“Bu Hesap Sorulmaz mı” Panelinde Sabih Kanadoğlunun Konuşması

Adalet ve Demokrasi Haftası Kapsamında Sosyal Demokrasi Derneği tarafından düzenlenen “Bu Hesap Sorulmaz mı” ana temalı, “zor yıllar” konulu panel düzenlendi

Uğur Mumcu’nun evinin önünde menfur bir suikastla yaşamını yitirdiğinin 24. Yıldönümü anısına, Adalet ve Demokrasi Haftası Kapsamında Sosyal Demokrasi Derneği tarafından düzenlenen “Bu Hesap Sorulmaz mı” ana temalı, “zor yıllar” konulu panel düzenlendi.
Panele Sabih Kanadoğlu, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül konuşmacı olarak katıldılar. Paneli Yöneten Sosyal Demokrasi Derneği Genel Başkanı Atila Candır’dı. İlkin konuşmayı yapan Sabih Kanadoğlu konuşurken salondakiler adeta nefes almadan dinliyorlardı. Anma etkinliklerinin devam ettiği bu haftada, ülke demokrasisinin elden gitmek üzere olduğu şu günlerde arka arkaya konferanslarda birbirinden değerli konuşmacıların uyarıcı, aydınlatıcı konuşmalarının hepsini size aktarmak isterdim.
“Bu Hesap Sorulmaz mı” Panelinde Sabih Kanadoğlunun Konuşması

Bu panelde Sabih Kanadoğlu şunları söyledi:
“-Gazeteci, yazar, araştırmacı, ulusalcı Kalpaksız Kuvacı sevgili Uğur Mumcu’yu özlemle, sevgiyle, saygıyla ve en önemlisi unutmadığımız da ortaya koymak üzere toplandık. Ondan çok şey öğrendik ve hala öğrenmeye devam ediyoruz. Dediği gibi “halkım bizi unutma” diyordu. Halkı onu unutmadı.
Sözlerime başlarken size bir soru sormak istiyorum. İçinizde yapılması kesinleşen halk oylamasında evet oyu kullanmayı kararlaştıran veya düşünen hiç arkadaşımız var mı? (salondan hiç kimse evet demedi). “Bu sorunun cevabı herhalde burada da hayır olacak, o zaman hiç ayrıntılara girmeden üzerinde durulması gerekli gördüğüm konulara girmek istiyorum. Evet, doğrudur, gerçekte nasıl bir sonuç alınacağı TBMM inin komisyonunda ve genel kurulda nasıl bir sonuç ortaya çıkacağı belli idi. Gönül isterdi ki, daha o tarihte çıkacak olan bu sonuca şimdiden önlem alınsın ve ancak halkla yüz yüze, ona giderek ne yapılmak istendiğini o tarihte başlansaydı. Bunu tabi sevgili Özgür Bey’in yanında çok rahat bir şekilde de ifade edeyim. 130 milletvekilinin komisyona toplamanın her halde bir zaman kaybından başka bir şey olmayacağı belliydi. Şimdi okuyoruz, dinliyoruz, şimdi belirli bir şekilde bir takım kurulların kurulacağı ve halka gidileceği onun hesabına başlandığı ve birtakım planlar yapılmağa çalışıldığını öğrenirdik. Keşke o tarihte başlatsaydı. Çok kısa bir süremiz var ve bu süre çok iyi kullanılması olan bir süre. Çünkü eğer daha önceki halk oylamasındaki yanlışlıklar göz önüne alınırsa, BU iki ayın ne kadar önemli olduğunu anlarız. Bunun bir seçim olmadığını halka iyice anlatmak lazım; yapılmak istenilen değişikliklerin ülkeyi nereye götürebileceğini anlatmak lazım.
Bu bir seçim olmadığına göre, siyasi partiler arasındaki bir mücadele olmadığına göre, herhalde yapılması gereken şey, halka neye, niçin, nasıl yapılmak istendiğini ve gerçekleşirse, Türkiye’nin ne hale geleceğini anlatmaktan geçiyor. Bu konuda belirli bir milletvekilleri arkadaşların başkanlık edeceği gençleri, kadınlarımızı bu kurulların içerisinde görevlendirmek gerekiyor.
Eğer siz o gençlerimizi ve kadınlarımızı kendiliğinden ortaya çıkan şu maçlardaki statlardaki ve belirli bir şekilde kapalı spor alanlarındaki o sesleri hatırlarsanız, onları belirli bir göreve davet etme çabasını da gösterirseniz, mutlaka karşılığını bulacaksınız. Çünkü kendiliğinden eğer bir İzmir Marşı söylenmeye başlanıyor ise, aslında söylemekten korkulduğu için de ama onu aşarak, “Türkiye laiktir laik kalacaktır” diye binler bağırıyor ise, bu aslında size yapılmış bir çağrıdır. Bu çağrıya cevap verir. Sizin etrafınızda o gençleri, kadınları toplayabilirseniz, ona uygun kurullar meydana getirir seniz ve halka bunlar giderlerse ve bu gidenlerin içerisinde eskimiş, yozlaşmış çehreleri de hazır bulundurmazsanız, koymazsanız ki CHP de genç, işte solumda oturan Özgür Bey gibi, Aykut Bey gibi, Hüsnü Bey gibi, Haluk Bey gibi çok değerli arkadaşlar var. Bunların başkanlığında kurulacak bu tür kurullar, herhalde yayıldığı zaman halkın içine her şeyi anlatma imkânını bulacaklardır.
Bu iki ay gaz yapılmaması gereken aylardır. Çünkü ana muhalefetin bir sıkıntısı da kendi seçmenini sandığa götürememektedir, burada yatmaktadır. Bu nasıl yenilir. “Tıpış tıpış” sözleri nasıl unutturulur. “Laiklik tehlikede değildir” sözü nasıl bir yanlışlık eseri olduğu anlatılabilir. Bunların üzerinde durup gazdan kaçınmak gerekmektedir. Çünkü gün o gün değildir.
Şimdi elbette ki hepimiz “hayır” için toplandığımıza göre, bu “hayır” ın nasıl ortaya çıkabileceğini de hesap etmemiz lazım. Çünkü “zor günler” dedi Atilla Bey, çok doğru söyledi. Gerçekten zor günler. Neden “zor günler”? Çünkü fiili durum yaratan ve “fiili duruma hukuki kılıf yapılsın” diyen bir muhalefet partisiyle ortak hareket eden bir siyasi iktidara karşıyız. Bu siyasi iktidar, bütün devlet gücünü hiç kuşkunuz olmasın, bu halk oylamasında kullanacaktır. O halde mademki böyle bir güçle karşılaşılacaktır ve etmiş olduğu tarafsızlık yeminini daha önceki seçimlerde ki buna Cumhurbaşkanlığı seçimi de dâhil, ortaya koyan muhterem belirli bir şekilde yine sahneye çıkacaktır ki sözcüsü bunu rahat bir şekilde açıkladı. Devletin bütün gücü derken, maddi olanakları da buna ekleyelim.

TÜRKİYE’DE SEÇİM GÜVENLİĞİ YOKTUR.
Ama en kötüsü yıllardır dilimde tüy bittiği için bir daha tekrarlayayım, Türkiye’de seçim güvenliği yoktur.
Bakın size bir rakam vereyim, Yüksek Seçim Kurulu’nun üç üyesi dokuz il seçim kurulu başkanı, 45 il seçim kurulu üyesi ve 143 ilçe seçim kurulu üyesi, seçim kurlu başkanı Fetö ye intisap nedeni ile veya intisap diyelim, meslekten ihraç edilmiştir. Şimdi onların yerine kimin geçtiği konusunda hiçbir bilgimiz yoktur. Ama benim söylemek istediğim şudur, Anayasaya rağmen seçmen kütüklerini İçişlerine Bakanlığına bağlı bir genel müdürlük düzenliyorsa, oylar hele sessiz sistemiyle belirli bir şekilde Adalet Bakanlığına bağlı UYAP tarafından toplanıyorsa oradan çıkacak sonuçların seçim güvenliğini ortadan kaldıracağı konusunda kuşkumuz vardır.
O halde yine ana yine Ana Muhalefet Partisi’nin bu halk oylaması günüdeki sandık güvenliğini ve ötesinde seçimin bütününün güvenliğini her şeyin önünde tutması gerekmektedir. BU itibarla yine yetecek bir zaman var mıdır sorusu, artık bu günden başlayarak demeye bizi götürmektedir. Şimdi bu kabul edilen yasanın, çünkü tekliften yasa haline geçti, bunun Anayasa değişikliği ile Anayasa haline gelmemesi için neler yapılması lazım geldiğini kendime göre bir açıklama yapmaya başlayacağım. Bu anayasa değişikliğinde önemli gördüğüm yönleri belirteceğim.
Şöyle baktığımız zaman, bence en önemli değişiklik hiç kuşku duymuyorum ki, Anayasanın 101. Maddesinin son fırkasında yer alan “parti ile ilişiği kesilir” ibaresinin oradan çıkarılmasıdır. Bu ibarenin çıkarılmasıyla artık tarafsız Cumhurbaşkanı, aslında oraya da değineceğim, böyle bir cumhurbaşkanı olmaz zaten; böyle bir cumhurbaşkanı olmayacağına göre, demek ki partili bir cumhurbaşkanımız olacaktır. Partiye üye olacaktır ve yine açıkladıklarına göre çok kısa bir süre içerisinde partinin genel başkanı olacaktır. Şimdi bu genel başkan cumhurbaşkanının yargı ve silahlı kuvvetler üzerindeki etkisini ve bunun ortaya çıkaracağı manzarayı anlatmağa çalışıyorum.

SEÇİLECEK PARTİLİ BAŞKAN-CUMHURBAŞKANI ÜÇ ERKE DE HAKİM OLACAK
Şimdi genel başkan aynı zamanda siyasi iktidarın başı, genel başkan ve cumhurbaşkanı, yargıda neler yapabilecektir. Anayasa mahkemesinin 15 üyesinin 12 sini kendisi seçecektir. Şimdi düşünebilir misiniz ki, siyasi partinin başkanı, genel başkanı Anayasa mahkemesine, yani gerektiğinde ki o gerekmede zaten gerçekleşmesi mümkün olmayan bir rakamlara getirilmiştir. Çünkü sorumlu olan başbakanın belirli biçimde yüce divana sevki için bu gün soruşturma açılmasını istemek için 55 vekil yeter iken, şimdi 301 milletvekili gerekmektedir ve sevki için de 400 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Ama böyle bir şey gerçekleşse dahi, oluşan yüce divandaki 12 üye kendisi tarafından seçilecektir, üç üye zaten egemen olduğu yasama tarafından anayasa mahkemesine gidecektir. İş burada bitmiyor, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunu çok isabetli bir kararla yükseği kaldırıp sadece kurul haline getirdiler, zaten öyle yüksek kurul olamaz çünkü. Orada yine şöyle bir hesap edelim. 6 üye doğrudan kendisi tarafından seçilecektir. Biri Adalet Bakanı, biri de onun müsteşarı olmak üzere 4 ü de istediği kişileri seçmek kaydıyla. Diğer yedisi çok bir şekilde Anayasa ve Adalet komisyonlarının oluşturduğu kurula aday diye başvurulabilinecektir ve bu kurulun seçtiği adaylar içerisinden meclis tarafından seçilecektir. Oraya egemen olan da, yine siyasi parti genel başkanı ve cumhurbaşkanı olan zattır.
Bu kurulan hâkimler ve Savcılar Kurulu Yargıtay’ın bütün üyelerini seçecektir. Danıştayın dörtte birini Cumhurbaşkanı, kalanını bu kurul seçecektir. Şimdi böyle bir yargının ülkede nasıl bir güven doğurabileceğini şöyle bir düşünün. Oraya Cumhurbaşkanının seçtiği her üye belirli bir şekilde vatandaşlar tarafından genel başkan yani siyasi partinin genel başkanının seçtiği kişiler gibi olu verilecektir. Bu yargının içerisine siyasetin girmesinin son resmi olur.
Böyle bir yargıdan nasıl bir adalet hissi doğacağını sizin inisiyatifine bırakıyorum. Bu yargı gerçekte hukuk devletinin bağımsızlığıyla tek teminatı olmalıdır. Eğer yasama, yürütme ve yargı tek bir kişinin elindeyse ki partili cumhurbaşkanıdır, bu rejim zaten belirli bir şekilde artık bir demokratik rejim olmaktan çıkar ve sadece ve sadece bunun adı dikta rejimi olur.
Ama asıl benim üzerinde çok durduğum, TV programlarında b ir kaç defa söylediğim ve ODA TV deki röportajda da ortaya çıkan bir değerlendirmem var. Değerlendirmem şu: Bu anayasa değişikliğinden önce, her şeyden önce OHAL kanun hükmündeki kararnamelerin 669 ve 681 sayılı kararnamelere bakmak lazımdır. Şimdi bu 669 sayılı kararname kuvvet komutanlarının atanmalarını ve görevden alınmalarını müşterek kararnameye bağladı. Bu müşterek kararname çıkarken Genel Kurmay Başkanından herhangi bir düşünce gerekmiyor. Milli Savunma Bakanının imzası, inhası başbakanın imzası ve Cumhurbaşkanının onayıyla Kuvvet Komutanları atanıyor ve bu şekilde görevden alınabiliyor. Şimdi Milli Savunma Bakanı dediğimizin belirli bir kabul olursa, eve çıkarsa sadece bir sekreterden ibaret kaldığını düşünün. Başbakanın kaldırıldığını düşünün
“Bu Hesap Sorulmaz mı” Panelinde Sabih Kanadoğlunun Konuşması

EĞER ORDUNUN İÇİNE SİYASET GİRMİŞSE O ORDUDAN HAYIR BEKLEMEYİN.
Yani bu atama, görevden alma kuvvet komutanlarının sadece ve sadece Cumhurbaşkanına ait olduğunu kabul etmek zorunluluğu çıkar. Bu yetmez ama çünkü arkasından gelen 681 sayılı Kanun hükmündeki kararnamenin (KHK)  asıl can alıcı noktası buradadır. Biz az önce söyledik, kuvvet komutanları belirli şekilde atamalarını, görevden almalarını açıkladım. Ama asıl felaket bundan sonra başlıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı ve başbakan ki başbakan yok bundan sonra, belirli bir şekilde bu kuvvet komutanlarından istediği bilgiyi isteme ve onlara emir talimat verme yetkisini kazanmıştır ve bu şekilde kuvvet komutanları ve birlik komutanları Cumhurbaşkanı ve başbakandan alacakları talimatı hiçbir yerin onayı aramadan yerine getirmek zorundadırlar. Genel Kurmay Başkanı gene yoktur. Yani Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu gün belirli bir şekilde emir ve kumanda zinciri ortadan kaldırılmıştır. Emir ve kumada zincirinin kaldırılmasının ortaya çıkaracağı felaket gerçekte bir de Cumhurbaşkanının tarafsız değil siyasi iktidarı temsil eden bir siyasi partinin genel başkanı olduğunu düşünürseniz ortaya çıkacak manzara çok daha vahim görünecektir.
Ben Rumeliliyim; Rumeli olmanın hepimizde bıraktığı acılar vardır. Biz yüz beş yıl önce Rumeli’yi kaybettik. Neden kaybettik? Ordunun içerisine siyaset girdiği için kaybettik. Eğer bir ordunun içerisine siyaset giriyor ise o ordudan hayır beklemeyiniz. Ordu savaşamaz, o ordu zafer kazanamaz. Şimdi şöyle düşünelim. İktidardaki herhangi bir partinin genel başkanı Kuvvet komutanlarına emir ve talimat verme durumuna giriyor ise, genelkurmay başkanı dediğimiz zat, esasen zaten orada hangi amaçla bulundurulduğu, orada görevlendirildiği soru işareti olan durumdaki bir zatsa ve en ufak bir itirazı da ortaya çıkmamışsa o zaman şöyle düşünmemizde herhalde zaruret vardır. Bu olay daha anayasa değişikliği yasalaşmadan, hatta ortaya atılmış olan KHK namelerin eseridir. Öylesine hesaplanmış ki bu, işte o tarihte tarafsız bir cumhurbaşkanının belirli şekilde emir ve talimat vermesi durumunu dahi bu nasıl iştir diye karşıladığımız olay, şimdi taraf olan bir siyasi partinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı tarafından yapılacaksa aslında o silahlı kuvvetlerin içerisine siyaset sokmanın ta kendisidir. Bu Türkiye’nin geleceği için bir tehlikedir. Bir vahamettir, ama bakıyorum buna dokunan da hiç kimse yoktur. Bilmiyorum hiç duydunuz mu böyle bir silahlı kuvvetlerin düşürüldüğü hale bir bilginiz var mı? Öyle bir şey olabilir mi? Türk silahlı kuvvetlerini bir tehlike bekliyor derken, asıl TC ni bir tehlike bekliyor demektir. Onun için asıl üzerinde durmamız gereken nokta budur.
İçinde bulunduğumuz stratejik durum, bizi ayakta tutabilecek tek gücün ortadan kaldırılması sonucunu doğuruyor ise bu Türkiye için en büyük vahamettir. Çünkü Türkiye’yi bu gün ayakta tutabilecek tek güç Türk Silahlı kuvvetleridir. Türk Silahlı kuvvetlerini ısrarla ta Ergenekon, Balyozdan Askeri Casusluktan başlayarak Fetö’yle devam eden ve bütün bu sorumlulukları taşıdıkları halde üzerine “ne istediniz de vermedik” diyebilen ama yine üste çıkmayı başaran siyasi iktidara karşı, şimdi ortaya çıkan bu felaket manzaranın halka anlatılması gerekmektedir. Şarttır. Onun için şöyle düşünüyorum, ama şunu ifade edeyim, ne yapılabilir, şimdi? Doğru iş yapıyorlar. Elbette ki Anayasa Mahkemesine gidilmelidir, çünkü gizli oy ilkesini eğer anayasayı çiğneyerek bir tarafa atıyorsanız, yapılacak iş elbette Anayasa Mahkemesine gitmektir. Sadece bu mu? Siz virgülünü değiştirdiğiniz madde için dahi belirli şekilde halk oylamasında oy kullandırmak zorunda iken, 56 maddeyi tutup bir torba maddeyle torba anayasa mahkemesi haline getirilebiliyorsanız elbette ki bunun da anayasa mahkemesine götürülmesi gerekirdi. Ve götürüyor, a sonuç alır mıyız? Çünkü niye sonuç alamayacağımızın sebebi şudur. Bir kere anayasa mahkemesi belirli şekilde neyi nasıl düşündüğünü ortaya koydu. Nasıl koydu? Gerçekte iki üyesini kendi bünyesinden ihraç ederken olağanüstü hal KHK namalerin incelenme yetkisini kendisinde görmedi. Niçin görmedi, çünkü 1991 ve 2003 de daha önceki seleflerinin vermiş olduğu kararları bir tarafa bırakarak “benim bu işte yetkim yoktur” dedi. Yani Anayasa değişikliğine götürseniz buna ve anayasa mahkemesini ortadan kaldırsanız bu kararnameyle yine “ben yetkisizim” bir tutum aldı. O yetmedi, bu ihraç kararının içinde bu kararnamelerin kalıcı olduğuna hükmetti. Yani olağanüstü hal kalksa dahi bu kararnamelerin yürürlükte kalacağını kararlaştırdı. Şimdi böyle bir kararın hele hele ihraç kararında kullanmış olduğu sosyal çevre bilgisi ve “vicdani karar yeter” ifadesi gerçekte anaysa mahkemesinin nasıl bir tutum içinde olacağının işareti olarak kabul edilebilir.
Ama yapılmamalı mıdır? Hayır, mutlaka yapılmalıdır ve aslında insanların korkacağı iki şey vardır. 1- Tarihin affetmesi, 2-Halkın affetmesi. Tarih de affetmez, halk da affetmez. Bu gün için halkı aldatabilirsiniz, ama yarın. İşte biraz önce söylediğim gibi, böyle bir ortam yaratıyorsanız, belirli bir şekilde sizin tarih nezdinde nasıl anılacağınız, halkın size ne not vereceği sizin için önemli olmayabilir, ama bunun acısını çekecekler ve göreceklerdir.
Elbette ki bu Anayasa Mahkemesine başvurudan bir şey çıkmayabilir. Ama şunu görüyorum ki, dediğim gibi, sadece ana muhalefetin değil, burada oturan bizi dinleyen herkesin, hani bu ana muhalefetin belirli bir şekilde halka her şeyi yüz yüze anlatması gerekir derken, sözüm aynı zamanda sizedir. Bu hepimize düşen bir görevdir. Sizin de halka tanıdıklarınıza, nereye gittiğimizi ve neyin ortaya çıktığını anlatması gerekir. Kazandıracağınız bir hayır oyu gerçekte çok şeyi kazandırabilir. Sonucu zaten bir oylar birleşerek ortaya çıkar. Yoksa biz bunu böyle yapmaz isek herhalde karşılaşacağımız manzarayla o halk oylamasının yapılacağı günün sonrasında herhalde yapacağımız fazla bir şey kalmayacağını iyi bilmeliyiz.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, bu getirilmiş olan yasa, kabul edilmiş olan yasa kesinlikle demokrasiyi yok etmektedir. Demokrasiye eğer veda etmek istiyorsanız “evet” oyunu kullanırsınız. Çünkü kuvvetler ayrılığı olmayacaktır. Denetim olmayacaktır. Denge hiç olmayacaktır, yürütme zaten tek kişinin emrine bırakılmıştır ve yargı da ona bağlanmış olacaktır. Böyle bir sistemden demokrasi çıkmaz, bundan dikta çıkar. Tıpkı aldatma ve aldanma üzerine kurulan bir siyasetin içinden de demokrasi çıkmaz ki bu gün çıkmadığı gibi. Artık aldatan ve aldatılan bir siyasi iktidara tahammül etmeyeceğimizi, bunu kaldıramayacağımızı ve buna da layık olmadığımızı “hayır” diyerek ancak kanıtlayabiliriz. Bu Türkiye’nin kurtuluşudur”.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

SABİH KANADOĞLU, (d. 20 Mayıs 1938 Menemen, İzmir Türkiye) Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirmiş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1959 yılında mezun olmuştur.
Burhaniye hâkim adayı olarak mesleğe başlamış; sırasıyla Orhaneli ve Erzurum Cumhuriyet Savcılığı, Bingöl Sulh Hakimliği, Tokat ve Kırşehir Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı, İzmir Ceza Hakimliği ve Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi ile Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlıkları görevlerinde bulunmuştur.
Yargıtay dönemi
19 Temmuz 1984 tarihinde Yargıtay Üyeliğine seçilmiştir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca; ilki 26 Aralık 1994 tarihinde, ikincisi de 28 Aralık 1998 tarihinde olmak üzere iki kez Yargıtay Onbirinci Ceza Dairesi Başkanlığına seçilmiştir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca gösterilen adaylar . arasından 21 Ocak 2001 tarihinde Ahmet Necdet Sezer tarafından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına seçilmiştir. 20 Mayıs 2003 tarihinde yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılmıştır.
Yargıtay sonrası
2006 yılında YARSAV'ın kurucuları arasında yer almıştır.[1] 26 Mayıs 2012 tarihinde Türk Hukuk Kurumu Başkanlığına seçilmiştir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Sabih_Kanado%C4%9Flu

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget