Yaşamın kimi yerindeki paslanmış o çark var ya; acımasız dişlilerin arasından “Ölümlerden ölüm beğen” diye çığlık atan o çark!..
Düşerseniz savunmasız halinizle o çarkın arasına, işte o zaman yaşadığınız günlerin biçare halleri gelir gözlerinizin önüne...
Hayat dediğiniz, boş vermişliğin ortasında balık avlamak gibidir o zaman!.. Bazen “Ne çıkarsa bahtıma” deyip oltayı sallarsınız bazen de “Bana çıkmaz” diye burun kıvırırsınız!..
Çoğu insan bu iki seçenekten de uzak durur!.. Yani onlar kendilerini “kader” denilen yolun bazen çamurlu, bazen taşlı, bazen yokuş ve bazen de baş aşağı güzergâhına bırakıvermişlerdir!..
Nedeni çoktur bu pervasızlığın!.. Bazen çaresizlikten, bazen sahipsizlikten, bazen kimsesizlikten ve çoğu zaman da mecburiyetten!..
Hele, sırtınızı dayadığınız duvarlar, yozlaşmanın küfüyle çürümeye başladığında; sizi ayakta tutan tek güç, o zalim yaşamlardan kucağınıza düşen iki masum yavrucaksa?..
İşte tek derdiniz onlardır aslında... Onlar için yaşamak, onlar adına mücadele etmek ve gerekirse onlar için ölmek...
Yaşamın kara kalemi!..
Denizli’nin Pınarkent beldesinde yaşayan 33 yaşındaki Suna da işte öyle düşünmüş olmalıydı; yaşamak için sorgulamak!..
Karabasana dönüşen bir evliliğin buhranında, pusulasını kaybetmiş eski zaman yolcuları gibi, efkarını dumana karıştırmak istemişti!..
Gazetelere yansıyan habere göre, 22 Kasım akşamı sigara almak için çarşıya inmiş ve hayatının asıl zehrini o zaman tatmıştı!..
Bakınız; duyarsızlık, şiddet ve insafsızlığın ortasında tek perdelik o trajedinin kareleri gazete haberlerine nasıl yansımıştı:
“Tekstil işçisi Suna K., 22 Kasım’da, sigara almak için evden çıktı. Genç kadın, iddiaya göre, evlerinin yakınındaki bir çay ocağında işşiz eşi 35 yaşındaki E.K.’yi arkadaşlarıyla kumar oynarken görüp yanına gitti. Çift arasında tartışma çıktı. Eşinin tokat atması üzerine yola doğru koşan Suna K.’ye, Cemal G.’nin kullandığı servis midibüsü çarptı. İki çocuk annesi genç kadın olay yerinde öldü!..”
Ne kadar basit değil mi?.. Ne kadar insafsızca ve de en kötüsü ne kadar merhametsizce bir ölüm!..
Peki, sizce bu acı trajediyi çok yalın biçimde anlatan öykü burada bitmiş midir?..
İnsafsızlık; adam olamayanın korkak yüreğinde farelerin resmettiği bir karakalem resmi olursa, merhamet orada tuval olabilir mi?..
Olamaz!.. Olmamalı!.. En koyu siyah ya da en hızlı kirlenen beyaz bile böylesi bir trajedinin dekorunu çizemezdi!..
Peki ya bu öykünün gerisi?.. Eminim burada bittiğini düşündünüz...
Bitmedi... Çünkü orada yalnızca tekstil işçisi Suna ölmedi!.. Pınarkent’te o gün insanlık da öldü merhamet de adamlık da insaf da!..
Doğanın cesur gözleri!..
Böylesi öyküler, kimilerine renkli gazetelerin üçüncü sayfalarını süsleyen sıradan dramlar gibi gelebilir... Oysa öyle midir acaba?..
Geliniz Denizli’de yaşanan bu yürek yakan öykünün gerisini DHA muhabiri Ramazan Çetin’in haberinden birlikte okuyalım:
“Çevredekilerin haber vermesi üzerine gelen jandarma, midibüs şoförü Gökpınar’ı gözaltına aldı. E.K. ise olaydan yaklaşık 3 saat sonra jandarmaya teslim oldu. Kocası, jandarmadaki ifadesinde, eşiyle tartıştıklarını belirtip ‘Bağırınca ağzını kapattım. Ancak tokat atmadım’ dedi. Midibüs şoförü ise Suna’nın birden önüne atladığını iddia edip ‘Bana intihar etti gibi geldi’ dedi. İşlemlerin ardından adliyeye sevk edilen E.K. ile midibüs şoförü, tutuksuz yargılanmak üzere serbest kaldı!..”
Her öfkenin gerisinde biraz da suçluluk vardır... Tıpkı her kaçışın ardında çoğu zaman ihanet olduğu gibi!.. Bazen insanlığa ihanet, bazen de korkuya!..
Anlayacağınız bu öykü burada da bitmedi!.. Çünkü eşinin tekstil işçiliğinden kazandığı birkaç kuruşu, iki yavrusuna yedireceğine kumar masasında helak eden bir zavallı belli ki Tanrı’dan da korkmamıştı!..
Yuvasına ihanet ederken, eşini döverken, ölümünü seyrederken ve Suna kanlar içinde yattığında oradan kaçarken!..
Oysa insafsızlığın kurbanı olanların çilesine bazen doğanın cesur gözleri de tanıklık eder...
Bir duvara monte edilmiş bir elektronik göz, bir işyerine sabitlenmiş kamera!..
Onlar; korku, suçluluk ya da boş vermişlik nedeniyle gözlerini gerçeğe kapatan, tanıklıktan kaçınanlardan daha insan olmalılar...
Trajedinin figüranları!..
Evet, kameralar bu rezaleti de affetmemişti... Bakınız, Suna’nın ölüme sürüklendiği bölgede aslında neler yaşanmıştı:
“Kadının kaza kurbanı mı olduğu yoksa intihar mı ettiği sırrını korurken, yakındaki bir gazinonun güvenlik kameraları tarafından olayın saniye saniye görüntülendiği ortaya çıktı. Görüntülerden E.K.’nin jandarmadaki ifadesinin aksine eşine iki tokat attığı belirlendi. Tokadın ardından yola doğru kaçan kadına midibüsün çarpmasının ardından E.K.’nin büyük bir soğukkanlılıkla olay yerine gidip eşinin öldüğünü gördükten sonra minibüse binip kaçtığı anlaşıldı. Görüntülerden görgü tanığı bir kişinin de kazanın hemen ardından montunun kapüşonunu kapatıp kaçtığı dikkati çekti.”
Ne kadar iğrenç, ne kadar zalimce değil mi?.. Bırakın böylesi bir trajedinin figüranı ya da korkak seyircisi olmayı, insanın okurken bile insanlık adına utandığı bu öykünün sonu nereye gider sizce?..
Suna’nın annesi Hatice Canbazoğlu, bu görüntülerin ortaya çıkmasının ardından damadı E.K.’nin serbest kalmasına tepki göstermiş ve üst mahkemeye itiraz etmiş...
İşsizlik ve kumar batağına saplanmış bir evliliği sorgularken, yaşamın paslı çarkında ölüme sürüklenen Suna’nın öyküsü artık Denizli’deki yargı kurumlarının elinde...
Yozlaşmanın tüm insanı değerleri çürüttüğü bir dünyada, en azından adaletin terazisi paslanmaya direniyordur!..
Mehmet Faraç/AYDINLIK
Yorum Gönder