Önce PKK’yle barışmaya kalktılar. Bölgeyi avucunun içi gibi bilen, yıllardır canını dişine takıp, teröre karşı yaşamını namluya sürerek mücadele eden muharip komutanları, “savaşmasın” diye içeri tıktılar. En deneyimli subaylarına yönelik yok dayakçıydı, yok darbeciydi iftiraları, orduda ne uğrunda savaşacak bir amaç bıraktı ne de inanç.
Oysa polisin “akkolları” imam, karakolları tepeden tırnağa iman doluydu.
“Asker zaten beceremiyordu” oldu. Sınırların korunmasını askerden alıp polise verdiler.
Teröre doğrudan muhatap ve muharip olmayan, tutuklanma gerekçesi de uydurulamayan komutanlar, şamar oğlanına döndürüldü. (Bana sorarsanız, fena da olmadı doğrusu!)
Kara, deniz ve hava kuvvet komutanları dayanamayıp toplu istifalarını verince, “Hatice’ye değil, neticeye bakarız” dediler. TSK’nin başına bir jandarma koydular. İstihbaratın en tepesine de ABD muhaberatı ve ABD yapımı “insansız” casus uçaklarını.
***
Ama PKK barışmadı. Hatta şımarıp azdı. Saldırı dozunu arttırdı. Komuta kademesi acemilere terk edilen asker ve polisleri, keklik gibi avlamaya başladı. Barış filmi rafa kalktı. Savaş filmi başa sarıldı. Hoop, ordu yeniden sınıra sürüldü. Dönüldü mü size, “terörle sonuna kadar mücadele”ye, “ordu cephe”ye, sınır ötesi operasyonlara falan?
Sonuç: Çocuk ve erişkin 35 sivil hacamat, bazıları hâlâ kayıp.
İnsansız casus uçakları, mazot bidonlarını lav silahı sanıyor. Genelkurmay, sınırdan geleni geçeni terörist sayıyor. TSK uçakları PKK’li diye kaçakçı köylüleri bombalıyor. Devlet, isyan korkusuyla bölgeye bırakın vali ya da kaymakam, saatlerce sağlık ve arama kurtarma ekibi gönderemiyor. Hükümette uzun bir sessizlik. Sözcü Hüseyin Çelik, neden sonra açıklıyor: “Operasyonel bir hatadır. Türkiye, hukuk devletidir. Eğer bir hata varsa, hukuk devleti mantığı içinde tespit edilecektir…”
Hatice, ordunun yakasına “maşallah” gibi takılmış bir jandarma. Hatice, polisin rehberi Amerikancı imam. Hatice, ABD’nin insafına kalmış uydu istihbaratı ya da yalvar yakar satın alınan insansız uçaklar…
Bakmayınca Hatice’lere, elbet şaşmamak gerek bu neticelere!
***
Yılbaşından iki gün önce, İstanbul’da bir postaneye girdim. İadeli taahhütlü mektup göndereceğim. İşlem bitti, güler yüzlü memur, gişenin arkasından bir deste Milli Piyango bileti çıkarıp “Almak ister misiniz?” dedi. Şaşırdım. Hatta kızdım. Carrefour gibi süpermarket kasalarında zorla satılmak istenen biletlerden zaten gına gelmişti. Bir PTT’nin Milli Piyango bayiliği eksikti!
Memur, boynunu büktü: “Almak zorunda değilsiniz, ama biz satmak zorundayız. Genel Müdürlük geri dönüşsüz gönderiyor. Üç yıldır böyle. Satamadıklarımızın bedelini, aramızda para toplayıp ödüyoruz…”
Haydaaa mı demeli, yok yahu mu, yoksa “Çüş!” mü?
Benim girdiğim PTT bürosuna 100 adet çeyrek, 50 adet yarım bilet gönderilmiş. Biçare memurlar çeyrekleri kolay satmış, ama tanesi 18 TL’den yarım biletler ellerinde kalmış.
Gazeteciliğim tuttu, sorguyu derinleştirdim. Birkaç postane gezdim, hepsi piyango bayiliğine soyunmuş… Zaten PTT’nin resmi internet sitesi de “YILBAŞI BİLETLERİNİZ TÜM PTT İŞYERLERİNDE” reklamıyla açılıyor.
PTT’nin piyango satması küçük çaplı bir rezalet. Ama asıl büyük rezalet ve “yasadışılık”, PTT Genel Müdürlüğü’nün MP ile anlaşarak üstünden komisyon aldığı, yani kazanç sağladığı biletleri bürolarına “iadesiz” dağıtması ve satılmayan biletleri memurların ödemek zorunda kalması!
Avrupa’da böyle zorba satış yöntemlerine “mafya kapitalizmi” denir. Neden bizim ellerde normal sayılıyor?
***
AKP hükümeti, sıfırdan zirveye taşınan kendi varlığına bakarak, “hiçbir işte uzmanlık gerekmez, herkes her şey olabilir” diye düşünüyor. Kurumsal saygınlık umurunda değil. Zaten saygınlığın, uzmanlıkla edinildiğini de bilmiyor!
Deveye “uç”, kuşa “koş” diyor.
Öğretmenlerin simit satıp merdiven sildiği ülkede, PTT’nin piyango vurgunculuğu, elbette adiyattan bir ayıp. Milli Piyango İdaresi’ne de mektup dağıttırsınlar bari, olsun bitsin!
Ama imamdan polis olunca, Adıyaman’da korumaya alınan genç kız, üç polisin arasında ağabeyleri tarafından bıçaklanıp öldürülüyormuş, ne gam? Jandarmadan Genelkurmay başkanı yapılınca, kaçakçılar da terörist sanılıp vurulabiliyormuş, kimin umurunda?
Hukuk devleti, guguk bile değil, devekuşu artık!
Yeni yılınızı kutlarım. Belki devekuşunun uçacağı yıldır, 2012. Siz ayağınızı sıkı basın, 2013’e kalın.
‘G’ NOKTASI
Yılbaşında Şehir
Sesler
yedi tepeli dalgalarla gelir
uzun ötüşlü sabahlara uyanır
martılar
ölümler kadar umutsuz
ayrılıklar yaşanır
ocağın son günü
bütün yabancılar tanır
birbirini
dükkânların vitrinlerinde
korkulu masallar durur
çocuklar hep uyur
ışıklar sevdalar kavgalar
yılbaşında şehir
İstanbul olur
AHMET KADRİ ERGİN
“Zafere yüz baba sahip çıkar, yenilgi öksüz kalır.”
JOHN F. KENNEDY
Mine Kırıkkanat/Cumhuriyet
Yorum Gönder