adana'dan Maraş'a gitmek üzere hareket eden nizamiye kırkıncı ayın birinci taburu mülâzimi evveli Kilisli Hasan Ağa Haçin’e on beş saat mesafede Fernaz kurbünde (yakınında) Alaçay nam mahalle geldiğinde müsellâh bir Ermeni müfrezesinin taarruzuna uğradı, çocukları, ailesiyle beraber şehit edildi.
Maraş ve Elbistan taraflarında askerle komiteciler arasında her gün harbe diliyordu; Maraş'taki Ermeni dükkânları bir haftadan beri kapalıydı. Bunlar yirmişer, yirmişer toplanarak evlere dağılıyor ve böylece müfrezeler teşkil ederek gece, gündüz askere, ahaliye, köylere hücum ve taarruz ediyorlardı.
Maraş'ta Körtel köyünü bir komita müfrezesi batarak yedi evle beraber çoban oğlu Hasan'ı cayır cayır yaktılar ve ateşten kurtulmak kaçmak isteyen Karabacak oğlu Osman'ı da ağır surette yaraladılar.
Çokmerzmen'de toplanan beş bin ihtilâlci ise mütemadiyen Müslüman köylerine taarruz ederek taş taş üzerinde bırakmıyor ve hayat namına neye rasgelirse, çekirgelerin mezruatı (ekinleri) harap ettikleri gibi, silip süpürüyorlardı. Bilhassa ırza tecavüz meseleleri ve güzel kadınları Zeytune götürüp behimi emellerinin tatmin ve teskinine vasıta etmeleri Türkleri çıldırtıyordu.
Silâhlanıp Üzeyirli karyesinde Ermenilere karşı cephe tutulur. Hükümet tarafından, kan dökülmesine mâni olmak üzere bir taraftan askerî ve inzibati tedbirler alınırken bir taraftan da komitacılara vaz'ü nasihatte bulunmak üzere Adana müftisiyle Ermeni muteberanından (ileri gelenker) birkaçı Çokmerzne gönderildi. Hâlbuki bu heyet daha köye yaklaşmadan üzerlerine kurşun atılmağa başlanmış ve içlerinden iki kişi de yaralanmıştı.
O gün öğleden sonra Ermeniler, Üzeyirli kariyersinde toplanan Türklerin üzerine hücum ettiler: bir iki saat şiddetli tüfek muharebesi oldu her iki taraf da epeyce mecruh ve telefat verdi, akşam takarrüp ettiğinde Ermeniler istihkâmlarına çekildiler.
Teşrinisaninin ikinci perşembe günü Ermeniler Zeytun'den tefrik edilen yedi yüz kişilik bir kuvvetle Maraş'ın Enderin kazasına hücum ettiler, İslâm ahaliden birçoğunu şehit ettiler ve mallarını gasp eylediler. Memurlarla ahaliden bazılarının güzel buldukları zevcelerini, kızlarını esir ederek Zeytun'e götürdüler. Bunlar son sistem silâhlarla mücehhez, askeri elbiseleri lâbis ve süvari idiler.
Maraş’ta, Künit mahallesinde toplanan komitacılar, güya hükümet yokmuş gibi açıktan açığa ihtilâl programını müzakere ve münakaşa etmeğe başladılar. Bunların maksadı seri ve kuvvetli bir ihtilâl çıkarmaktı. Bunun için de hükümet ve Müslüman mahallelerine hücum edecekler, bilâmerhamet herkesi katleyleyeceklerdi.
Bunlara nasihatte bulunmak ve cemiyetlerini dağıtmak üzere iki bölük piyade askerî gönderildi; asker yanlarına yanaşırken, daha teklifatı dinlemeden komitacılar silâh istimal ettiler; asker de müdafaa için bilmukabele silâh istimaline mecbur oldu. Muharebe dört saat devam etti; komitacılar hem askere, hem Türk evlerine, hem de sokaktan geçen Türklere kurşun atıyorlardı. Bu suretle askerden ve başıbozuktan epeyce mecruh ve şehit düştüğü gibi komitacılar da iki yüzden fazla telefat verdiler.
Dağılmağa mecbur olan komiteciler evvelâ Sarılar köyüne hücum edip kırktan fazla ev yaktılar; sonra da Enderin kazasının Sinafeş yüklü karyesine giderek (bu karye zaten Ermeni köyüdür) orada mükemmel bir istihkâm yaptılar; gayeleri iğtişaşı (karışıklık) idame etmekten ibaret olunduğundan gelip geçen bigünah yolcular üzerine silâh atmağa başladılar. Türkler bu yüzden de birçok mecruh (yaralı) ve şehit verdiler.
Ermeniler müteakiben etraftaki köylere hücum ettiler, yağma, yangın ve katil suretiyle etrafı tam manasıyla ateş ve kan içinde bıraktılar...
Komite, Zeytun'den gönderilecek yeni kuvvetlerle birleşip Maraş’ı zapt etmek istiyordu; bu beklenen kuvvet gelinceye kadar da işte böyle çete muharebesi yaparak ve köyleri yağma ederek, Türkleri öldürerek, etrafa dehşet saçmaya çalışıyorlardı. Bir gece, on beş kadar müsellâh Ermeni, çarşıda teravih namazına giden bir genci kurşunla katlettiler; üzerlerine yürüyen jandarma müfrezesine de silâh attılar, jandarma mukabele etti; Ermeniler iki maktul vererek kaçtılar; maktullerin üzerlerinde bulunan evrakın mütalaasından Cuma günü, namazda iken Müslümanların üzerlerine hücum edilmek mukarrer olduğu anlaşılıyordu.
Maraş ahalisi umumiyetle ağustos, eylül ve teşrinievvel aylarını bağlarda geçirirler; teşrinisani ortalarına, hatta nihayetine kadar da sayfiyelerde kalanlar da eksik değildir. Bu mevsimde üzümler toplanır biter, pekmez ve bulama yapılır; bağ bozumundan sonrada kasabaya avdet edilir. Vukuatın cereyan ettiği bu senede ise, Ermeniler daha teşrinievvel iptidasında bağlarındaki üzümleri ve sair meyvelen yarı bırakarak, hepsi birden, cemiyet halinde ve iki gün zarfında Maraş’a avdet ettiler. Bu hâl, nazarı dikkati calipti; ne oluyordu; üzümleri) meyveleri alâlhâle (olduğu gibi) bırakacak ve hep birden şehre avdet edecek ortada fevkalâde ne vardı? O sırada, Anadolu'nun her tarafında, avcılık başlar; gerek keklik, tavşan, karaca ve saire gibi yenecek hayvanların
gerek domuz gibi muzur mahlûkat ile tilki ve saire saydı şikârı o mevsimde yapılır. Maraş’ta aktariye ticareti münhasıran Ermenilerin elindedir. Barut, kurşun, saçma ve kapsül gibi av levazımını da bunlar satarlar.
O sene ise Ermeni aktarlara müracaat eden Türkler bir atımlık bile barut saçma bulamadılar!
Komite sonradan, kararıyla bu gibi mevaddı müşteilenin, kavga ve harp malzemesinde çok evvelden Ermenilere tevzi edilmiş bulunduğu öğrenildi.
Teşrinievvel'in 13'ncü Cuma günü sabahleyin, Maraşlı Hafız Ömer Efendi namında bir zat, kasap Artin'in dükkânından et alıyordu. "Eti iyi tarafından vermedin!/Yok verdim!/Eksik verdini/Hayır eksik vermedim!" diye başlayan ağız kavgası üzerine Artin:
"Nedir bu Türklerden çektiğimiz? Bu barbarlardan ne vakit kurtulacağız?" diye bağırdı.
Zaten harekete müheyya olan komiteciler de:
"Yangın var!" diye haykırdılar.
"Yangın var" tabiri Ermeni milleti için bir parola olarak kabul edilmişti. Bu feryat üzerine bütün Ermeniler kumanda ile hareket eden askerler gibi bir anda dükkânlarını kapatıp kiliseye toplandılar; çanlar çalınmağa ve evlerdeki Ermeniler de silâhlanıp kiliseye akın etmeğe başladılar...
Bilâhare yapılan tahkikattan Maraş Ermenilerinin maksadı, Türkler Cuma namazında iken camilere hücum edip bir katliam yapmak, bu suretle Maraş’ı zapt ettikten sonra Zeytun'den gelecek kuvvetlerle birleşip başka mahalleleri de ele geçirmek olduğu anlaşılmıştı. Ancak buna daha vakit vardı. Hafız Ömer'le kasap Artin'in kavgası işi tacil etmiş oldu.
Türkler dehşet ve galeyan içinde idi; Ermeniler kiliseden saffı harp nizamında çıkıp Müslüman mahallesine doğru ilerliyorlardı. Zabıta kuvvetleri, İslâm mahallelerini müdafaa etmek ve iki unsurun çarpışarak kan dökülmesine mani olmak için vaziyet almıştı. Lâkin bu kuvvetler adet itibarıyla ihtilâlcılara nispetle hiç mesabesinde idi. Bunun farkına varan Türkler de hemen dükkânlarını kapadılar ve silâhlanıp müdafaa vaziyeti aldılar.
Ermeni Olaylarının İçyüzü 119
Müdafaa vaziyetini mertliğine yediremeyen birtakım delikanlılar da: .
-Ey kan ye din kardeşleri! Biz böyle elimizi kolumuzu bağlayıp Ermenilerin çatmasını bekleyeceğiz; zaten geliyorlar işte! Şimdi bizi yaylım ateşi altına alacaklar, kim bilir kaçımız ötecek? Ne duruyoruz diye söylenmeğe, Türkleri tahribe başladılardı. Polis komiseri ve jandarma kumandanı nasihatler veriyor ve galeyanı teskine çalışıyordu. Bu sırada karşıdan Ermenilerin piştar müfrezesi görünmüş ve hemen zabite kuvvetlerinin ve Türk ahalinin üzerine kurşun yağmuru yağdırmaya başlamıştı. Bu ilk ateşte birkaç jandarma ve polis ve ahaliden bazıları şehit ve mecruh düştü, delikanlılardan bir kısmı:
"İşte zabit Efendi! Beğendiniz mi yaptığınız işi? Ey ahali hücum! Biz kendi hayatımızı, namusumuzu kendimiz koruyalım!" diyerek ileri atıldılar, iki unsur artık gırtlak gırtlağa gelmiş ve çok hunrizane bir mukatele başlamıştı. Bereket versin on-on beş piyadeden mürekkep bir kuvvei askeriye ile Mustafa Remzi Paşa yetişti. Süvariler boğuşanların üzerine hücum etti; Türkler durdular. Ermeniler bozgun ve perişan halde dağıldılar; meydanda yüzlerce ceset kanlar içinde yüzüyordu.
Kaçan komitecilerden bir kısmı yakalandı; kısmı azamı da süratle Antep cihetine gittiler. Antep'te ise ihtilâlın kati safhası henüz başlamamıştı. Yalnız Ermeni evlerinden ara sıra silâhlar atılıyor; ufak tefek cerh vakaları görülüyordu. Fakat Maraş'tan süvari ve piyade olarak kaçan yüzlerce ihtilalcı Anteb'e varınca iş değişti. Antep Ermenileri, bunları Zeytun'den, Baron Agasi kumandasında gelecek muazzam kuvvet sanmışlar ve bilâperva evlerinden çıkarak.
"Yaşasın hürriyet! Yaşasın Ermenistan! Kahrolsun barbar Türkler!" diye etrafa saldırmağa başlamışlardı, ilk atılan kurşun Babek oğullarının köşkünden geldi. Ve oradan geçen bir Türk çocuğuna isabetle zavallıyı öldürdü. Zaten galeyan ve heyecan içinde bulunan Türkler bu vakadan çok müteessir oldular; Ölen çocuğun anası babası da meydana atılarak:
-Ey ahali! Kendi memleketimizde, öz vatanımızda gözlerimizin önünde çocuklarımızın şehit edilmesine ne vakite kadar böyle tahammül edeceğiz; bizde hiç kan kalmadı mı? Diye feryada başlayınca zaten sabır ve takatları kalmayan Türkler Ermenilerin üzerine hücum ettiler.
hunrizane: kanlı / mukatele: çatışma / kısmı azam: büyük kısmı
Türk-Ermeni, kadın-erkek hep birbirinin boğazına atılıyor, kamalar, palalar, sopalar, rovelver ve tüfekler mütemadiyen işliyordu. Artık ortada sübaane (vahşi) bir hırstan, diş gıcırtısından ve:
"Ah... Of... Öldüm... Bittim... Vuruldum!" sadalarından başka bir şey işitilmiyordu. Askerî kuvvet yetişip mukateleyi teskin edinceye kadar Türklerden elli bir erkek ve sekiz kadın şehit ve yüz on kişi mecruh düştü. Ermenilerden de yüz üç erkek, sekiz kadın ölmüş ve doksan yedi kişi yaralanmıştı.
Bini mütecaviz komiteci bir askerî kordonla sarıldı, hepsi yakalanıp nezaret altına alındı. Antep'teki bu Ermeni patırtısı iki saat kadar devam etmiş ve böylece bastırılmıştı.
Maraş'ta, Antep'te ve bütün civar kazalarda ve köylerde yer yer ihtilâl, gasp ve garet, yangın hâdiseleri tekerrür ederken Zeytun kurbünde cemiyetleri gittikçe büyüyen ve âdeta ordu halini alan komiteciler de nihaî zaferi! Elde etmek İçin hücuma hazırlanıyordu.
Bunlar evvel emirde Zeytun'in yollarını tuttular ve sularını kestiler; mütemadiyen Zeytun kışlasına ve Elbistan ve Maraş taraflarına hücum ederek o taraflarda tahaşşüt (birikme) eden nizamiye ve redif kıtaatı ve jandarma kuvvetleriyle muhabereye devam ettiler.
Cihat köprüsünün yıkılması, yolların tutulması Zeytun kışlasında muhasarada kalan tabura muavenet için gönderilen kıtaatı askeriyeyi müşkül mevkide bıraktığı gibi, kaç günden beri susuz kalan ve artık cephanesi tükenen Zeytun kışlasındaki efradın da eşkıyaya teslim olmasını intaç (sonuç) etti; komitecilerin Zeytun'e girişi feci oldu; teslim olan ve vazifesini ifadan başka bir şey yapmayan üç yüz küsur askeri zabıtalarıyla beraber pek vahşiyane bir surette şehit ettiler; bunlardan birçoğunun derilerini yüzdüler, dillerini ve kafalarını kesip sırıklar üzerinde teşhir eylediler. Ahaliyi de katliam etmekten çekinmediler.
Mütemadiyen muaveneti askeriyenin tesiri hakkındaki tekliflerimi mühimsemeyen Yıldız Sarayı'yla onun vehham (vehimli şüpheci) ve Tacidarı [padişah] bu işin vahametini anladı ve bana Mabeyni Hümayun'undan gönderdiği müteaddit emirlerle bu isyanın neden bastırılmamış olduğunu soruyordu.
Padişaha 20 Teşrinievvel 311 [1893] tarihiyle şu cevabı tezkereyi gönderdim:
“Hakipayi Şahaneye
Zeytun hâdisei müessifesinin ezheri cihet derkâr olan vahametine nazaran tedabiri acile ittihazile bu hâdiseye bir hüsnü hatime verilmesi elzemiyeti kafiye tahtında olup bu fenalığın müsebbibi ise Bâbı-âlilerinin gafleti olduğunu suretlerini merbutan arzu takdim eylediğim evrak ile ispat eylerim. Bunlar meyanında Dahiliye Nezareti'ne yazmış olduğum 8 Temmuz 311 [1893] tarihli ve 192 numaralı tezkerei cakeranem mutaleasından [yazdığım belgenin değerlendirilmesi] malûmu dekayikmelzumu cenabı hilâfetpenahîleri buyurulacağı veçhile Zeytun vakai müessifesinin pek dehşetli surette surette icrası Londra Hınçak komitesince mukarrer olduğu dört ay evvel nezareti müşa-rünileyhaya ve ondan sonra dahi defeatle makamı Sadarete ve Vilâyete tebliğ olunduğu halde hiçbir, tedbir ittihaz edilmemiş olduğu şayanı teessüftür ve bu hadisei müessifenin mes'uliyeti azimesi ise Babıâli ile Vilâyete aittir. Zeytun'de asakiri şahanelerinin Ermeniler tarafından muhasara edildiği ve İslâm köylerinin yakıldığı şayi olacak olur ise efkârı îslâmiye fevkalgaye müteessir ve bu teessür ile her tarafta vukuatı gayri marziyenin zuhuru ihtimali varit olacağından asakiri redifenin silâhaltına alınması gibi vakte muhtaç olan tedbirin gene ittihazile beraber ussatın aceleten def'u tenkilleri ve kurrayi îslâmiyenin taar-. ruzdan muhafazaları zımnında sair lâzimülittihaz olan tedabiri aci-lenin dahi icrası lüzumunu kemali ehemmiyetle arzeylerim olbapta”. Zaptiye Nâzın Nâzım
Zeytun harekâtını idare edenlerin başında Hamparsum Boyacıyan’ın hemşiresi Siranuş’la meşhur Baron Agasi vardı, Baron Agasi, Avrupa'da tahsil görmüş uyanık, lisan aşma atılgan bir komitecidir; Ermeniler'in millî kahramanları idadında sayılan bu adam üç yüz altı [1888] senesinde ilk Kumkapı nümayişini ika ve ihzar edenlerle beraberdi; o vakit nümayiş dağıtıldıktan sonra öri ayak olanlar tevkif edilirken Hamparsum Boyacıyan ve sair azılı komiteciler Amerika'ya firar edebilmişlerdi. 1309 [1891] senesinde, yeni Babıâli vakasıyla Anadolu ihtilâl hâdiselerinden iki yıl evvel de gene rüfekayı mefsedet (fesat yoldaşları, militanları) ve melanetiyle beraber Kıbrıs adasına gelmiş, oradan külliyetli silâh ve cephane tedarik ederek bir yelkenli gemi ile Antakya'ya tâbi Süveydiye taraflarına çıkmıştı. Baron Agasi Süveydiye'yi ihtilâl komiteleri merkezi ittihaz etti; propaganda ve terör için kullandığı en faal azaları meyanında Melih Abah ve Hıraçya namındaki şakiler çok büyük şöhret almışlardı; bunlar vasıtasıyla bütün o taraf havalisindeki Ermenileri Hınçakyan'a aza kaydettirdi. Çok para topladı; mütemadiyen son sistem silâhlar getirterek azayı teslih etti; öyle ki Zeytun hâdisesi vuku bulduğu zaman Baron Agasi'nin maiyetinde on beş bin müsellâh komiteci vardı. Zeytun kışlasını teslim aldıktan ve askeri hunharane bir surette şehit eyledikten sonra gurura kapılan komiteciler, bütün Türkiye'yi düşmüş ve imparatorluğu, bütün müessesatı ve ordularıyla beraber sükût etmiş zannettiler, Ulu orta köylere, kazalara saldırıp yağmacılığa, katli nüfusa ve belki ırza vüs'at ve şiddet verdiler.
Zeytun taraflarında bir Alabaşlı karyesi vardır ki ahalisi Türk ve Ermeni'den mürekkeptir. Baron Agasi'nin orayı ikinci üssülhareke ittihaz ettiği ve birçok silâh ve cephane sakladığı haber alındı; keyfiyeti tahkik için jandarma efradından Urfalı Mustafa ve Dönekli Süleyman tebdili kıyafetle gönderildi; fakat komiteciler işi çakmışlar ve bu zavallı iki jandarmayı şehit ettikten maada dillerini, burunlarını kesmişler ve birer kazık üzerine oturarak üç gün teşhir eylemişlerdir.
Bu vukuatın sür'atle intişari üzerine Zeytun civarındaki bütün köylerin Ermenileri ve Maraş, Antep, Urfa, Halep, İskenderun, Kayseri, Sivas, Mamuretülâziz [Elazığ ve çevresi], Van, Diyarıbekir, Bitlis komiteleri de Baron Agasi'nin isyan ve ihtilâl altına toplanarak âdeta bir ordu teşkil ettiler.
Zeytun böyle bir ordu merkezi halini alırken ötede beride gene tek tük katiller de eksik olmuyordu. Meselâ Maraş'm Şeyh mahallesinden Geluzoğlu Osep çarşı ortasında onları tehyiç edecek surette beyanatta bulunduğundan oradan geçen polis Ahmet Efendi merkumu tutup karakola getirmek istemişse de üç, dört komiteci tarafından şehit edilmiştir. Polisi kurtarmak isteyen Gömleksizoğlu Mehmet ile o sırada sokaktan geçen hafız Mehmet oğlu Ali ve İbrahim bin Yusuf da aynı adamlar tarafından şehit edilmişlerdir.
Baron Agasi kumandasındaki eşkıyadan bir müfreze Nadirli karyesini basmış ve bütün haneleri yaktığı gibi malları, eşyayı, hayvanları gasp ve ahaliyi de kâmilen şehit etmiştir.
Bunun akabinde de Çukurhisar karyesini basarak bütün evleri yakmışlar yüz elli erkek, kırk kadın ve doksan beş erkek ve kız çocuğunu pek vahşiyane bir surette Öldürmüşlerdir.
Komiteciler Kiyan karyesine de hücum etmişler, köy kâmilen yakıldığı gibi kadın, erkek, çocuk bütün ahalisini de katliam etmişlerdir. Bu hâdisat üzerine Baron Agasi, Zeytun'de bir nutuk irat etti:
-Ermeni millet! Kardeşler! Muzafferiyetinizi tebrik ederim, Ermeni meselesi bitmiştir; hürriyet ve istiklâle kavuştuk; ancak önümüzde küçük bir merhale kaldı; şimdi Elbistan'a hücum etmeliyiz, orada epeyce barbar askeri varmış; Maraş'ı müdafaa için tahşit edilmiş olan bu kuvveti esir aldıktan sonra Maraş'ı ve Anteb'i düşürmek ve sonra da muzafferen Haleb'e girmek işten bile değildir. Zaten oralardaki kardeşlerimiz hazırlanmıştır; şimdi hedefimiz Elbistan'dır. Haydi ileri! Daima ileri!
Eşkıya Elbistan'a giderken "Köksün [Göksunl taraflarında Türk taburlarının tahaşşüt ettiğini haber aldı; binaenaleyh evvelâ Köksün'e hücum edilmek tekarrür[karar verme] etti; bizzat Baron Ağasi kumandasındaki altı bin kişilik bir kuvvet Köksün'e taarruz etti; fakat Köksün'deki kuvvet Türk askeriydi; topu topu iki taburdan ibaretti, fakat bunlar hakiki Mehmetçikler'di. Kendilerinden iki buçuk misli fazla olan ve son sistem silâhlarla mücehhez bulunan Ermenilere karşı yalnız müdafaada bulunmakla kalmadılar! Taarruza da geçerek eşkıyayı püskürttüler ve sekiz yüzden fazla mecruh ve maktul bırakan bu Ermeni ordusunu takip ede ede Zeytun'e ilticaya mecbur bıraktılar.
Bu ilk ricat Baron Agasi'yi meyus etmedi. Ordusunu yeniden derleyip toplayıp ve on beşini mütecaviz bir kuvvei külliye ile üç koldan Köksüne hücum etmek istedi; fakat bu sırada süvari ve piyade askerlerimiz Zeytun'i ihata etmek üzere dört taraftan ilerliyordu. Agasi bunlara herçi badabat (karışıklık içinde) bir kere hücum etmek istedi; lâkin müthiş bir şarapnel yağmuru altında bir hayli telefat bırakarak Zeytun'e ric'at etti.
Ermenilerde yeniden hücuma ve taarruza geçecek bir kudret ve cesaret artık kalmamıştı. Şimdi hepsini derin bir düşünce almıştı.
Mâahaza cephane bol olduğu erzak da vardı; Zeytun daha uzun müddet kendisini müdafaa edebilirdi. Bu vaziyet kendilerini müdafaaya teşvik etti. Bir taraftan da gizlice Haleb'e haber göndererek imdat kuvvetleri istemeğe başladılar. Halep'te ise sıkı bir inzibat tedbiri ittihaz edilmiş ve komitenin gönderdiği adamlar tevkif ve mektupları müsadere edilmişti; bu mektuplara ve tevkif edilenlerin ifadesine nazaran Baron Agasi'nin fikri, Anadolu'nun daha içeri taraflarında imdat kuvvetleri yetişerek Zeytun'u muhasara eden askeri kuvveti dağıtmazsa teslimi silâh etmekten başka çare kalmadığı merkezinde idi. Fakat, bu takdirde de asiler Halep'teki konsolosların gelmesini ve onların önünde teslim olacaklarını, rüesanm memleket haricine gönderilmesini, mütebaki fedailer için affı umumî ilânını şart koşacaklardı.
Bu sırada telgraf hatları mütemadiyen mabeyinle muharebede idi. Abdülhamid şaşırmış kalmıştı; istanbul'daki sefirlerden bir kısmı Padişaha, Zeytun'deki asiler için affı umumi ilânını tavsiye ediyorlardı; Zeytuni muhasara eden askeri kuvvetlerin kumandanı, iki gün zarfında eşkıyayı külliyen mahvü ifna[tamamen yok etme] edebileceğini bildiriyordu; Abdülhamid Saray'a beni davet etti; fikrimi sordu; mutaleamı arzettim.
Komitecilerin bu kadar şımarmasının yegâne illeti şimdiye kadar gösterilen zaaf ve tereddüt, hele belli başh komite rüesasının mütemadiyen mazharı af olmalarıdır. Fikrimce Avrupalıların bu gibi hayati meselelerde dâhili işlerimize müdahalesi devletin haysiyet ve kudreti hakkında gerek komiteciler ve gerek bizatihi Türk ve Müslüman unsurları üzerinde gayet fena ve menfi bir tesir bırakacaktır.
Komite rüesasının affıyla Avrupa'ya ihraçları memaliki Şahaneleri dâhilinde bunlar tarafından ekilmiş olan fesat tohumunun âtiyen (gelecekte) de neşvü nemasına ve ileride gene ihtilâl çıkmasına müsaade ve müsamaha etmek demek olur. Askeri kuvvetler kumandanı iki gün zarfında işi kat'i neticeye vardıracağını bildiriyor; çakirlerince, Zeytun'in harben zapt ve istirdadı ve azılı rüesanın imhası ye mütebakisinin affı daha münasiptir, süferayı iki üç gün avutarak muhasırın kuvvetleri kumandanına gizlice emir verilmesi mütalaasındayım.
Padişah, mağmum ve mütefekkirdi. Taç ve tahtı gider, saltanatı nihayet bulur diye elinden gelse memleketin birkaç kıt'asını bile feda ederdi.
Sözlerimi doğru buluyor, beni takdir eder görünüyor, fakat ben ayrıldıktan sonra herhangi bir mabeyincinin, bir bahçıvan başının, bir ser esvabinin, bir hadımağasının sözleriyle tebdili fikre (düşüncesini değiştirme) diyordu. Nihayet, süferanın ısrarıyla komite rüesasının affına ve Avrupa'ya gitmelerine müsaade edilmesine ve yüzlerce Müslüman köyü yakan, binlerce Türk'ün kanını akıtan Ermenilerin bilâkaydü şart (kayıtsız şartsız) affedilmesine Saray'ca karar verildi. Karar Halep vilâyetine ve süfera tarafından da Halep'teki konsoloslara tebliğ edildi; bu sıralarda Hmçak gazetesi 15 Şubat 311 [1893] tarihli ve 3 numaralı nüshasında şu bendi neşretmişti:
Dikkat1
Bugünlerde emsali görülmemiş nadir bir vak'a zuhur etti; dünya bu kadar namuskârane bir hâdiseye şahit olmamıştır. Küçük bir milletin ufak bir kısmı bugün sultanın karşısında ve hatta altı Avrupa hükümeti muvacehesinde (karşısında) merdane durmaktadır.
Bir haftadan beri düveli muazzama denilen altı hükümet vesatet vazifesini ifa ediyorlar. Bu vesatet nerede ve kimin için oluyor biliyor musunuz? Zeytun'de ve Zeytun ûssatı (asiler) için! Zeytun galip olduğu halde iki müsavi (denk)arasında olduğu gibi Zeytun bir müsavii kahir hakkını kazandı.
Teklif ettiği şeraiti sulhiye altı büyük hükümet tarafından kabul olunarak lieclittetkik [incelemek amacıyla] sultana arzulundu. Birkaç ay zarfında yüz binlerce Ermeni'nin kanını içen adam!! Bugün Ermem ihtilâlcılarından sadası önünde başını eğdi ve Ermenin silâh ve kudreti ile mağlûp oldu.
Ermeni ihtilâlcilerin darbesi altında mağlûp olup Zeytun üzerine hücum eden askerin nısfı yani dokuz bini mahvoldu! İşbu mağlûbiyeti kâmileden sonra sultan Avrupa hükümetlerine, kendisini Zeytun kahramanının!! Savletinden (saldırı) kurtarmaları için yalvarıyor.
Hinçak komitesinin teşkil edilip sureti daimede mevkii icraya va zettiği ihtilâl sayesinde Zeytun'in beynelmilel politikada ihraz (hazırlama) ettiği mevki işte budur!
İsyan ve ihtilâl fikrinin intişar (yeşerme büyüme)ve icrasına bundan mükemmel delil aramağa lüzum var mıdır?
Ermenilerin bugünkü vaziyetine nazaran ihtilâl fikrinin müfit (yararlı) ve tarih noktai nazarından lâbüt (gerekli) olduğu epeyce görülmektedir. Bu fikrin mevkii icraya vaz'ı hususunda da Hinçak komitesinin sâyü gayreti ve komite heyetinin tarihî kıymet ve ehemmiyeti nazardan uzak değildir. Lâkin açık söylemek lâzım gelirse bütün Ermenistan'ın nail olmasını arzu ettiğimiz bir muvaffakiyete bugün yalnız Zeytun mazhar olmuştur. Eğer bizim dâhili düşmanlarımız ve komitemize yan bakan bir takım ırktaşlarımızın entrikaları olmasaydı Ermenistan'ın diğer mahalleleri de Zeytun gibi olur ve beklediğimiz halâs tecellî ederdi.
Kuvvei mâneviye, ciddiyet ve cesaretten mahrum Ermenilere nazari nefret ve hakaretle bakmağa bu cihetten hakkımız derkârdır.
Zeytunlilerin galibiyeti önünde korkan ve sersemleyen sultan mağlûbiyeti itiraf ile düveli muazzama süferasına müracaatta sulh için vesatetlerini (aracılık) rica etti; Sefirler Halep'teki konsoloslarına, Zeytun'e gidip sulh için vesatet vazifesini ifa etmelerini tebliğ ettiler.
Filhakika konsoloslar Zeytune gittiler ve rüesa ile müzakereye giriştiler. Rüesa iki gün müsaade istediler ve neticede şeraiti sulhiyeyi (barış şartları) tebliğ ettiler.
1-Bilâkaydüşart [kayıtsız şartsız] affı umumi ilânı!
2-Zeytune hıristiyan (Ermeni) bir kaymakam" tayini ve hıristiyandan müteşekkil bir idarenin tesisi!
3-Zeytunin sultana vermekte olduğu vergi usulünün lâğvi ve senevi toptan ve muayyen bir verginin tayini ve Zeytun, son hâdiseler dolayısıyla fazla müteessir olduğundan bu verginin birkaç seneler alınmaması, askerî kışlanın tekrar yapılması!
4-Türklerin silâhtan tecridi. (Türkler'den sonra Zeytunliler dahi silâhlarını teslim edeceklerdir)
5-Bu şartların harfiyen mevkii icraya vaz'ı için altı hükümetin kefaleti.
Konsoloslar bu şartları sefaretlerine bildirdiler; sefirler sarayla müzakere ettiler; sarayın teklif ettiği mukabil şartlar da şunlar idi:
1-Zeytun'deki Hınçakyanlar harice çıkarıldıkları halde Babıâli affı umumiyi vadeder.
2-Zeytunliler eski silâhlarını yanlarında taşımağa mezun olup yeni silâhlarını teslim etmemelidirler.
3-Hıristiyan bir kaymakam tayini meselesi devletçe mutasavver (düşünülmüş) ıslahatı umumiyede derpiş edildiğinden burada müzakeresi zaittir.
4-Vergiden kurtulmak ve senede muayyen bir vergi vermek ve askerî kışlayı tekrar inşa etmemek huşusatmı Babıâli bizzat Zeytunlilerle müzakere edecektir.
5-Anadolu'nun muhtelif semüerinden Zeytun'deki ihtilâlcılara iltihak (katılma) için gelen on bin Ermeni'nin konsolosların gözleri önünde Zeytun'den çekilip kendi memleketlerine gitmeleri.
Uzatmağa ne hacet; Babıâli, Osmanlı imparatorluğu hükümeti aşağı yukarı bu şerait dairesinde kahraman (!) Zeytunlilerle musalâha akdetti (barış anlaşması imzaladı) ve imhaları bir, iki günlük bir mesele olan komite rüesası mu-reffehen ve muazzezen kollarını sallıya sallıya Avrupa'ya gittiler...
Adana polis komiserliğinin 1 Mart 312 [1894] tarihli şu şifre telgrafnamesi de bana Kilikya İhtilâlinin hitam[son] bulduğunu tepşir[müjdelemek] etti. ,
ZAPTİYE NEZARETİ CELİLESİNE
"Ermeni rüesayı erbabı fesadından olup Zeytun'e götürülmüş olduğu evvelce arz kılman Baron Ağasi ile rüfekasmın bu Perşembe günü Marsilya'ya kıyam eden Mesajeri kumpanyasına (Sant) nam vapuruna irkâp (binmek) ile Mersin'den hareket etmiş oldukları maruzdur."
Evet Kilikya ihtilâli hitam bulmuştu. Fakat bu hatime kat'i bir hatime değildi. İhtilâlin dimağı, kollan mesabesinde olanlar daha serbest çalışmak üzere büyük devletlerin himayesinde muhtelif ecnebi memleketlerine dağılıyordu. Rahat durmayacakları muhakkaktı. Zaten Küikya'daki isyan hareketi şimdilik durmuş olmakla beraber Ermeni ihtilâlciliği nihayet bulmuş değildi.
Memleketin başka noktalarında için için kaynıyor, aşağıdaki tafsilâttan anlaşıldığı üzere vukuatın da ardı arası kesilmiyordu...
Baron Ağası ve komitenin diğer azılı sergerdeleri Türkiye hududu haricine çıkarıldı; fakat geride kalan ikinci ve üçüncü sınıf komiteciler köylere hücum ediyor ve eskisi kadar olmasa da gene katli nüfustan ve hayvan sirkatinden (hırsızlık) ve öteye beriye kundak sokarak yangın çıkarmaktan bir an hâli kalmıyorlardı (geridurmuyorlardı).
Komitenin bu bakiyetüssüyuf kısmının en çok sahai faaliyeti gene Çokmerzmen ve Dörtyol taraflanyla Maraş mıntakası ve Anteb'in bazı nıkati idi; dünyada Hınçakyan komite kadar, tam bir mağlûbiyet ve İzmihlale uğramasına rağmen gene hunharlıkta ve fesat ve iğtişaş çıkarmakta anut davranan hiçbir ihtilâl taazzuvu tasavvur edilemez.
İşte Zeytun'de muhasara edildikten ve rüesası kahrü temdir olunduktan sonra da bunların bıraktığı ikinci derecedeki ihtilâlcılar bir gün Maraş'ın Pazarcık havalisine hücum etmişler ve birkaç Türk'ü öldürdükten maada minarede ezan okuyan meyzini [müezzin] şehit etmişler ve bu hal Müslümanları iğzap etmiş, âdeta çileden çıkarmıştı. Herkes pürgaleyan Ermeni hanelerine hücum etmek istemişlerse de hükümet kuvveti bu şayanı teessüf hâdiseye meydan bırakmamış ve bir tek Ermeni'nin burnu bile kanamamıştır.
Kilikya'nm kanlı hâdiseleri bu suretle bastırılmışken Anadolu'nun her tarafında ihtilâller, iğtişaşlar baş gösteriyor, devleti cidden düşündürecek müşkül vaziyetler ihdas ediyordu. Anadolu Ermeni ihtilâlleri arasında Bitlis hâdiseleri de ehemmiyetle tetkike değer. [ii]
Not: Sonraki yazımızda, öbür bölgelerdeki Ermeni vahşetini, isyanlarını Hüseyin Nazım Paşa’nın anılarından, görgü tanığının anılarından anlatacağız.
Cevat Kulaksız
DİPNOTLAR
[i] http://turkusozu.com/t-turkuhikaye/931-zeytunda-olenlere-agit-1-turkusunun-hikayesi.html http://www.facebook.com/group.php?gid=122382525176
[ii] Hatıralarım Hüseyin Nazım Paşa (Ermeni Olaylarınn İçyüzü) Selis Kitaplar (3.Baskı) 2007 sf 107-126
Yorum Gönder