Anayasadaki Seyahat Hürriyeti Ve “Köprüden Geçme Vergisi”

Köprüler başta olmak üzere devlet müdahalesine açık fiyat ve ücretlerdeki her “reel artış” adı böyle konmasa da aynen yeni bir vergilendirmedir.

Anayasadaki Seyahat Hürriyeti Ve “Köprüden Geçme Vergisi”
Televizyonlarda gördük, gazeteler yazdı, okuduk:
-“Körfez Köprüsü açılıyor, geçiş 35 Amerikan doları + KDV olacak.”
Sonra “Yok, böyle olmasın biraz indirdik” falan dendi.
Nutuklar atıldı, kurdeleler kesildi, pozlar verildi ve nihayet “açtık!”
Yap İşlet modeli ile…
Yani her ne kadar bizim siyasetçiler bunu “icraat”tan saysa ve bu nasıl bir icraat ise, “bu işte devletten beş kuruş çıkmayacak, kendi kredisine güvenen, güvenmese de arkasında bulacağı devlet garantisine güvenen bir “yatırımcı”ya bu iş yaptırılacaktı.
Sonra o “yatırımcı”, “işin sahibi” olarak gelenden geçenden hasılatı toplayacak, kendi parasını kurtardıktan, bankalara borcunu ödedikten veya ödettikten sonra paranın üstü onun anasının ak sütü gibi helal “kazancı” olacaktı.
Topladı topladı…
Toplayamazsa; yani araba kullananlar “yok, sağ olun biz bu hizmeti almayalım” deyip körfezi dolanırsa, haliyle bu iş zarar edeceği için, aradaki şu kadar dolar hasılat farkı o şimdi hazinesinden beş kuruş harcamamış olan“ devletimizce karşılanacaktı.
Ha bu arada, “bak şimdi bankaya borcunu biz ödüyoruz” diye hazineden karşılanan o paralar yani adamın bankalara olan borcu sonradan dönüp de bu yatırımcıdan istenecek mi?
Orası pek konuşulmadığı için bilemiyoruz.
Sonuçta, kazanırsa yanına kar kalacak tabii de, kazanamazsa zararı devlet üstleniyor galiba.
*
Hani “Halep orada ise arşın burada” derler ya…
Güzel sözdür.
Onu bu işe uyguladığımızda “Hadi görelim bakalım o köprüden günde 40 bin araç nasıl geçiyormuş, nasıl hesap yapmış garantiler vermişsiniz” de denebilir.
Nitekim dendi de:
Önce bayram muhabbetiyle ayak alıştırılmak istendi.
Ama bayramdan sonra bakıldı ki günde 40.000 araç geçecek denen köprüden geçen araba sayısı “resmi” demece göre 20.000
Yani arabacılar bu fiyatlar karşısında “sağlanan kamu hizmetinden” pek hoşlanmamış, iki araba beklenirken bir araba geçmişti ancak.
Üstelik dolar arttıkça etraftan dolananlar daha da artacak yani bu rakam giderek düşecekti.
İşin sonu karanlıktı…
Peki bizde çare tükenir mi?
“Yapıp işleten”le olan şu kadar dolarlık “sözleşme”, onun yanı sıra bankalardan kullanılan kredi tutarı, sonra o bankalara verilen hazine garantisi, ilk günkü değerlerinden bir sent falan bile değişmeden “TL ile geçiş ücreti” bir “müjdeli karar” ile “indiriliverdi”.
Şimdi yapılan indirim dolayısıyla köprüden geçişler muhtemelen biraz artacak ve birileri çıkıp “o şom ağızlılara” gereken cevabı verecek:
“Bak nasıl da arttı köprüyü kullananlar”.
İyi de, sizin hesaplardaki şu kadar dolarlık geçiş ücreti ile şimdiki TL tarife arasındaki fark, yani yapılan “indirim” yatırımcının sözleşmesinde garanti edilen hasılatı karşılayamayacağına göre, bu farkı; bu zamana kadar beş kuruş harcatmadığınız devletimizin hazinesi ödemeyecek mi?
O Paralar bizim vergilerimizle karşılanmayacak mı?
Tabii öyle olacak.
İşin o tarafı siyasete ne kadar yansır, sade vatandaş işi ne kadar kavrar o ayrı mesele ama, şimdiden görünen o ki, bu iş;
-Çok para vererek az araç geçse de
- Az para verip çok araç geçse de, aynı kapıya çıkıyor: Çarp, böl… “Zarar”.
Tabii kazancını 40.000 araç garantiyle, banka borcunu hazine güvencesiyle sağlama almış olan yatırımcıya göre değişen bir şey yok ama, devlet şöyle 20 yıl falan bunu yatırımcının hasılatından kesemeden “bir yerlerden” karşılamak zorunda.
Bu zararın genel vergi gelirlerinden karşılanması gerekir doğal olarak demiştik değil mi?
Öyle ya, devlet vatandaşın hesabına uymayan bir fizibilite ile yatırımcıya garantiler vermiş, bankalar yatırımcıya ve bu fizibiliteye güvenmeyip ayrıca hazine garantisi istemiş.
Zararını Hazineden ödemeyip de ne yapacaksın?…
Hazine kimin? Hepimizin.
Kaynağı ne?
Ödediğimiz vergiler…
O halde vergi, harç, tarife “ayarlama”sı demeden bu açığı bir biçimde ve yıllarca cepten ödeyeceğiz.
*
Şu Osmanlı’nın çözümleri bir alem.
Ödemesine ödeyeceğiz de birilerinin bunu İstanbul’daki “boğaz köprüleri” gibi insanların “isteseler de istemeseler de evden işe, işten eve giderken geçmek zorunda olduğu” köprülerin ücretlerine “bindirerek” finanse etmeye kalkması bir başka garabeti getiriyor karşımıza.
Nedir o?
Sayın siyasiler diyorlar ki, “O köprünün fiyatını indirdik, bunlarınkini arttırdık”.
Yani sonuçta “köprü işleri”nden zarar yok.
Birinin zararını diğeri karşılayacak!
İyi… Sen bir yanlışını böyle düzeltmeyi düşünüyorsun da, bunu yaparken bir başka yanlışa daha düşmüyor musun?
Peki ya o nedir?
Bakın, bizim Anayasamız da söylüyor, bu işler de hep böyledir:
Madde 23: “Herkes seyahat hürriyetine sahiptir”
Yani Devlet, yurttaşlarının bir yerden bir yere serbestçe gitmesi anlamında hürriyetleri olduğunu kabul eder ve sadece engellememesi yetmez, bu hürriyetlerin giderek gelişmesini ve daha kolay kullanılmasını sağlar.
İster yurt dışına, isterse İstanbul’un bir yakasından öbür yakasına gitmek diye düşünün bunu.
Örneğin hiçbir yurttaşa “Sen Urfa’dan İstanbul’a gelemezsin denemeyeceği gibi; İstanbul’un bir yakasından diğer yakasına geçemezsin de denemez değil mi?.
*
Bir tarihte, 1973 yılında 21.774.000 dolara bir boğaz köprüsünü yaptık, ki bu gün boğazdaki bir yalının yarı fiyatıdır.
Kaba hesapla o gün doğanlar şimdi tam 44 yaşında.
Ya da İstanbullular buradan geçerken tam 44 yıldır para ödüyorlar.
Bölelim geçen zamana:
Yıllığı 495 bin dolara gelir, günlüğü 1.355 dolara…
Yani şimdi günde sadece 684 araba geçtiğinde yatırım maliyetini kurtarıyor.
Haydi o zamanlar için yeni bir hizmettir, katkı payıdır buna katılalım dediniz amenna…
Peki aradan 44 yıl geçtikten sonra hala alınan bu paraların o tarihi gerekçesi ortadan kalkmadı mı?
Eğer sosyal devletin gereği, anayasanın hükmü olan “Seyahat hürriyeti” doğru anlaşılır ve uygulanırsa “kalmadı” demek gerekmez mi?.
Ne diyor Anayasa?
Herkes seyahat hürriyetine sahiptir… Nokta.
Yani, Devlet yurttaşların bir yerden bir yere serbestçe gitmesi anlamında hürriyetleri olduğunu kabul eder ve onu engellememek bir yana, bu hürriyetin giderek gelişmesini sağlar.
Bu “seyahat” de sadece yurt dışına turistik amaçla yapılanlar değil, daha genişçe; “yer değiştirme” anlamındadır.
İster yurt dışına, isterse İstanbul’un bir yakasından öbür yakasına “gidebilme” anlamını taşır.
İlaveten söyleyelim: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 4 Sayılı Protokolün “Hareket Özgürlüğü” başlığı altında yer alan ikinci maddesinde de, “yurttaşların kendi ülkelerinde serbestçe dolaşma ve nerede oturacağını, nereye gideceğini seçme hakkı olduğunu” söyler.
Şimdi denecek ki “Aşk olsun” biz bu millet karşıdan karşıya geçmesin diye tel örgü mü çekiyoruz?”
O kadar basit değil tabii bu işler.
“Mugalata” kolay da, “hak-hukuk” ince bir şey…
“Tabii ki köprüden de geçersin, ama bu sene yüzde 48 daha fazla para ödeyerek” derseniz bunun anlamı “köprüden geçmek yani seyahat hürriyetini kullanmak şu kadar para” demektir.
Bu da, alınan hizmetin karşılığına bakıldığında, enflasyon hesaplarına vurulduğunda “karşılıksız ek para” istenmesi demektir.
Bu teknik anlamda “Vergi koymaktır”
Örnekleri yok mu?
“Seyahat hürriyeti de var ama bütçeye para lazım, akaryakıta şu kadar zam” dediğinizde nasıl otomobille seyahati vergilendirmiş oluyorsanız; cep telefonu kullanımında “ÖTV’yi arttırdık” dediğinizde o haberleşme hürriyetini parasal yönden kısıtlamış oluyorsanız burada da durum aynı.
“Hani siz anayasadaki hürriyetleri sağlayacak hatta kullanımını kolaylaştıracaktınız ya” der adama anayasa hukuku.
Edebiyatta seçtiği “Garip” akımı “gariban vatandaş”ın duygularını dile getiren Şair Orhan Veli ne diyor bakın “hürriyetlerin kullanımı” ve ortalama insanımıza “maliyeti” konusunda:
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
"Kelle fiyatına hürriyet,"
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava.
*
Lafı bağlayalım:
Köprüler başta olmak üzere devlet müdahalesine açık fiyat ve ücretlerdeki her “reel artış” adı böyle konmasa da aynen yeni bir vergilendirmedir.
Üstelik bazı temel hak ve hürriyetleri baskılayan, kullanımını “parası olana engel mi var?” diye üstü örtülen, bir vergi yoluyla engelleme.
“Doğrudur, hukukun gereği yapılsın” derseniz, bu tarifelerdeki “fevkalade” artışlar yani “temel hürriyetleri vergilendiren bu uygulamalar yanlıştır.
İptal edilsin” derseniz gidin en yakınınızdaki “muktedir” ya da “muhalif” farketmez o “siyasetçilerinize” söyleyin.
Bir ara bununla da ilgileniversinler.

Bülent Soylan

Bülent Soylan

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget