Liberalleri korkutan adam: Vakur Kayador - Yener Güneş

Onun ölümü yalnızlığıydı sadece,
Şimdi kalabalıklara göç etti.
“Birde bu açıdan bak.”
Sakın ha, üzülme!
Öğretmenler gününü geride bıraktık. O anlamlı günde en sevdiğim öğretmenimi anlatmayı planlamıştım size, yetiştiremedim. Kısmet bugüneymiş. Hep yarım kalacak olan bir yazıdır okuyacağınız. Bu gözle okumanızı öneririm.
Kâğıda kâğıt demeyi ondan öğrendik
Bir entelektüelle olan arkadaşlığımızı anlatacağız size… Hayatını bilime, ülkesine ve öğrencilerine adamış bir yurtseverle buluşacaksınız. Belki size uzun gelecek, haklısınız, sanırım birazcık öyle. Ama ne yazarsak yazalım eksik kalan çok şey olacaktır…
Bu yazının yazılması yerine getirilmesi zor bir görevdir aynı zamanda. Anlatılan aydın, her satırda -öncesinde de sonrasında da- babacan tavırlarıyla, üzerimize titreyen yoldaşlığıyla yanı başımızdadır.
Bu yazının yazarı Vakur hocanın dersinden en kötü notları alan kişidir. Nedendir bilinmez, “kötü” notlarına rağmen hocanın üzerine titrediği bir öğrenci olmuştur hep. Mücadele bazen insanı derslerden alıkoyar, bunu en iyi o biliyordu. Onun gözünde ayrıcalıklı bir öğrenci olmanın sebebi de sanırım buydu. Beş yıllık öğrencilik hayatımız boyunca o ayrıcalığın doyumsuz zevkini yaşadık.
Vakur Kayador Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışıyordu. Vatan sevdalısı ve bağımsızlık düşkünü bir aydınımızdı…
Ondan çok şey öğrendik. En başta da güzel Türkçemizi doğru konuşmayı. Sinem ismini doğru söylemeyi ondan öğrendi. Yener de kâğıda kâğıt demeyi. * Eğilip bükülmemeyi de öyle.
Yoklama almazdı, hep kalabalık geçerdi dersleri. Not diye bir derdi de olmazdı kimsenin. Notla, yoklamayla otorite kurmaya çalışan hocalardan olmadı. Ufku çok genişti. O kadar çok şey bilir ve o kadar çok şeyi aynı anda anlatmak isterdi ki, hızına yetişemeyip yorulurduk.
Dünyaya ve hayata dair önemli bir beslenme kaynağımızdı… Onu öğrencileri olarak en son 14 Haziran 2010 tarihinde mezun olduğumuz gün gördük. “Yine görüşeceğiz hocam” demiştik. Öyle olmadı. Çok istememize rağmen, işlerimizin yoğunluğu engel oldu görüşmemize.
“Ankara fanatiği”
Ankaralı’ydı ve sıkı bir Ankara fanatiği idi. Ve tabi bir Ankara takımı olan Şekerspor’un renklerine gönül vermiştir. En sevdiği takımın atkısı odasında, masasının tam karşısında asılı durur. 1986 yılında taşınmıştır Eskişehir’e ama aradan 25 yıl geçmesine rağmen “ilk günkü kadar yabancı”sıdır o şehrin. O, Eskişehir’de bir yabancı olarak yaşamış ve bir yabancı gibi göçüp gitmiştir aramızdan…
Mezarı da o yabancısı olduğu şehirdedir. 12 Temmuz 2011 tarihinde toprağa verdik Kayador’u. Sadece vefalı 5-10 öğrencisi hazır bulundu cenazesinde. Hocanın cenazesi “apar topar” kaldırıldı.  Acaba bu acelenin nedeni hocamızın yalnızlığı mıydı? Kimsenin haberi olmadı onu kaybettiğimizden. Gece 02.00’da ölüm haberini öğrendik, ertesi gün öğle saatlerinde de toprağa verildiğini… Yetişebilen öğrencileri yanı başındaydı, yetişemeyenler de yüreğiyle oradaydı…
Bu dünyanın adamı değildi, vasiyet bırakmadı geride. Ama vasiyet gibi yazılar yazdı. Ankara’ya, aşığı olduğu kente gömülmek isterdi…
Büyük bir hüzün yaşadık gidişiyle. Zamansız bir terk ediş oldu bu… Kitap hazırlığı içerisindeydi, kitabını tamamlayamadan kaybettik onu, bir üzüntümüz de budur.
Son görevimizi yerine getirememenin burukluğu içerisindeyiz. İlk fırsatta gideceğiz, yine bir Çarşamba günü olacak hocayla görüşmemiz. Uzun uzun konuşacağız ayrılıklardan, politikadan, elbette futboldan ve havadan sudan…
Her sohbetimizde olduğu gibi, gene upuzun bir yolculuğa çıkıyormuş hissine kapılacağız, biliyoruz.

Sosyalist, yurtsever ve cumhuriyetçi
Yine kendi ifadeleriyle; “Ben ağızlara sakız edildiği ve liberallerce cılkı çıkarıldığı türden bir demokrasi havarisi değilim, sosyal demokrat ise hiç değilim. Ben bir yurtseverim…” Vakur Kayador sosyalisttir, yurtseverdir ve cumhuriyetçidir. Bütün bunların gereği olarak da örgütlüdür.
Yazmak en büyük eylemidir. Yüzlerce makalenin yazarıdır. Sayısız dergide yayınlanmıştır makaleleri. Adam Sanat, Bilim ve Ütopya, Papirüs, NPQ, Teori, Aydınlık, Sözcüler o dergilerden başlıcalarıdır. Uzunca bir süre Cumhuriyet Gazetesi, Ciddiyizbiz ve ODA TV’de de yazıları yer almıştır.
Kültür-Sanatla hep iç içedir. Sinema, politika ve en çok da edebiyat dergileri hep başucundaydı. Kazancının büyük bir kısmını dergilere ayırırdı.
“Sanattan nasibini alamamış bir hayat eksik bir hayattır” derdi hep. Picasso’nun resimlerini görmeden, Mozart’ı, Beethoven’ı dinlemeden, dünya klasiklerini okumadan tüketilen hayat yaşanılmış sayılmazdı ona göre.
Vakur Kayador, edebiyattan, sinemaya, spordan siyasete varana kadar çok çeşitli yazılar yazdı. O yazıların okunması en büyük mutluluğuydu. İnternet sitelerinde yayınlanan yazıların kaç kişi tarafından okunduğunu merak ederdi. O yazılara gelen yorumları büyük bir özenle okur, biriktirir ve her birine uzun uzun cevaplar verirdi. Sürekli, bildiklerini paylaşmak, fikirlerini savunmak, yazdıklarını da tartışmak isteği içerisindeydi.
Bir grup arkadaşımızla çıkardığımız Eskişehir Gençlik Dergisi Kampüs’ün de daimi yazarıydı. Kurulduğu günden itibaren her zaman TGB’lilerin yanında yer aldı. TGB ve ADD’de söyleşiler düzenledi.
Makaleleri kitaplaştırılmayı bekliyor. İsminin yaşatılabilmesi adına, bu işe öğrencileri olarak talibiz. Gelecek kuşakların onu tanıyabilmesi için bunu önemsiyoruz. Çağrımız bütün eşyalarını teslim alan akrabalarına. Siz yoktunuz belki ama biz her zaman yanı başındaydık hocamızın. O makaleler sizden çok bizim hakkımızdır. “Biz de mi kim oluyoruz?” Biz, o makalelerde anlatılan güzel yarınların mücadelesine adamış insanlarız kendimizi. Bizden sonraki nesillerin böyle büyük bir adamı görememesi, fikirlerini duyamaması gerçekten çok büyük bir kayıp olur… Anlayacağınızı umut ediyoruz…
Ödünsüz bir adam
“Vakur Kayador nasıl bir adamdı?” diye sorsalar, cevabımız “ödünsüz bir adamdı” olur. Tanıyanlar “biraz da geçimsizdi” diyeceklerdir. Evet,  öyleydi de. Ödünsüzlük kimi zaman geçimsiz olmayı gerektirir ne de olsa. O mektupta ödünsüzlüğü şu cümlelerle kayıtlara geçmiştir: “Kavgacı bir mizacım olmamasına karşın hiç uzlaşmacı birisi olmadım. Çünkü uzlaşmacılığın bireylere küçük gündelik kazançlar sağladığını ancak kurumları ve toplumları çürüttüğünü düşünmüşümdür her zaman.”İletişim Bilimleri Fakültesi’nin en sevilen, en cesur ve en birikimli hocasıydı. Kime sorarsanız bu böyledir. Ölmeden önce de böyleydi, öldükten sonra da böyle…
Öğrencileri kendisinden daha yüksek unvanlara sahip oldu ama o, onlarla yan yana çalışmaktan hiçbir zaman gocunmadı. Yüksünmek ve kibir ona göre şeyler değildi. İsminin önüne gelen sıfatların bir önemi yoktu onun için, o Vakur Kayador’du sadece.
Birikimiyle profesör olması gereken biriydi, ama hep engellendi. O, profesör vs. olmak için kimsenin eteğini öpmedi. Eğilip, büküldüğünü hiçbir zaman görmedik. Meslektaşlarına kocaman, aydınlık odalar bahşedilirken, o izbe, karanlık, tuvaletin yanı başındaki küçücük bir odada üretmeye devam etti. Fakültesindeki o izbe odada sabahlara kadar araştırır ve yazardı.
İşinde çok disiplinliydi. Bir ayağının yarısını kopardılar vücudundan; bana mısın demedi, devam etti görevine. Mevki, makam derdinde olanları, kibir müptelalarını ve tatlı su balıklarını hep küçümsedi. Çünkü o okyanusların adamıydı.
Cumhuriyet Gazetesi’nden ilk kovulanlardan
Hepiniz hatırlayacaksınız, bir dönem peş peşe Cumhuriyet Gazetesi’nde, Emin Gürses, İzzettin Önder, Korkut Boratav, Vakur Kayador ve Bertan Onaran’ın yazılarına son verilmişti. Boşalan yerlerin kimler tarafından doldurulduğu da malumunuz. Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yazılarına son verilmesi onun için kabul edilemez bir durumdu. Kabullenemiyordu. “Cumhuriyet’in gerçek sahipleri bizleriz, nasıl olur da yurtseverlere kapıları kapanır” demişti bir dersinde.
Yarım asırdır okuru olduğu, sekiz yıldır yazarı olduğu gazeteden kovulmasını gururuna yediremiyordu. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan İlhan Selçuk’a mektup yazdı.
Mektubunda da yer alır, yazılarına son verilmesinin sebebinin “gazeteye çöreklenen İbrahim Yıldız ekibi” olduğunu düşünüyordu. Ne yazık ki bu, sonucu değiştirmiyordu “Okuru değil, sponsorları ön plana alan gazete”, kapılarını Vakur Kayador’a kapatmıştı bir kere.
İlhan Selçuk’a yazdığı mektup şu ifadelerle son bulur “Öncelikle size uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum. Bunu gerçekten ve bütün içtenliğimle ifade ediyorum. Çünkü sizden sonra Cumhuriyet kalesinin de düşeceği kuşkusunu taşıyorum.”Mektuba İlhan Selçuk’un cevabı kısacıktır“Cumhuriyet de yanlış yapabilir.”Kayador, öğrencilerinin Ulusal Kanal ve Aydınlık’ta çalışmalarını çok isterdi. Birikimiyle öne çıkan her öğrencisine ayrı ayrı öneriler sundu bu konuda. Bu, hem öğrencilerinin orada kendilerini daha fazla geliştirebildiklerine inandığı içindi, hem de Türkiye’nin Ulusal Kanal’a ve Aydınlık’a ihtiyacı olduğunu düşündüğü için…
Liberalleri korkutan bir birikim
Bizim bölümde (Basın ve Yayın) son sene bitirme tezi hazırlanır. Başka hocadan tez dersi almasına engel olduğu öğrencisinden 27 Mayıs 1960 devrimini incelemesini ister. 27 Mayıs’ın Ulus Gazetesi’nde yer alış biçimi tez sunumunda olabildiğince anlatılır. Okulun liberalleri sorularıyla köşeye sıkıştırabilirler düşüncesiyle, gelmesi muhtemel sorulara etraflıca hazırlanmıştır tez sunumunu yapan öğrenci. Ama sunumuna hiçbirinden en ufak bir itiraz gelmez. Üstelik tez bitiminde teşekkür bile etmişlerdir.
Herkes çok iyi biliyor ki Vakur Kayador, bir aksilik olsa ve o gün o salona gelmemiş olsaydı üzerine çullanırlardı o öğrencinin. Öğrenci, Vakur Kayador’un orada oluşu sayesinde, kaynar kazana atılmaktan kurtulmuştur.
Bizce, Vakur Kayador’dan korkmuşlar ve soru sormaya niyetlenememişlerdi. Onların korktuğu şey Vakur Kayador’un gücü kuvveti değildi. Rezil olmaktan korktular. Kimse onunla aşık atamazdı. Fikirleriyle, birikimiyle döverdi adamı. Zaten fikirlerimizi çıkarınca biraz kıl, biraz da et, kemik değil midir varlığımız.
Bıraktığı görev
Yakında mezarını ziyarete gideceğiz ve şunları söyleyeceğiz ona:
Bir Çarşamba günü geldik yine hocam, uzun zaman oldu biliyoruz, ama bağışlayacaksınız her zaman olduğu gibi… Zor bir görev bıraktınız geride. Doldurulması oldukça zor bir boşluk. Örgütlü, onurlu ve başı dik bir aydın oldunuz. Sizden çok şey öğrendik ve her şey için çok teşekkür ederiz.”Onunla aynı safta olmanın mutluluğunu yaşadık hep. Sanırım en sevdiği öğrencileriydik. Her şeyden de önce mücadele arkadaşımızdı… Çünkü Deniz Yıldırım’ın ifadesiyle “Yalnız bir kavgayı paylaşanlar arkadaş olabilirler.”Nöbet sırası öğrencilerinde

Onu hayata bağlayan şey, okul ve öğrencileriydi. Bu dünyadan göçmek için ders bitiş zilinin çalmasını bekledi. Nöbet sırası şimdi öğrencilerinde. Bakalım hakkını verebilecek miyiz?
Bir sözümüz de mücadelenin seyircisi konumunda olan ve onun gösterdiği cesareti gösteremeyen bir kısım öğrencisine. Bakalım izinden gidecek cesareti gösterebilecek misiniz?
Biz TGB’li (“ayrıcalıklı”) öğrencileri olarak,  izinden yürümeye, bu ayrıcalıklı mücadelenin neferleri olmaya devam edeceğiz.
Işıklar içinde uyu sevgili öğretmenimiz.
Not: Yazının en başında “Hep yarım kalacak olan bir yazıdır okuyacağınız” demiştik. Bir arkadaşımız uyardı “sevdalarından bahsetmemişsin hiç”.  Belki başka bir yazıda sevdalarını da yazarız…
* Pek çok Antalyalı Salı yerine Saalı, hakem yerine haaakem der. Antalyalılar ‘a’larla hep problemlidir öteden beri.

Yener Güneş/TGB Genel Sekreteri

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget