Durumumuz gerçekten çok acıklı...
Öncelikle sorulması gereken soru şu: Fransa’da hükümetin “Ermeni soykırımı iddialarının reddinin suç sayılmasını öngören” yasa teklifini parlamentonun gündemine getireceği uzun zamandır belliyken... Sarkozy denilen şahsın, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybedeceği kesinleşince, her türden bel altı vuruş yapabilecek tıynette biri olduğu bilinirken, Türkiye bu durumu engellemek için ne yaptı, hangi önlemleri aldı?..
- Yanıt, koca bir hiç!..
Yasa tasarısının gündeme alınacağı kesinleşince, yani son birkaç gün içinde can havliyle alarm verildi!.. Başbakan mektup yazıp, “Sonuçları vahim olur” dedi!.. İyi de “Vahim olur da ne olur” diye sorsalar yanıt yok!..
Daha da acıklısı; Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı iki kez aramasına karşın, Fransa Cumhurbaşkanı telefona çıkmadı!.. Bu durum, o yasa teklifinden çok daha vahim bir durumdur; Türkiye’nin cumhurbaşkanı tam iki kez refüze edilmiştir!.. Cumhurbaşkanı Gül, Sarkozy’nin iki kez telefonuna çıkmamasının ardından yaptığı açıklamada, Ermeni tasarısını “izansızlık” olarak niteleyeceğine, Fransa Cumhurbaşkanı’nın yaptığı terbiyesizliği yüzüne, hem de en ağır sözcüklerle vurmalıydı...
- Çünkü burada aslolan, Türkiye’nin gurur ve şerefidir.
***
Ardından son birkaç güne sığdırılan protestolar gündemin ilk sırasını işgal ediverdi..
Bir de ekonomik yaptırım tehditleri tabii!.. Toz duman arasında bu yaptırımların fiyasko ile sonuçlanabileceği uyarıları duyulmadı bile. Konuyu iyi bilen uzmanlar, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ikili anlaşmaları ve Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarını çiğnemesinin mümkün olmadığının altını çizdiler!..
Kısacası toplumun “gazının alınması” için bol keseden sallanan yaptırım ve boykot söylemlerinin hiç mi hiç anlamı yok!.. Hatta hükümetin halka “Fransız malları almayın” çağrısında bulunması bile yasak, iyi mi!.. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan bu durumu iyi bildiği için, gayet cingöz biçimde “Hükümet olarak Fransız mallarına boykot konusunda tek bir kelime söylemeyiz. Ama halkımızın boykotuna da engel olamayız” diyor ya...
- Şu çok yüzlülüğe bakın!..
Aslında bu kadar yazıp çizmeye, anlatmaya bile gerek yok; Abdullah Öcalan’ı ağırladı diye İtalya’ya pek kızmış, meydanlarda İtalyan malı kravat, gömlek (yalnızca bir-iki tane) parçalamış, yakmıştık... Sonra ne oldu, hatırlıyor musunuz?..
- İtalya Başbakanı Berlusconi, Tayyip Bey’in kızının düğününde onur konuğu oldu?.
***
Pekii, Türkiye’nin bu yapılanlara karşı izlediği politika, ortaya koyduğu tez ne?..
Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere en yetkili ağızların söylediği başta gelen tezimiz şu:
- Tarihi tarihçilere bırakalım... Arşivleri uzman tarihçilerden oluşan heyetlere açalım...
Gerçekten de doğrusu bu. “Peki bu konuda Türkiye ne yapıyor” sorusuna verilecek yanıt da ne yazık ki aynı, kocaman bir hiç!.. Aksine Türkiye’nin Başbakanı, kendi yakın tarihimizle ilgili yaptığı “rivayetlere dayalı” açıklamalarla, Türkiye karşıtlarına hiç ummadıkları ölçüde destek vermiş oldu, ne yazık ki!..
Fransa’ya dönecek olursak; bizim Dışişleri Bakanı, “Eğer yasa tasarısı geçerse Fransa’nın yakın geçmişte Afrika’da yaptıklarını anlatacağız” diyor, Ruanda ve Cezayir’deki Fransız mezalimine atıfta bulunuyordu... Sevgili Yılmaz Özdil, dün Hürriyet’teki köşesinde, “Bırak Cezayir’i filan, Fransız suçu arıyorsan; Antep neden gazi, Maraş neden kahraman, Urfa neden şanlı, ona bak” diye yazıyordu!.. Daha 90 yıl önce Anadolu’yu işgal eden, üniformasını giydirdiği Ermeni çeteleriyle birlikte yerli halkı katledip ırzına geçen, ellerinde yüz binlerce masumun kanı bulunan, bugün ise bu karanlık ve kirli geçmişinden birazcık olsun utanmadan o yasayı çıkarmaya hazırlanan Fransa’ya söylenecek çok şey var ama kısaca tanımlayalım:
- Ahlak ve şeref düşkünü emperyalist!..
Ümit Zileli/Cumhuriyet
Yorum Gönder