Ülkenin sağlı sollu liberalleri ve kimi demokratları büyük bir şaşkınlık yaşıyor. Türkiye’yi demokratikleştireceklerini varsaydıkları ve bu nedenle büyük destek verdikleri AKP-Cemaat iktidarının bir diktatörlük kurduğunu görmenin yarattığı bir şaşkınlık bu. Aldatılmışlık duygusunun yarattığı bu hayal kırıklığının kendisi başlı başına sorgulanmayı gerektiriyor.
Sorgulayalım o halde.
Eğer AKP sözkonusu çevreleri aldatmamış olsaydı, diyelim ki AB kriterlerini yerine getirseydi, bu kesimlerin kurulu düzene, küresel kapitalist sisteme, sınıfsal adaletsizlik ve eşitsizliklere pek itirazlarının olmayacağı anlaşılıyor.
Çünkü Türkiye’de son 30 yıldır, “demokrasi” kavramı ve bu kavramın ima ettiği “değerler” öyle sihirli bir anlam kazandı ki, bunun karşısında durmak neredeyse imkansız hale geldi. Demokrasi kavramının böyle mistik bir anlam kazanmasında, sadece liberallerin payı yok. Bu akıl dışı politik iklimin oluşmasında devrimcilerin ve sosyalist sol’un büyük kesiminin demokrasiye yönelik neredeyse bütün eleştirilerini geri çekmesinin daha büyük payı var.
Etkili bir devrimci muhalefet geliştirememenin nedeni budur ve asıl sorun buradadır.
***
Bir sosyalistin daha mücadeleye adımını attığı ilk yıllarda öğrendiği (ya da öğrenmesi gerektiği) gibi, demokrasiler kapitalist toplumlarda adaletsizlik ve eştsizliklerin üzerini örten bir şaldır. Burjuva demokrasileri insanlarda soyut bir eştlik duygusu yaratarak sermayenin siyasal ve toplumsal egemenliğini gizleyen bir işlev görür. Bu nedenle demokrasiler kapitalist toplumlarda burjuvazinin dolaylı ve fakat en gelişkin ve güvenli egemenlik rejimleridir.
Gelgelelim bu konuda, başta sol olmak üzere büyük bir kafa karışıklığının bulunduğu da bir gerçektir. Çünkü, son çözümlemede bir burjuva ideolojisi olan liberalizm, solu sanıldığından daha derin şekilde etkilemiştir. Post-modern edebiyatın sol üzerindeki etkisi hayli yıkıcı olmuştur. İdeolojik-politik yenilenme çabası ise, ne yazık ki, sayılan nedenlerle liberal demokrat bir karakter kazanmıştır.
Diğer taraftan, Türkiye sosyalist hareketinde "asgari program, azami program" sorunsalı da halen aşılamadı. Demokratikleşme sorunu, özellikle 1990’dan sonra sosyalizm bağlamından koparılarak ele alanmaya başlandı. Hal böyle olunca, kapitalizmin zaferini ilan ettiği bir dünyada demokrasi ve özgürlükler için verilen mücadele, bir önceki dönemden farklı olarak burjuvazinin egemenliğini yeniden üretmenin ve iktidarını meşulaştırmanın bir aracı haline geldi.
***
Açıkça saptamak gerekiyor ki, günümüzde, "insan hakları" kavramı artık emperyalist müdahale hukukunun ve bu hukuka bağlı olarak yaygınlaştırılmaya çalışılan Yugoslavya, Afganistan ve Irak müdahalelerinin/işgallerinin gerekçesi haline getirildi.
Demokratikleşme ise küresel kapitalizmin yeni bir egemenlik aracına dönüştü. Burjuva demokrasisi ve Batı normları bugün artık emperyalizmin ulusal pazarları ele geçirmesinin ve bu saldırıya karşı gelişecek direnişleri kırmanın en önemli aracı haline geldi.
Sosyalistler, demokratik ve özgürlükçü de olsa, sermayenin egemenlik biçimlerinden birinin savunuculuğunu yapamaz.
Bu nedenle dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtiği bu tarihsel dönemeçte yapılması gereken şey; burjuva demokrasisinin salt hukuksal eşitlik ilkesiyle yetinmemek, ekonomik ve toplumsal eşitlik isteminin merkezde olduğu bir muhalefet anlayışını öne çıkarmaktır. Bu tutum, devrimci sosyalist politikanın temelini ve eksenini oluşturur.
***
Bilindiği gibi sosyalistler, hem de 150 yıl önce, burjuva demokrasisinin hukuksal ve biçimsel eşitlik ilkesinin karşısına, toplumsal eşitlik ilkesiyle çıkmış ve bu nedenle siyasal literatüre "sosyal demokrasi" kavramı girmişti. Zaten marksist politika da bu eleştirinin içinden doğdu. Marks ve Engels’in kuruluşunda yer aldığı ilk komünist partiler işte bu nedenle “sosyal demokrat” ismini almıştır.
Dolayısıyla devrimci politika öncelikle burjuva demokrasisinin eleştirisi üzerinde yükselmelidir. Burada sorun siyasal ve hukuksal eşitlik doğrultusunda atılacak adımlara karşı çıkıp çıkmamak değil, bununla yetinilip yetinilmeyeceğidir. Toplumcu bir demokrasi perspektifi, demokratik hak ve özgürlükler için yürütülecek siyasal mücadeleyi sosyalizme bağlayacak bir geçiş programı karakterine sahiptir.
Kapitalizmi ve parlamenter demokrasiyi nihai insanlık tecrübesi, toplumsal tarihinin son aşaması olarak gören post-modern anlayışın ve liberalizmin ideolojik inisiyatifi ele geçirmesi, öyle anlaşılıyor ki, sadece gözleri değil, kalpleri de kör etti. Eğer öyle olmasaydı, I.Cumhuriyeti yıkıp yerine islamo-faşist yeni bir cumhuriyet kuran ve devletle bütünleşen AKP-Cemaat iktidarı, bazı solcu, devrimci ve sosyalist arkadaşlarımızı tutuklayıp hapislere attığında; daha da önemlisi bu sosyalistleri aklımız ve zekamız ile alay ederek Kontrgerilla yöneticisi ya da üyesi ilan ettiğinde güçlü bir itirazın yükselmesi gerekirdi.
Solu aptal yerine koyup gözümüzün önünde totaliter bir rejim ve yeni bir Gladyo inşaa ettiler. Bu hedefe kolaylıkla ulaşmalarının en önemli nedeni, liberal ve sol liberallerin AKP-Cemaat iktidarına destek vererek toplumun direniş refleksini kırmasıdır. Tarih bu suçu affetmeyecektir.
Merdan Yanardağ/SOL
Yorum Gönder