Hadi kendinize bir sabah kahvesi yapıp arkanıza yaslanın,çoluk çocuk,para pul,sağlık ve en önemlisi memleketin halleri bir günlük kapınızın dışında kalsın,yeni bir yılın ilk gününde bir Cumhuriyet gazetesi yazarı,size bir hikâye anlatsın.Çünkü onun hayat boyu en çok sevdiği iş bu,bugün de tam zamanı.
Yaşı belli olmayan kadın,pazaryeri kalabalığının içinden hızla geçip her günkü yerine geldi,çevresine bakınıp derin bir soluk aldı ve bağdaş kurup bir güzel oturdu.Çektiği sürme,iri kara gözlerindeki bakışını daha da yakıcı kılmıştı.Boynunda dünyanın her yerinden gelmiş nazar kolyeleri vardı.On parmağının onunda da kıymetli taşlardan yapılmış yüzükler göz alıyordu.Yaşı belli olmayan kadın,gökyüzüne bakıp güneşin batıya kaydığını gördü,vakit gelmişti.Şalvarının cebinden taşlarını çıkarıp gelişigüzel fırlattı ve en uzağa giden taşın hemen yanında duran yaşlı adamın hikâyesini anlatmaya başladı.
Şimdi orada sessizce duran adam,bir zamanlar görkemli konaklarıyla meşhur bir ailenin tek oğluydu.Aile mesleği olan mücevher işinde çalışıyordu.En iyi ustaların çalıştığı,her yıl kilolarca altının ve gümüşün işlendiği bir atölyenin tüm sorumluluğu,zamanlar çok yakışıklı bir genç olan adamın üstündeydi.Genç adam işini seviyordu,parıltılar saçan pırlantaları,safirleri seviyordu.Bu parıltılı dünya onu,dış dünyanın kötü renklerinden,gürültüsünden,karmaşasından koruyan bir sığınak gibiydi.Adam mutluydu.Ailesi istediği için gene mücevher işiyle uğraşan bir ailenin kızıyla evlenmişti.Karısı sessiz,kendi halinde bir kadındı.Adam ilk başlarda karısına her gün bir mücevher armağan etmişti.Ama karısı bu mücevherleri hiçbir zaman takmamış,adam da artık mücevher armağan etmekten vazgeçmişti.
Adam karısının bu davranışına alındığını bir akşamüstü,safir ve yakut kullanılarak yapılmış bir kolyeyi incelerken fark etmişti.Bu kolyeyi kendi elleriyle bir kadının boynuna takmayı ve kolyeyle tenin temasındaki baştan çıkarıcı hazzı hissetmeyi o an ölesiye istemişti.Sonra bu isteğinden utanmış ve kolyeyi özenle kutusuna yerleştirip evin yolunu tutmuştu.
Adamın eviyle atölye arasında iki tarafı nar ve portakal ağaçlarıyla kaplı yol vardı.Adam her gün ışığın nar ve portakal ağaçları arasından süzülerek yaptığı yansımaları seyrederek bu yolda yürümeyi severdi.O gün de ışık yumuşacıktı,nar ve portakal ağaçlarının üstünden usulca süzülüp adama değiyordu.Adam koku ve renkleri içine çekerek yürürken ansızın ağaçların birinin dibinde bir karaltı gördü.Merakla yaklaştığında bu karaltının bir kadın olduğunu fark etti.Eğildi,kadının yüzünü ve bedenini tümüyle örten,sadece saçlarını açıkta bırakan kalın örtüyü usulca çekti ve o zaman dünyanın en masum gülümsemesiyle ona bakan kadının yüzünü gördü.
Kadın ona öylece bakıyordu.Adam şaşırmıştı,kadına adını,neden böyle yattığını sordu,kadın sadece gülümseyerek bakmaya devam etti.Adam sorularını yineledi,o zaman kadın,ellerini kullanarak sağır ve dilsiz olduğunu anlatmaya çalıştı.Adamın içinden bir an kadını öylece bırakıp gitmek geçti,ama bu düşünce uzun sürmedi.Bir anlık bir kararsızlıktan sonra adam kadını kaldırdı,koluna girip yürümeye zorladı.Kadın istenileni yaptı ve yürümeye başladı.Nar ve portakal ağaçlarına vuran güneş onlara dokunup orada kaldı.Adam kadını kendi arazisi içinde bulunan,artık aileden kimselerin kullanmadığı küçük bir eve götürdü.Onu yıkadı,saçlarını taradı ve kadın uykuya dalana kadar orada bekledi.
O günden sonra adam,sabah ve akşam hiç sektirmeden küçük evi ziyaret etti ve her seferinde,atölyenin en kıymetli mücevherlerini yanında getirip sağır ve dilsiz kadına kendi elleriyle taktı.Kadın her seferinde bedeninin ve ruhunun tüm çıplaklığını adama sunarak ona teşekkür etti.
Böylece yıllar geçti,hiç kimse olup biteni bilmedi ve adam mücevherleri taşımaya devam etti,sağır ve dilsiz kadın da adama teşekkür etmeye.
Bir gün adam eve geldi ve kadının her zaman oturduğu odaya girdi.Ama yıllardır hep aynı yerde onu karşılayan kadın,o gün orada yoktu.Adam evin her yerini,arazisinin her yanını aradı.Kadın yoktu,adamın kadına armağan ettiği tüm mücevherler,o küçük odanın içinde parıltılar saçarak öylece duruyordu.Adam,aklını yitirmiş gibiydi,büyük paralar ödeyip adamlar tuttu,uzak yakın her yerde kadını arattı,ama kadın sır olup gitmişti.Nice zaman sonra adam kadının artık geri dönmeyeceğini düşündü ve bir gün atölyedeki tüm mücevherleri atölyenin hemen yanı başında akıp giden nehrin sularına bıraktı.
Sonra.sonra yaşı belli olmayan kadın sustu ve hâlâ olduğu yerde kıpırdamadan yaşlı duran adama baktı,derin bir iç geçirdi .
Işıl Özgentürk/Cumhuriyet
Yorum Gönder