Osmanlı imparatorluğu, Birinci dünya savaşı’nda sekiz cephede savaşmıştı.(1) İmparatorluğu parçalayarak kendi aralarında paylaşma anlaşmaları yapan emperyalist devletler, bu savaşta Osmanlı uyruğundaki etnik grupları da emperyalist amaçları için kullanmışlardır. Bu kapsamda Çarlık Rusya, Doğu Anadolu’da Ermenileri; Fransa güneyde yine Ermenileri kendi askeri harekatlarını kolaylaştırmak ve bölgedeki menfaatlerini gerçekleştirmek için Osmanlı devleti aleyhine kullanmışlardır (Kurtuluş Savaşı’nda da aynı şeyi Yunanistan yerli Rumları kullanarak yapacaktır).
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularını en çok meşgul eden etnik grup Hicaz, Filistin, Suriye cephesinde İngilizlerle iş birliği yaparak ayaklanan Osmanlı vatandaşı Araplardır.
19. yüzyılın ortalarından itibaren Arap milliyetçiliği ülküsü etrafında gizli Arap örgütleri kurulmuştur.
II. Abdülhamit zamanında Hicaz demir yolunun yapımı (1900-1908) ile imparatorluğun Arab topraklarındaki kontrolünü artırması sonucunda o zamana kadar Hac yolunun emniyetinden kazanç sağlayan Arapların bu kazançlarından mahrum olmaları Arapların memnuniyetsizliğini artırmıştır.(2) Ancak Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ciddi ve büyük çaplı ayaklanmaları Birinci Dünya Savaşı esnasında Hicaz, Filistin ve Suriye cephelerinde olmuştur.
Arap ayaklanmalarının lideri Mekke Şerifi Hüseyin kendisi veya oğulları vasıtası ile savaşın başından itibaren
İngilizlerle irtibat kurarak Osmanlı’ya karşı ayaklanmada İngiliz desteğini almıştır.(3) Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ile yakınlaştığını gören İngiltere de savaşın başından itibaren Osmanlı’yı arkadan vurmak için Mekke Şerifi Hüseyin’le temas kurmuştur. Bir dizi yazışma ve görüşmeler sonucunda iki taraf arasında Haziran 1916’da bir mutabakata varılmıştır.(4)
İngiliz-Arap iş birliğini öğrenen Fransa, İngiltere ile Ortadoğu’nun paylaşılması konusunda bir anlaşma yapmak istemiş, bunun sonunda 1916 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı Sykes ile Fransız Dışişleri Bakanı Picot arasında Sykes-Picot anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre:
• Suriye’nin Akka’dan itibaren bütün kıyı bölgeleri Fransa’ya;
• Bağdat-Basra arası (Irak) İngiltere’ye verilecek;
• Geri kalan topraklarda bağımsız bir Arap devleti veya Arap devletleri konfederasyonu kurulacak;
• Akka-Kerkük çizgisinin kuzeyi Fransa’nın nüfuz alanı, güneyi İngiltere’nin nüfuz alanı olacak;
• İskenderun serbest liman olacak;
• Filistin’de milletlerarası bir bölge kurulacaktı.(5)
Haziran 1916’da Şerif Hüseyin-İngiltere arasında yapılan ve Arapların, vatandaşı oldukları Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmalarını öngören anlaşmada ilgili tarafların stratejik hedefleri şöyle idi:
Şerif Hüseyin:
• Bütün Arap yarımadası, Suriye ve Irak’ı kapsayan bölgede kendi krallığında bağımsız bir Arap devleti kurulması,
• Hilafetin padişahtan alınması.
İngiltere:
1. Arap topraklarını ele geçirmek, daha sonra Fransa ile yaptığı Sykes-Picot anlaşmasına göre Fransa’nın payına düşen bölgeleri bu ülkeye devretmek,
2. Mümkün olduğu kadar fazla Osmanlı kuvvetini Arap bölgesine çekerek diğer cephelerde (özellikle Çanakkale’de) İngiliz kuvvetlerini rahatlatmak;
3. Osmanlı ordusu içindeki Arap askerlerini ayaklandırarak orduyu zayıflatmak,
4. Hilafeti kendi kontrollerinde bir kişiye (Şerif Hüseyin’e) vermek,
5. Arabistan Yarımadası’ndaki petrol kaynaklarına hakim olmak,.
6. Avrupa’da (Marn’da) tıkanan savaşı sona erdirebilmek için Osmanlı Arap bölgesinde kısa sürede kesin sonuç almak, Osmanlı’yı bir an önce savaş dışı bırakmak.
Osmanlı İmparatorluğu:
1. Ülke bütünlüğünü korumak,
2. Halife sıfatıyla kutsal yerlerin yabancılara geçmesini önlemek.
Bu amaçlarla Arap gizli örgütleri, Osmanlı’ya karşı isyanın Şerif Hüseyin liderliğinde başlatılmasını kabul ettiler ve İngiltere’nin Kahire’de bulunan ve Arap bölgesinden sorumlu olan Arap Bürosu ile muhtelif görüşme ve yazışmaların sonunda “Şam Protokolü” denilen bir anlaşma yaptılar.(6)
Şam anlaşmasının özü Şerif Hüseyin öncülüğünde Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanması karşılığında, Şerif Hüseyin’in krallığında bağımsız bir Arabistan kurulması idi. Oysa aynı İngiltere, Arap topraklarını garantiye almak için aynı zamanda Hicaz Emiri İbni Suud ile de görüşmüş ve Hicaz bölgesinde bağımsız bir Suud krallığına onay vermişti.
Dördüncü Ordu komutanı ve Arabistan’dan sorumlu vali Cemal Paşa, gizli Arap örgütlerinin faaliyetlerini öğrenince örgüt üyelerinin bir kısmını idam ettirdi bir kısmını da diğer cephelere gönderdi.
Nisan 1916’da Cemal Paşa duruma hakim olmak maksadıyla seçilmiş askerlerden oluşan 3500 kişilik bir kuvveti Hicaz’a doğru yola çıkardı. Bunu öğrenen Şerif Hüseyin öncelik alarak Haziran 1916 ayının ilk haftasında isyanı başlattı ve Ekim ayında kendisini “Arap kralı” ilan etti. İngiltere Şerif Hüseyin’in krallığını hemen tanıdı. Arap isyanı halife/sultan Reşat’ın, savaşın başında (14 Kasım 1914) ilan ettiği Kutsal Cihat’a rağmen başlatılmıştı. Hüseyin isyana gerekçe olarak İttihat ve Terakki yönetiminin Türklük politikasını göstermiştir.
İlk isyanın hedefi Hicaz’ı (Mekke, Medine) ele geçirmekti.
Hüseyin’in emrindeki kuvvetler çeşitli Arap aşiretlerinden oluşuyordu kuvvetleri 16000 kadardı.(7) Eğitimleri, disiplinleri ve kendi aralarında uyumları zayıftı. Topçu ve makineli tüfekleri bulunmayan bu birlikler düzenli Osmanlı birlikleri karşısında ancak gayrinizami harp yapabilirlerdi. Aşiret kuvvetlerini bir araya getiren şey, “Arap davası”’na inanmalarından ziyade, “Türk düşmanlığı” idi. Arap aşiret birliklerini bir arada tutabilmek için bunlara para vermek ve karınlarını doyurmak gerekiyordu. Bu maksatla İngiltere 11 milyon sterlin harcamıştı.(8) Kahire’deki İngiliz Arap Bürosu’nun elemanlarından İngiliz ajanı Lawrence, savaşın başından itibaren İngilizlerle iş birliği yapabilecek Arapları tespit etmiş, bunlara para, silah ve cephane yardımı yapmış ve isyan esnasında da yönetmiştir.
İngiliz donanması Arap Yarımadasının batı kıyısında Kızıldeniz’e hakim olduğundan ayaklanmacıları deniz topçu ateşi ile destekledi. Arap gerillaları Halep’ten Medine’ye kadar uzanan Hicaz demir yolunu keserek ve tren katarlarına baskınlar düzenleyerek Osmanlı ordusunun Mekke’deki kuvvetlerini takviye etmesini engellediler. Mekke’yi savunan Fahrettin (Türkkan) paşa bir taraftan İngiliz deniz topçusu ve uçakları, diğer taraftan Arap aşiret birlikleri arasında kalmış, Anavatan’dan takviye yolu da kesilmişti. Buna rağmen Mekke’yi 72 gün boyunca büyük özveri ile kahramanca savundu. Fakat ikmal yolları kesilen Osmanlı birlikleri daha fazla dayanamayınca Mekke isyancıların eline geçti. İsyancılar bilahare Cidde, Taif, Yanbu ve Akabe’yi ele geçirerek Medine’yi kuşattılar. Medine hicaz demir yolunun terminal istasyonu olması ve isyancıların müteakip harekatı için çıkış arazisi teşkil etmesi bakımından isyancılar için; Peygamber’in mezarının bulunması bakımından Osmanlı ordusu için önemli idi.
Fahrettin Paşa komutasında Medine’yi savunan birlikler ikmal yollarının kesilmesi ve açlığa rağmen Medine’yi 2 yıl 7 ay büyük bir özveri ile savundular, sonunda 7 Ocak 1919’da, (Mondros Ateşkesi’nin imzalanmasından 70 gün sonra) padişah Vahdettin’in emri üzerine teslim oldular. Böylece Medine savunucuları en son teslim olan Osmanlı birliği oldu. Fahrettin paşa bu direnişinin bedeli olarak İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü.
İsyan Haziran 1916’da ilk kez Mekke’de ortaya çıkınca Osmanlı Genelkurmayı Hicaz’daki isyana müdahale etmek ve kutsal yerlerin İngilizlere geçmesini önlemek için “Hicaz Heyet-i Seferiyesi” adı altında bir birlik oluşturdu ve 2. Ordu komutanı Mustafa Kemal’i bu kuvvetin komutanlığına atadı.
Mustafa Kemal bu vazifeyi reddeder. Mustafa Kemal realisttir. Ne Hicaz’ın kutsallığına, ne hilafetin değerine inanır. Arabistan yarımadası zaten Türklerle meskûn değildir ama devletin hazinesini ve Mustafa Kemal’e göre Hicaz’ı savunmaktansa Türklerle meskûn Anadolu topraklarını savunmak, bu maksatla Suriye’deki birlikleri takviye etmek daha önemlidir. Bu fikrini Enver Paşa’ya kabul ettirir.(9)
Anadolu ve Rumeli Türklerinin kanını durmadan emerler.
Osmanlı ordularının Birinci Dünya Savaşı’nda Arap coğrafyasındaki harekatı üç safhada cereyan etmiştir:
1. Osmanlı ordusunun Sina Çölü’nü geçerek Süveyş Kanalı’na yaptığı, başarısızlıkla sonuçlanan birinci Kanal harekatı (1915),
2. Filistin sınırına kadar ilerleyen İngilizlerin kuzeye doğru taarruzu (1917),
3. İngiliz taarruzunun bütün Arabistan’ı kapsayacak şekilde genişletilmesi Irak ve Suriye hudutlarına kadar ilerlemesi ve Osmanlı ordusunun yenilmesi (1918).(10)
Arapların İngiliz ordusu ile iş birliği halinde Osmanlı ordusunu arkadan vurmaları yukarıda anlatılan 1916 Hicaz ayaklanması ile sınırlı değildir. İngilizlerin 1917 ve 1918 taarruzlarında da bu iş birliği devam etmiştir.
1917 Kasım ayında yapılan İngiliz taarruzunun hedefi Noel’den önce Kudüs’ü ele geçirmektir. General Allenby komutasındaki bu taarruz başarılı olur ve İngilizler 9 Aralık’ta Kudüs’e girerler.
Bu harekatta Mehmetçik kutsal topraklar için göğsünü Hıristiyan İngiliz’e siper ederken, sırtından Müslüman Arap kurşunu yemiştir.(11)
Suriye cephesinde 3. Kolordu komutanı olan İsmet İnönü, hatıralarında “Suriye müdafaasında ehemmiyetli meselelerden biri Medine ile Suriye arasındaki irtibatın muhafazasına (demir yolunu kesen Arap isyancılara karşı S.A.) çalışmak ve günden güne muntazam şekil almaya başlayan Arap tecavüzlerine karşı koymaktı.” diye yazmaktadır.(12)
İngilizlerin 1918 Eylül ayında başlattıkları kesin sonuç alıcı taarruzları esnasında da Arap ihaneti devam etmiştir. İngilizler 1918 taarruzundan önce muharebe sahasının hazırlanması kapsamında Araplara Türkler aleyhinde yoğun propaganda yapmışlardır. Yine İnönü’nün yazdığına göre, “İçinde yaşadığımız halk dört seneden beri zehirlenmiş, dört yüz seneden beri içinde yaşadığı Türk milletine zorla düşman haline getirilmişti.” (13) Bu harekatta Yıldırım Ordular Grubu’nun merkez sektörünü savunan 7. Ordu komutanı Mustafa Kemal ordusunu başarı ile Halep kuzeyine çekmiş, diğer ordular (4. ve 8. Ordular) ise dağılmışlardır.
Bu iki ordunun dağılmasında ordu geri bölgesindeki Arap isyancıların gayrinizami harekatı etkili olmuştur.
Mustafa Kemal, ordusunu Şam’a getirdiğinde kendisi ve karargâhı yerli Arapların büyük husumeti ile karşılaşmış, ordu komutanı olarak, asi bedevileri Şam sokaklarında bizzat kırbacı ile kovalamak zorunda kalmıştır.(14)
1918 İngiliz taarruzu sonunda Osmanlı İmparatorluğu ateşkes istemek zorunda kalmış ve 30 Ekim 1918’de Mondros ateşkesini imzalayarak savaştan çıkmıştır. Ateşkese rağmen Medine’yi savunan Osmanlı birliği 70 gün daha (7 Ocak 1919’a kadar) savunmaya devam etmişlerdir.
Sonuç olarak Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı vatandaşı Araplar, imparatorluğu parçalamak isteyen İngiltere ile iş birliği yaparak, Osmanlı ordularını iki cephede savaşmak zorunda bırakmış, savaşın uzamasına ve zayiatın artmasına neden olmuş, sonunda da savaşın Suriye cephesinde kaybedilmesinde önemli bir rol oynamışlardır.
Savaşta diğer cephelerde Osmanlı orduları Hıristiyan askerlerle çatışmasına rağmen, sadece Hicaz, Filistin, Suriye cephelerinde İngilizlerin yanında Müslümanlarla çatışmak zorunda kalmıştır.
İngiliz-Arap iş birliğinin maddi sonuçlarından ziyade manevi sonuçları önemlidir. Bu ihanet uzun süre unutulmamış ve Cumhuriyet dönemi süresince Türk-Arap ilişkilerinde hatırda tutulan bir faktör olmuştur.
Dr. Sıtkı Aydınel/Bütün Dünya
haberguncel.blogspot.com
Kaynakça:
1-Çanakkale, Sarıkamış, Galiçya, Mısır,Hicaz, Irak, Filistin, Suriye, İran cepheleri.
2- Andrew Mango, Atatürk The Bog-raphy Of Founder Of Modern Turkey, Overlook Press, New York, 1999, p.16.
3- İngiltere şerif hüseyin’e arap krallığı yanında şahsına yılda 400 000 altın vaat etmişti Burhan Bozgeyik, 7 cephe, Cihan Yayınları, İstanbul, 2010, s.178
4- David Fromkin, A peace To End All Peace, Creating the Modern Middle East, Penguin Books, England, 1989p. 175
5- Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Arkım Kitabevi, İstanbul2012, s.165
6- Fromkin, age, p.175.
7- Bozgeyik, age. s.175
8- Fromkin, age s.223
9- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt-I, Rtemzi Kitabevi, İstanbul, tys 277
10- İsmet İnönü, Hatıralar, 1. Kitap, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1985, s.115.
11- Orhan Çekiç, age, s.106.
12- İnönü, age s.125
13- a.g.e. s.129
14- İsmet Bozdağ, Nutuk Öncesi Atatürk Konuşuyor, Truva Yayınları, İstanbul, 2009, s.69.
Yorum Gönder