Seçime hep bir tarafından bakarız ve onu yalnızca bir şeyi almak olarak algılarız.
Oysa seçmek aynı zamanda, birçok olasılık içinden birini yeğlemektir. İki olasılıklı bir seçimde iş nispeten kolaydır. Birini almışızdır, öbürünü de bırakmış. Neredeyse aktifi pasifi eşit bir konumdur söz konusu olan. Ama olasılıklar ikiden ne kadar fazla ise aldığımız ile bıraktığımız arasındaki fark o kadar büyümekte, bir almaya karşılık, birçok mümkünü de bırakmaktayız. Yani artık bıraktıklarımız, aldığımızdan fazla olmaktadır.
Çok düşünmeyenler, almayı akıllarına koyduklarının büyüsüne kapılıp, neleri bıraktıklarına fazla dikkat etmez. Sonuç ya buruk bir sevinç ya da kimi zaman hüsran olur.
Türkiye’de özellikle genel seçimlerde bu tür seçenek çokluğuyla sık karşılaşılmıyor.
Hep demokrasinin varlığı ile yokluğu arasında iki seçeneğe sıkışmış oluyoruz.
Ya da belki de, daha doğrusu, seçenek ikiden fazla olduğu halde, görüşümüz bizi bu ikisi arasında sıkışmış gibi yanıltıyor.
Bir seçim daha yaşıyoruz.
Ve ciddiyetle inanarak söyleyebilirim ki, demokrasimizin olduğu kadar varlığımızın biçimi de buna bağlı.
Yanlış anlaşılmasın! En büyük sürprizle bile bir anda tekrar demokrasiye dönemeyiz.
***
Artık en iyi sonuçlar bile (“en iyi sonuçlar” mı, yoksa aslında “en az kötü sonuçlar” mı var? Onu bilemem...) artık bize demokrasiye yeniden dönüşün mihnetli sürecinin yolunu açabilir ancak.
Çoğu kişi hesabını buna göre yapıyor.
Bu olgu da, seçeneklerimizi daraltma durumunu doğuruyor.
Öyle bir seçimi daha yaşıyoruz.
Onun için, demokrasi açısından oylarımızın en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiğini, oraya buraya dağıtılarak heba edilmemesi gerektiğini sanıyoruz.
Acaba öyle mi?
Lafı daha da uzatmaya gerek yok.
Cumhuriyet Güç Birliği ve bağımsız adaylardan söz edeceğim.
Önce bir noktayı belirteyim. Hem seçimin demokrasi ve özgürlük için fırsat olduğunu görüp, hem de, tutukluluk yoluyla infaz edilenlerin özgürlüklerini ikinci plana itmenin saçma ve çelişkili olduğunu düşünüyorum.
Silivri’de hapis yatanları görmezden gelerek, bu mücadeleyi yürüttüğünü söylemek dürüst değildir.
Silivri’de hapis yatanlara destek vermemiz, onların Ergenekon veya Balyoz davalarından yargılanmalarından değil, tutuklu yargılanmalarından kaynaklanmaktadır.
Eğer, tutukluluk yoluyla infaz edilmeseler, tutuksuz yargılansalardı, durum değişik olurdu.
***
CHP’nin bu gerçeği kavrayıp duyarlılık göstermesini ne kadar olumlu buluyorsam, demokrat kişiliği ve Cumhuriyet Mitingleri’nin organizasyonundaki etkin öncülüğüyle sivrilmiş, Tuncay Özkan’ı neden listesinden aday göstermediğini o kadar anlayamıyor ve bu olumsuzluğa katlanamıyor, ayrımın hangi ölçüte dayandığını kavramıyorum.
Eğer İstanbul’un 1. bölgesinde oy veriyor olsaydım, içtenlikle söylüyorum ki, hiç tereddütsüz oyum Tuncay Özkan’a idi.
Tuncay Özkan’a destek vermek istemem yalnız haksızlık karşısındaki isyandan değil, aynı zamanda politik alanda başarılı bir önder olduğunu kanıtlamış olan Tuncay’ın parlamentoda değişik bir ses olma ve demokrasi mücadelesine yeni boyut katma potansiyelini taşımasından da kaynaklanmaktaydı.
Aynı şeyler yaşamının belirli bölümlerindeki görüş ve fiillerini onaylamadığım Doğu Perinçek için de geçerli.
Doğu’nun bu parlamentodaki Türkiye’nin yeniden yapılanma ve özgürlük mücadelesinde söyleyecek sözü, yapacak işi olduğu kanısındayım.
Çetin Doğan da, gelecek parlamentoya katkıda bulunacak adaylardan biri.
Bunlar, şu ya da bu partili adaylar yerine haksızlığa uğradıkları için seçilmesi gereken kişiler değil, aynı zamanda başkalarından gerçekten değişik sesler.
Bu yüzden de onlar gönlümün adayları...
Yorum Gönder