Atatürk’ten nefret eden lobinin militan sözcüsü, meşhur Türk büyüğü Mümtaz’er Türköne, çok istemesine rağmen milletvekili koltuğuna oturamayınca kendini iyice kaybetti!..
AKP’liler onun adaylığını kabul etseydi ne olacaktı acaba?.. Örneğin Türköne, TBMM‘nin açıldığı gün Meclis kürsüsünden ne diyecekti;
“Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma namusum ve şerefim üzerine ant içerim...”
Bu “mümtaz” şahıs, AKP’liler ona teselli ikramiyesi yerine mebus rozeti verselerdi tıpış tıpış kürsüye çıkacak ve yukarıdaki milletvekili yeminini edecekti...
“Yok ben etmeyecegem, ben Atatürkçü degılem” mi diyecekti?..
Diyemezdi!.. O da Atatürk’e neredeyse “katliamcı” diyecek kadar zavallılaşan Truva atları gibi unvan uğruna takiye yapacaktı!..
Atatürk düşmanlığının cengaveri iyi ki de mebus falan olmamış!.. Aman Allahım, Gazi’nin Meclis’inde kadrolu bir Atatürk düşmanı...
Allah yüce Meclis’i Türköne’nin ikiyüzlülüğünden korumuş!.. Diyeceksiniz ki, korumuş da ne olmuş ki?.. Haklısınız, baksanıza gerçek yüzünü çok daha iyi göstereceği önemli bir koltuğa oturtuldu!...
Üstelik ona şerefli bir görevi ve onurlu bir payeyi veren zat da Atatürk’ün koltuğunda oturan bir Cumhurbaşkanı!..
Geçenlerde bir Urfa özdeyişini anımsatmıştım ya; “Değirmenin altı taşı duriii... üstü durmi” diye!..
Mümtaz’er Türköne de bir türlü durmuyor işte... Herhalde CHP’nin, MHP’nin, İşçi Partisi’nin, DİSK’in, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun, ADD’nin, ÇYDD’nin susmasından ve tepkisizliğinden fırsat buluyor...
Meydanı boş bulmuş konuşuyor, hakaret etmeye devam ediyor...
Zaman gazetesinin yazarı Türköne, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Yönetim Kurulu üyeliğine atandığının herhalde farkında değil!..
Ama belli ki, artık Atatürkçü kurumda oturup Atatürk’e saldırmanın da hastalıklı bir ideolojisi var; Mümtazizm!..
Bakınız Türköne önceki gün Habertürk televizyonunda neler söylemiş:
“Atatürkçü olmayı kendime hakaret sayarım...”
Hiç merak etme Türköne, 70 milyon yurttaş da senin o şerefli koltuğa oturmanı Atatürk’e hakaret sayıyor!..
Çünkü suç sende değil Türköne, suç seni oraya layık görende!..
TÖRErizm!..
İletişim teknolojisi sosyal yaşama hakim olunca, kendi içinde kapalı bir kutu olan törenin tüm yüzü de açığa çıktı...
Oysa her şey geleneksel çarkın içinde yürüyor, feodal sistem geri bırakılmış yaşamların içinde, kendi yasalarını kolaylıkla uyguluyordu...
Başlık parası, kız kaçırma, berdel ve kan davası; sinema ve tiyatro gibi görsel sanatların en önemli malzemelerinden biri olarak kullanılıyordu... Ta ki töre cinayetleri sanal alemin yardımıyla manşetlere çıkana kadar!..
Aşiret yapısı içinde bir koruma ve kollama mekanizması da olan töre işte o zaman tu kaka oldu!.. Medya, Doğu geleneklerinin öfkeli yüzünü yerden yere vurunca sanıldı ki, geleneklerden hep kan damlıyor!..
Oysa öyle değil... Töre toplumu bir arada tutan, dayanışma duygularını öne çıkaran örf ve adetleri de içeriyor... Yoksulların sünnet edilmesi, kimsesizlerin evlendirilmesi, kan davalarının barışla sonlandırılması gibi!..
Hele kirvelik gibi bir gelenek var ki, dostluk ve ahlakın müthiş uyumu içinde bir abide gibi...
Düşünebiliyor musunuz; bir gelenek ki, amcasının kızıyla evlenebilenler, kirvenin kızına yan bile bakamıyor!..
Toplumdaki büyük yozlaşmaya karşın dededen toruna yüzlerce yıl süren kirvelik bağı gibi nice gelenekler Doğu’da yaşatılmaya devam ediyor...
Örneğin kan davalın bile olsa evine sığınanı korumak...
Örneğin düşmanın da olsa, bayramlaşmaya gelene saygı duymak...
Örneğin düşmanlarından birinin cenazesi kalkarken kendi düğününü iptal etmek...
Doğuda günlerce süren taziye geleneğinde de, dost düşman tıpkı bayramlarda olduğu gibi kucaklaşır... Ölüm acısı, elleri hem duaya kaldırır hem de kucaklaşmaya...
Yani taziye çadırına düşman bile gelse acı kahvesini içer, duasını eder ve dostça uğurlanır...
Uludure Kaymakamı Naif Yavuz‘un da tek suçu vardı; 35 kişinin ölümünün ardından taziye çadırına gidip acıları paylaşmak...
Peki, törenin en katısının uygulandığı Uludere’de önceki gün ne oldu?.. Kaymakam linç edilmek istendi!.. Yani duaya kalkan ellerden yumruk ve taş yağdı!..
Yani, TERÖRizm aynı zamanda TÖRErizm‘e dönüştü!..
TERÖRizm!..
Dünyanın ayakta kalan en uzun surlarından birini de barındıran Diyarbakır...
Orası da tıpkı Urfa, Mardin ve Kapadokya gibi bir açık hava film platosu...
Diyarbakır, gizemli sokakları, sıcak insanları ve kendi içinde garip bir keşmekeşi de barındıran farklı bir Güneydoğu kenti...
O kentin ne fabrikası, ne sanayisi ne de köylerden göç etmek zorunda kalmış on binlerce genci istihdam edecek bir iş alanı var...
Terörün kanlı oyunlarının sahnelendiği bu kenti kurtaracak tek bir sektör var; turizm...
Terörizm işte en çok bu kenti vurdu!.. Bırakın yabancıyı, yerli turistler bile yıllardır o bölgeden geçmeye korkuyor...
Diyarbakır’da valilik, belediye ve turizm derneği ile çeşitli sivil kuruluşlar kent üzerindeki kara örtüyü kaldırmak için ne yaparlarsa yapsınlar, ne yazık ki başarılı olamıyorlar...
Çünkü Diyarbakır’ın gülen yüzünden hep öfke saçılıyor!..
Sinemacılar, Diyarbakır’ın kaotik yüzünü değiştirmek için de 15 gün önce bu kente gittiler...
Diyarbakır’da dizi çekilmesi kentin tanıtımının yanı sıra, otelcisinden lokantacasına kadar bir dizi işkoluna her ay yüz binlerce liranın akması demekti...
Nurgül Yeşilçay‘ın başrolünü oynadığı “Ayrılık Olmasaydı” adlı dizi filmin çekimleri başlamıştı ki, set saldırıya uğradı. Kendilerini “Apocu Gençlik İnisiyatifi” olarak tanımlayan bir grup maskeli genç, sete molotof kokteyli ve ses bombası yağdırdı!..
Saldırının gerekçesine bakar mısınız, “Kürt halkına karşı yapılan ırkçı-şovenist filmlere tepki!..”
Dizinin yapımcısı can güvenliği nedeniyle seti Mardin’e taşımak zorunda kalmış...
Düşünebiliyor musunuz; Hizbullahı’ndan PKK’sına, El Kaidesi‘nden kaçakçısına kadar her kesimin karanlık oyunlarına figüran olabilen bir grup maceracı; işsizlik, yoksulluk ve geri kalmışlığı yırtması gereken Diyarbakır’ın başrole çıkmasına izin vermedi!...
Ne diyeyim; keşke “Ayrılık Olmasaydı!..”
Mehmet Faraç/AYDINLIK
Yorum Gönder