Basın Özgürlüğü ve Korku - Emin Çölaşan

SEVGİLİ okuyucularım, geçmişin “Büyük”, günümüzün yandaş gazetesi, Tayyip’in hastalığını ve ameliyata alınacağını önceden biliyordu. O kadar ki, bu konu gazetenin haber toplantısında bile konuşuldu.
Bazıları bu atlatma haberi öteki gazetelerden önce verip bombayı patlatmak gerektiğini savundu.
Gazetede patron temsilcisi olarak görev yapan yönetim kademesi ise bu görüşe karşı çıktı.
“Bu haberi verirsek başımıza iş açarız. Sayın Başbakanımız yine üzerimize gelir!”
Haber yayınlanmadı!
Ne zaman ki olay medyaya sızdı ve Başbakanlık açıklama yaptı, günlerden beri elde tutmakta oldukları bu özel haberi o zaman yayınlamak zorunda kaldılar ama gazetecilik açısından iş işten geçmişti.
Ameliyat gerçeği belki başka medya kuruluşlarına da önceden sızmıştı. Doğrusunu isterseniz bunu bilemiyorum. Eğer sızdıysa, onlar da haberi gizleyerek, aynen ‘Büyük gazete’ gibi korktu demektir!
Bu olay, Türkiye’de basın özgürlüğünün (!) ne durumlara düşürüldüğünün, korkaklığın ve iktidar baskısının hangi boyutlara vardığının en somut göstergelerinden biri. Başbakan hasta, ameliyat olacağı önceden biliniyor ama “Onu kızdırmayalım” gerekçesiyle haber kullanılmıyor.
İşin ardında yatan gerçek neden ise “Aman patronumuzun işlerini aksatmayalım. Aksi takdirde patronun üzerine yine vergicileri gönderir, rahatsız eder!..”
***
Bu iktidardan hemen her gün dinlediğimiz “Demokrasi” masalları falan tamamen palavra. Evet, ortada bir Meclis var. Orada çoğunluğu ele geçirmişler, ülkeyi demokrasi adı altında istedikleri gibi yönetiyorlar.
Oysa durum hiç öyle değil.
Tam anlamıyla bir tek adam dönemi yaşıyoruz. Varsa Tayyip, yoksa Tayyip.
Adam ameliyat oluyor, pazartesi günkü Bakanlar Kurulu toplantısı yapılmıyor.
Adam ameliyat oluyor, salı günü Meclis’te AKP Grup toplantısı da yapılmıyor.
Nedeni açık:
Bu iktidar partisinin bir tek adamı var. İkincisi yok! Yani onun yerini dolduracak, Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık edecek, Grup toplantısında konuşacak ikinci bir şahıs yok!
Hani o kağıt üzerinde görünen Başbakan Yardımcıları, Bülent’ler vesaireler falan var ya, hepsi hikaye.
Her biri takılmışlar bir kişinin peşine, o varsa varlar, yoksa yoklar. Bütün güçlerini ondan alıyorlar.
Böyle “Demokrasi” olur mu?
Allah gecinden versin, yarın Tayyip’in başına bir iş gelse, inanın bu AKP çöküp gider…Çünkü bunların sadece bir atımlık barutu var, o da Tayyip’in cebinde ve ağzında. Hepsini susturmuş, karşısında esas duruşa geçirmeyi başarmış.
Ne bir eleştiri, ne bir çatlak ses!..Çünkü biat (baş eğip emir alma) kültürü her birini boğazlarından sarmalayıp sıkmış.
Biz işte bu koşullarda, adına “Demokrasi (!) dedikleri bir yutturmacanın çevresinde dönüp dolanıyoruz.
Tayyip’in ameliyat haberini bildiği halde duyurmaktan korkan medya da, bu yutturmacanın temsilcisi olarak görev yapıyor!
***
Tayyip’i ameliyat eden doktorun öyküsünü de dün öğrendik. Prof. Dr. Dursun Buğra aslında üniversite öğretim üyesi imiş. Ancak AKP iktidarı tarafından çıkarılan tam gün yasası sonrasında –daha niceleri gibi- görevinden ayrılıp, İstanbul’da özel bir hastaneye geçmek zorunda kalmış…Ve üniversite hastanesinde yapılacak ameliyata oradan çağrılmış, ekibiyle birlikte gelmiş.
Aslında Buğra gibi hocaların üniversite hastanesine bırakın dışarıdan gelip ameliyat yapması, orada çalışıyor da olsa, sadece ameliyat değil, hasta muayene etmesi bile yasak.
Ama işin içinde Tayyip olunca bütün kurallar çiğneniyor. Ya tedavi bekleyen binlerce sıradan vatandaş ne olacak?..Onlara kim bakacak?
Şimdi bu son yasadan kim zararlı çıktı? Hastalar zararlı çıktı. Üniversitelerin tıp fakülteleri yüzlerce hocayı yitirdi. Tek tek ayrıldılar. Oysa onlar hem öğrencileri, hem uzman doktorları eğiten deneyimli insanlardı. Aç kalmazlar, açıkta kalmazlar. Şimdi pek çoğu özel hastanelerde çalışıyor…
Ve her alanda olduğu gibi, insanların canı söz konusu olduğunda bile, adamına göre muamele yapılıyor.
NECDET BEY OKUSUN!
Gazeteciler, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a dün bir soru sordular:
“Efendim, bedelli askerlik konusunda acaba Genelkurmay’ın görüşü alınmış mıydı?”
Bakan Bey yanıt verdi:
“Genelkurmay evet dese ne olacak, hayır dese ne olacak. Son sözü Meclis söyler!”
Milli Savunma Bakanı bu sözleriyle aslında şunu demeye getiriyordu:
“Kim takar Genelkurmay’ı!..”
Argoda ve halk dilinde başka bir şey denir de, ben burada “Takar” sözcüğünü kullanıyorum!
Bedelli askerlik sadece Tayyipgillerin bilip anladığı bir olay değildir. Bu, bir uzmanlık işidir ve konunun uzmanı Genelkurmay’dır. Dolayısıyla onların bu konudaki fikirleri önemlidir.
Genelkurmay bir görüş bildirdi mi, bildirdiyse ne oldu, dikkate alındı mı, yoksa iktidar işin tamamen parasal boyutuna ve gelecek paranın miktarına mı bakıp bu yasayı geçirdi, onu bilmiyoruz.
Bilinen tek şey şudur:
Hükümet, Genelkurmay ve komutanları aslında emrindeki tapu memurları, vergi denetmenleri, imam hatipler gibi görmektedir!
Abdullah Gül’ün karşısında esas duruşa geçip topuk selam veren Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, acaba Milli Savunma Bakanı tarafından söylenen bu sözlerden kendisi, kurumu ve silah arkadaşları adına incinmiş midir?
Hiç sanmıyorum!
İktidar, hiç beklemediği bir anda Necdet Bey’i o makama getirdi…Sanırım o çok mutlu! İtiraz edeceği, tepki koyacağı hiçbir şey yok!
MUTLAKA ÖLDÜRMEK Mİ GEREKİYOR?
Tahmin ediyorum, hükümet tarafından polise verilen kesin ve net, ama gizli bir emir var:
“Silahlı bir eyleme kim girişirse doğrudan öldürülecek.”
Geçenlerde İzmit’te bir yolcu feribotu kaçırıldı. KCK’lı olduğu açıklanan, bana sorarsanız gerçek bir korkak ve zavallı olan korsan, gemiye yapılan baskında doğrudan öldürüldü. Oysa adam silah kullanmamış, bomba patlatmamıştı.
Dün İstanbul’da sağa sola ateş edip iki kişiyi vuran Libya uyruklu biri de aynı biçimde öldürüldü. Bu herif belki Libyalı isyancılardan biri, belki Kaddafi yandaşı, belki de kafayı sıyırmış biri idi. Canlı yakalansa, ilginç gerçekler ortaya çıkardı.
Polis değilim, güvenlik konuları uzmanı değilim. Ancak vatandaş olarak bazı görüşlerim var.
Gerektiğinde bu gibileri elbette öldüreceksiniz. Ama anladığım kadarıyla bizim güvenlik güçleri işin kolayını bulmuş, doğrudan ve başka hiçbir yöntem denemeden öldürüyor. Oysa öldürmek son çare.
Bu gibi zanlılar canlı yakalanıp konuşturulsa ortaya belki çok önemli gerçekler çıkacak, onları bu suça itenler, yataklık edenler öğrenilecek ve soruşturma daha sağlıklı yürüyecek.
Bana öyle geliyor ki, canlı yakalamak varken doğrudan öldürmek işin kolay yanı…Ve teröristin cesediyle birlikte, bilinmesi gereken gerçekler de bu yolla toprağa gömülüyor.

Emin Çölaşan/SÖZCÜ

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget