Devlet yetkilileri, İmralı'daki “müzakereler” sırasında Suriye'de her evde teröristbaşının resimlerinin asılı olduğunu adeta övünerek anlattı.
PYD'nin başı Salih Müslim'in cep telefonunun teröristbaşının resmiyle açıldığı konuşuldu.
PYD'nin Kobani'yi ele geçirmesi sırasında Barzani Peşmergeleri, Türkiye topraklarından davul zurnayla, “Biji Obama” sloganları atarak yardıma gitti.
Salih Müslim defalarca Türkiye'de ağırlandı, Dışişleri Bakanlığı ve MİT'le muhatap edildi.
Bu tabloyu, Barzani'ye yakınlığıyla bilinen “Suriye Kürtlerinin Geleceği Hareketi Başkanı” Siamend Hajo'nun 7 ay önceki şu açıklamasıyla toparlayalım:
“2013 başında Erdoğan’ın siyasi danışmanlarından biriyle görüştüm. O dönem PKK’nın Suriye’de beş, altı bin savaşçısı vardı. Bunun bir tehlike olduğunu anlattım. Türkiye çok uzun süre bu tehlikeyi görmezden geldi. Salih Müslim’le Türkiye’de görüştüler. YPG için silah geçişlerine göz yumdular. O dönem Ankara’da şu görüş vardı; 'Abdullah Öcalan bizde. YPG’yi de bu sayede kontrol edebiliriz. Öcalan’a söyleriz YPG’yi durdurur'.”
Barzani-PKK arasındaki “egemenlik çatışmasında” Barzani'nin tarafında yer alındığı için ya da ayan beyan kurulan “Kürt koridoru” tehlikesiyle ayıkma mıdır bilinmez; PYD ile ilişkiler kesildi, “terör örgütü” dendi ve “Kürt koridorunu” engellemek üzere Fırat Kalkanı operasyonuyla Suriye'ye girildi.
ABD veya diğer Batılı müttefik ordularının Suriye'ye gönderilmesine karşı olan Obama yönetiminin Türkiye'den beklentileri belliydi:
- PYD/YPG'yi tanıyın.
- Suriye'de sadece IŞİD'le mücadele edin.
Bu konularda Ankara ve Washington arasındaki şiddetli “demeç” yarışlarını, ABD'nin pervasızlığını uzun uzun anlatmaya
Ve
PYD'nin Avrupa'nın birçok ülkesinde ve nihayet Rusya'da da ofis açtığını, bunun üzerine Erdoğan'ın Rusya'ya, “Terör bumerang gibi sizi de vurur” diye kızdığını hatırlatmaya gerek yok.
Fırat Kalkanı operasyonu 15 Temmuz darbesinden kısa bir süre sonra başladı. Yandaşlar, operasyonun çok önceden planlandığını, ancak “FETÖ'cü askerlerin engel çıkardığını” öne sürdü. İktidar yetkilileri de benzer imalarda bulundu.
Gerçeği ise Suriye'ye gidip, PKK/PYD'den plaket alan Obama'nın IŞİD'le Mücadele Özel Temsilcisi McGurk’tan öğrendik. “Türkiye DEAŞ'a karşı savaşıyor ve kayıp veriyor. Uzun süredir onları bu konuda teşvik ediyorduk. Sonunda oradalar ve birlikte yapıyoruz” diyen McGurk, “15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye'nin bölge politikalarına yaklaşımını değiştirdiğini” de vurguladı.
-Umudumuz Trump'ın Planları-
Obama'dan kurtulduk. Ankara'nın “umudu” Trump'tı; İlk işi McGurk'un görevine devam etmesini istemek oldu.
Peki Trump'un PYD/YPG'ye bakışı ne?
Daha seçilmeden, “Kürtlere hayran olduğunu” açıkladı. Erdoğan'ın tavrı ve tepkisi hatırlatılınca da, “Eğer onları bir araya getirebilirsek bununla başa çıkabiliriz. Kürt savaşçılarının da fanatiğiyim. Ayrıca Türkiye ile yakın ilişkilerimiz var. Eğer Suriye’deki Kürtlerle Türkleri bir araya getirmeyi başarabilirsek gerçekten harika olur” dedi.
Ulusal Güvenlik Danışmanı General Mike Flynn ise Trump'ın Kürtlere büyük önem verdiğini, önümüzdeki dönemde destek noktasında yeni gelişmeler kaydedileceğini belirtip açıkça şunları söyledi:
“Bana göre yeni bir Orta Doğu şekillenecek ve Irak ile Suriye bütünlüğünü koruyamayıp dağılacak. Orta Doğu’da üç veya dört yeni devletin doğacağı kanaatindeyim ve gelecekte bir bağımsız Kürdistan’ı göreceğimizi söyleyebiliriz.”
Bir kişi değişince her şeyin değişeceğini, Trump geldi diye ABD'nin 100 yıldır yatırım yaptığı projeden vazgeçeceğini zanneden veya millette böyle bir algı yaratmaya çalışanlar için ne büyük hüsran değil mi?
-Rusya da mı Aldattı?-
Görünürde Obama'yla ara bozulunca Ankara, PYD/YPG konusunda ABD'den hiç de farklı düşünmeyen Rusya'ya yanaştı.
İran ve Rusya'yla birlikte Suriye'de ateşkes için Moskova deklarasyonu imzalandı. Ne tuhaftır, uğruna Suriye'ye girdiğimiz PYD/YPG'yle mücadele bu deklarasyonda yer almadı.
Ardından geçtiğimiz günlerde Suriye yönetimi ile muhalifleri biraraya getiren Astana Zirvesi'ne gidildi. Türkiye'nin itirazı üzerine toplantıya PYD/YPG'nin çağrılmadığı bildirildi. PYD/YPG de alınacak kararları tanımayacağını duyurdu.
Astana bildirisinde de PYD/YPG ile mücadeleye yer verilmediği gibi, Rusya'nın muhaliflere sunduğu anayasa taslağında “Kürtlere özerklik ve özerk bölgede Kürtçe'nin ana dil” olmasının yer aldığı ortaya çıktı.
Dahası Zirveden sonra Rusya'nın eş başkan Asya Abdullah ile Fransa Temsilcisinin de aralarında olduğu PYD heyetini Moskova'ya çağırdığı, heyetin Dışişleri Bakanı Lavrov ile görüşeceği açıklandı.
ABD'nin geçiş döneminde Türkiye'yi Rusya'ya havale ettiği, PYD projesinin tıkır tıkır yürüdüğü, özetle Rusya'nın da Ankara'yı “aldattığı” ortada.
Bu kısmı, Afrika'dan dönerken Astana Zirvesi ile ilgili bir soru üzerine Erdoğan'ın gösterdiği tavırla bitirelim. Gazetecilerin, “Astana’da DEAŞ ve El Nusra’ya karşı ortak mücadele vurgusu varken, PYD ve Hizbullah gibi farklı unsurlarla ilgili vurgu olmadığını” hatırlatması üzerine Erdoğan, soruyu Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun cevaplandırmasını istemiş. O da, “YPG ile mücadele konusunda İran’ın da Rusya’nın da ABD’ye kıyasla daha ılımlı olduklarını biliyoruz. Rusya’nın ve özellikle İran’ın YPG’ye ne kadar karşı olduklarını da biliyoruz” demiş.
Erdoğan'ın suskunluğu ne kadar ilginç, Çavuşoğlu'nun cevabı ne kadar yüzeysel, değil mi?
-Hulusi Akar'ın 10 Gün Önceki Tepkisi-
PYD/YPG ile mücadele olarak başlayan Fırat Kalkanı Operasyonu IŞİD'le mücadeleye dönüştü. Erdoğan 3 ay önce El Bab'dan sonra Rakka'ya girileceğini söyledi.
Bu arada ABD ve diğer müttefiklerin, IŞİD'le mücadelemizde havadan bile destek vermediği itiraf edildi.
Pentagon ise Obama döneminde de sonrasında da; “PYD/YPG'ye dokunmamamız... Hatta operasyonu PYD/YPG ile birlikte yapmamız” diye özetlenebilecek destek şartlarını değiştirmedi.
Ocak ayı ortasında Suudi Arabistan'ın Başkenti Riyad'da, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 14 ülkenin genelkurmay başkanının katılımıyla “DEAŞ ile Mücadele İttifakı Toplantısı” vardı.
Adı üzerinde, fazla söze hacet yok; Burada da PYD/YPG'yle mücadelenin adı geçmedi. Yayınlanan bildiride, “Katılımcı ülkelerin Türkiye'nin Suriye'de IŞİD'e karşı yürüttüğü Fırat Kalkanı Harekatı'na destek verdiği” belirtildi.
İşte bu toplantı ve ardından yapılan NATO Genelkurmay Başkanları toplantısından Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın bir tepkisi medyaya yansıdı. Aktarılan bilgilere göre Akar, ABD liderliğindeki koalisyonun Türkiye’nin Suriye sınırından 20 km’den daha derine inmesine karşı olan tutumuna tepki gösterip, “DEAŞ 20 km’ye kadar terör örgütü de 20 km’den sonra başka bir şey mi? Başka bir oluşuma mı dönüyor? Hayır, DEAŞ, her yerde DEAŞ. Irak’ta da DEAŞ, Suriye’de de DEAŞ. DEAŞ’la en etkin mücadeleyi yürüten TSK’ya destek verilmemesi müttefiklikte sıkıntı yaratıyor” demişti.
Özetle Akar, Türkiye'nin “Daha derinlere inmek istediği” mesajını vermişti.
Şimdi bir de Erdoğan'ın Afrika gezisinden dönerken beraberindeki gazetecilere yaptığı açıklamaya bakalım. Erdoğan önce El Bab'daki durumu şöyle anlattı:
“El Bab şu anda dört bir yanından kuşatılmış vaziyette. Orada TSK’nın sivil halka zarar vermeme hassasiyeti var. DEAŞ, orada ciddi kan kaybında. Biz çalışmalarımızı koalisyon güçleri ile beraber yürütüyoruz. Zaman zaman Rusya’nın da desteği oluyor. Sivillere zarar vermeme hassasiyetimiz nedeniyle bir zaman kaybımız var. Dönünce Başbakan ve TSK ile bu konuları yine değerlendireceğiz.”
Ardından, “El Bab’da rejimle de karşı karşıya gelme ihtimalimiz olabilir mi?” şeklindeki bir soru üzerine şunları söyledi:
“Rejimle zaten karşı karşıyayız. Cerablus’ta da karşı karşıya kaldık, El Rai’de de, Dabık’ta da kaldık. Görünen değildi, maşa kullandı. Mesela Afrin uzantısında PYD devredeydi, YPG devredeydi. ABD’nin verdiği silahlar nereye gitti? PYD, YPG hatta DEAŞ’a gitti. Ama benim temennim odur ki Cenevre süreci, Astana’da başlatılan süreç, inşallah rejimi olumlu bir noktaya çeker ve El Bab hallolmuş olur. El Bab’da bundan sonraki süreçte süratle mesafe almak suretiyle oradaki işi bitirmek, daha derinliğine gitmemek lazım. Yapılan çalışma bu istikamettedir.”
“El Bab'dan sonra Rakka'ya girmek, 20 km'den öteye inmekten” bahsederken, “İşi El Bab'da bitirme... Daha derinliğe gitmeme” noktasına gelmek...
Bu büyük ve hızlı dönüşün sebebi “Astana başarısı” olamayacağına göre, ne ola ki?!.
Türkiye Cumhur-Başkan referandumuna kilitlenmişken, Suriye'deki gidişatın farkında mıyız?
Müyesser YILDIZ
27 Ocak 2017
Yorum Gönder