1978 Aralık ayı sonlarında, Kahramanmaraş’ta, kirli ellerin kotardığı trajik olaylar yaşandı. Yoksul ve dindar insanlar karanlık siyasi emellerle insanlık dışı bir kıyıma alet ve kurban edildiler. Şehir savaş alanına döndü. Hükümet olayları yatıştırmakta yetersiz kaldı. Resmi kayıtlara göre,116 kişi öldürüldü. Alevi yurttaşların işyerlerine, evlerine saldırıldı, kadınlara tecavüz edildi, gebelerin karnı deşildi, ceninler ağaçlara çivilendi. Bu vahşet ve çılgınlık mezhep çatışması gibi gösterilmeye çalışıldı, ama asıl amaç ülkeyi kaosa sürüklemekti. Dış-iç gizli yapıların rolü zaman içinde anlaşıldı ancak gerçek planlayıcı ve failler ortaya çıkarılmadı.
Olaylardan sonra bölgede sıkıyönetim ilan edildi. 12 Eylül’e giden yolun taşları döşeniyordu. Kahramanmaraş’a gidip, neyin nasıl olduğuna bakma isteğim bir yıl sonra netleşti. Yazarlığımı sınamak için Maraş’ı yazmak, bu işe araştırma yaparak girişmek istiyordum. Tek başıma, bir gece otobüsüne atlayıp Maraş’a gittim.
Benimle ilgilenecek avukata ulaşamadım. Yardımcısı kıyıma uğrayan Alevi mağdurların güvenlik kaygısıyla köylere göçtüklerini söyledi ve bir köy adı vererek beni dolmuş durağına gönderdi. Minibüsü beklerken umutsuzdum ve yabancı bir görünüm çiziyordum. Durağa gelen yaşlıca bir yerli kadının ilgisini çektim. Amacımı öğrenince, beni korumasına alarak köye, evine götürdü. Yarım saat sonra da ev onlarca kişiyle doldu. O gece onların anlattıklarına inanmakta güçlük çektim. Sonra beni birbirlerine emanet ederek, on günde on köy dolaştırdılar. Yoksul sofralarına konuk oldum, kaldıkları tek göz odalarda onlarla birlikte yattım. Üzerime en güzel yorganlarını örttüler. O güne kadar böyle bir yokluk, çaresizlik ve içtenlik görmemiştim. Hikâyelerini can kulağıyla dinledim, dillerinin özgün, acılı tınısını belleğime yazdım.
Ankara’ya döndüğümde müdahil avukatlardan aldığım duruşma tutanaklarının kırk klasör kadar tutan tanık ifadelerini okudum. Dikkatimi çeken, kadınların o beş günü ayrıntıcı, davacı bir tutumla aktarmalarıydı. Savaş ve kıyımların asıl kurbanları oldukları için erkeklerden daha yürekliydiler belki de. Bu yüzden yazdığım dokuz öyküden yedisinin kahramanı kadın oldu. Doğrudan yer-zaman belirtmeyip yerel işaretler kullanmaya ve her öyküde olayların bir başka yönüne odaklanmaya çalıştım. Kitap 12 Eylül’ün en koyu döneminde bitti. O ara Aydınlar Dilekçesi davasından da yargılanmakta olduğumdan iki yıl basılamadı, bekledi. 1984’te yayımlandığında küçük bir çevreye ulaşsa da etkisi geniş oldu. O günden bu yana en az okunan eserim oluşuna ise üzülmedim. Yazdığım daha uzun zaman gündemde kalacak bir soruna, mezhep ayrımının kasıtlı siyasi kullanımına eğilen bir kitaptı çünkü.
***
“Kıran Resimleri”nde, yüzyıllar boyu bir arada yaşamış, komşu, hısım olmuş insanların birkaç günde nasıl hasım ve birbirine düşman hale getirildiğine ve bunun kimin işine yaradığına baktım. Bu kanlı oyunun 33. yıldönümünde -sevmediğim halde- kendi eserimden söz edişim ise edebiyatın bir insan acıları tarihi olduğunu hatırlatmak, Maraş’ın unutulmadığını ve unutulmaması gerektiğini vurgulamak için.
***
İnci Aral / Kıran Resimleri
Turkuvaz Kitap / 2008
İnci Aral/Cumhuriyet
Yorum Gönder