Populizm, en hafif deyimiyle halkın desteğini alabilmek için her zaman pek dürüstçe olmasa da ona şirinlik yapmak demektir.
Demokrasi, halkın dediğinin yapılması anlamında Yunancadan geçme bir deyimdir.
Siyaset bilimi, İngiliz Başbakanı Churchill’e dayandırarak demokrasi için “yönetim biçimleri içinde en az kötü olanıdır” der.
Bütün bunlar bir araya getirildiğinde, Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halktan bir kesimin oylarına ihtiyacı olan adayların o bir kısım seçmene şirin görünmek için eski defterleri karıştırıp, aslı astarı olmadığı gibi insanların bu günkü sorunları yanında pek de önemi kalmamış bir konuyu istismar etmesine pek şaşırmamak gerekir.
Demokrasinin kötü sayılan taraflarından biri işte bu tür istismarların siyasi araç olarak kullanılmasına engel olamamasıdır.
Bu her yerde böyle mi?
Hiç kuşkunuz olmasın.
Özellikle seçimler gibi siyasette hesap verme ve vaadde bulunma dönemlerinde söyleyecek sözü olmayanlar halkın gündemini buralara taşıyabilmek için böyle konulara el atar, onları kaşır ve ne yazık ki sonunda bundan kazançlı da çıkarlar.
Bunun nerelerde “aynen böyle” olduğunu düşünürseniz önünüze çok örnek çıkacaktır.
Bu bir siyasi “vak’a”dır.
***
Gelelim böyle bir vak’a yani olay ile karşılaşıldığında görülen asıp kesme konularına.
Bu gibi durumlarda eğer bir yabancı devlet hedef alınıyorsa halkın aklına ilk sokulan “bunların mallarını almayalım”dan başlar, o malları çıkarıp meydanlarda yakmaya kadar gider.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu tür tepkiler yine popülisttir ve ayrıca işin içinde başka bir dinamik daha vardır; O da, hükümetlerin bu konularda çaresiz kalması ve halkın gazının yine halkın tepkisiyle alınması mekanizmasıdır.
Hükümetler böylesi durumlarda uyguladıkları ya da uygulayabilecekleri siyasetleri dolayısıyla bir şeyler yapamayacaklarsa, ama bu konuda halk yani “popül” kendilerinden bir şey yapmalarını bekliyorsa, tepkinin bu şekle dönüşmesini memnuniyetle karşılarlar, üç gün sonra konu gündemden düşer ve sonuç değişmez.
Neden?
Çünkü küresel ekonomi kuralları içinde sürdürülen siyasi ve ekonomik politikalar öyle kolay kolay bir ülkenin mallarının protestosuna, yatırımlarının engellenmesine imkan vermez.
Bırakın derin siyaseti, ortada neredeyse yüzlerce bağlantı, sözleşme, protokol… artık ne derseniz deyin arap saçı gibi birbirine girmiş ilişkiler vardır.
Bu ilişkileri her istediğinizde çözemezsiniz, bağlantılarınızdan kurtulamazsınız.
Bunlar neredeyse tarih diyebileceğimiz onlarca yıl içinde ince ince örülmüştür.
Bunu yapacak olanın daha çok öncelerden bu tür bağlantılara kendisini teslim etmemiş olması gerekir.
***
Dünya Ticaret Örgütü.
Başta Fransızlar ve ardından bizim patronlar diyorlar ki mal protestosu yanlıştır, yürümez; başta Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliğinin Gümrük Birliği buna engeldir.
Doğru söze ne denir?
Türkiye Cumhuriyeti, kendisine açık açık biz seni aramıza almayacağız denmesine karşın kendini Gümrük Birliğine bağlı saymış ve bunu güpegündüz havai fişeklerle kutlamış değil midir?
-Evet.
Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki ticareti düzenleyen Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil olup bu işe herkesten daha fazla istekli olmuş değil midir?
-Evet, Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın Internet Sitesine baktığınızda aynen şu ifadeyi görürsünüz:
“DTÖ üyeleri arasında GYÜ'ler grubunda yer alan ülkemiz, “Uruguay Round” anlaşmalarında öngörülen taahhütlerini yerine getirmiştir. Ülkemiz DTÖ'de GYÜ'ler grubunda yer almakla birlikte 01.01.1996 tarihi itibariyle AB ile tamamlanan Gümrük Birliği çerçevesinde Uruguay Round taahhütlerinin çok daha ötesine giderek uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi konusunda diğer üye GYÜ'lerin ilerisinde bulunmaktadır.
O zaman hükümet olarak fazla bir şey yapamazsınız.
Peki bu durumda ne olur?
Ne olacak, bir şey yapamayacağınız için bu tepkileri halka bırakırsınız.
Halk da eser, gürler sonra da susar.
Neden mi?
Firma adı vermeden söyleyelim:
Çimento fabrikalarını vermişseniz Fransız firmasının ürettiği çimentodan vazgeçemez,
Alışveriş merkezlerini Fransıza vermişseniz bakkala dönemez.
Fransız firmasının benzin istasyonunun önünden boş geçemez,
Fransız şirketinin sigorta poliçesini iptal edemez,
Fransız Bankasından aldığı kredileri kapatamaz.
Fransız markalı giysilerini yakamaz,
Fransız parfüm şişesini kıramaz,
Fransız markalı otomobilini uçuruma yuvarlayamaz,
Paris’e turistik seyahatten vazgeçip bilet parasını yakmaz,
Fransız markalı yoğurt, dondurma damak tadını unutamaz,
Fransız markalı kap-kacağı kapının önüne koyamaz.
Kısaca yüzlerce büyük Fransız markasını kapsayan tam 10 milyar doları aşan ve hükümetten icazetli bu ticaretten vaz geçemez.
Hırslanır, “bir şeyler yapmak lazım” der ama o öfkesi sırasında, asıl bir şeyler yapması gerekenlerin ince bir vücut çalımıyla kendisini nasıl kenara attığını düşünmeden yüreği soğumaya yüz tutar.
Bülent Soylan
Yorum Gönder