Osmanlı Padişahlarının Hıristiyan Eş Almaları Orhan Bey’le Başladı.
At üstünde Türk Boyları Orta Asya’dan çıkınca 200-300 yılda Anadolu kapılarına dayandılar. Türkler yol boyunda rastladıkları fillere “koca burunlu öküz” diyorlar; çöllere “kum denizi” diyorlar; rastladıkları büyük ormanlara da “yaprak denizi” diyorlardı.
1071 de Malazgirt Savaşı’nda Bizanslıları yendikten sonra, Anadolu’nun Batısına Bursa yakınlarına doğru savaşa savaşa 220 yılda geldiler. Bizanslılar, başkente doğru yaklaşan Türkleri durduramayınca, onlarla dost olma çarelerini aramaya başladılar.
BİZANS TEKFURLARI KIZLARINI TÜRK BEYLERİNE VEREREK DOST OLMAK İSTİYORLARDI
Bunun için, kızlarını Türk Bey’lerine verip onlarla akraba, dost olmaya karar verdiler. Böylece belki, Türk ilerleyişini engelleyebileceklerini umuyorlardı.
Türkler Bizans kapılarına dayandıkça, Bizans’ın içinde de karışıklıklar, tahta kavgaları başlamıştı. Çaresiz kalan Bizans kral ve tekfurları Türk Beylerinden yardım istiyorlar, onların yardımını sağlamak için kızlarını Orhan Bey ile öteki Türk beylerine veriyorlardı.
Osmanlılar ilerledikçe, Tekfurlar kendilerini, ancak düşmanlarına dostluk eli uzatarak koruyabiliyorlardı. Hatta o günlerde Bizans İmparatoru Andronikos bile kız kardeşi Maria’yı öteki Türkleri ve özellikle Osman Bey’i durduracağına söz veren Türk Bey’i Olcayto’ya eş olarak veriyordu. (sf 16)
Bizans İmparatorluğu, Kantakuzenos sayesinde Hıristiyan bir prensesin ilk kez bir Osmanlı beyi ile evlendiğine tanık oluyordu. Osman Bey’in elçileri Kantakuzenos’un ve İmparatoriçe İren’in kızları güzel Teodora’yı almak üzere İstanbul’a gelmişlerdi. Teodora’nın OrhanBey’e gelin olarak gitmesi için sırf ipekten görkemli bir harem çadırı hazırlanmıştı.
Böylece iki ırkın anlaşması uğuruna kurban edilen genç ve güzel Prenses Teodora, Osmanlıların hayranlıkla izlediği ipek ve altınla bezenmiş bir taht üzerinde göründü.
Osmanlılar ilk kez Ahlaksız Bizans imparatorlarından miras olarak saray hadımlarını alıp, saraylarında yüzyıllarca alışkanlık haline getirdiler. (sf 35)
Kendisi on sekiz yaşındayken, güzel ve ünlü Nilüfer ile evlenen Orhan Bey, Teodora ile sonuncu evliliğini yaptığında 60 yaşında idi. (sf 36)
HIRİSTİYAN KÖKENLİ KADINLARLA EVLENEN İLK PADİŞAH ORHAN GÂZİ’DİR
Osmanlı Sultanına 13 Yaşında İlk Hıristiyan Gelin
Osmanlı akıncıları Bizans’ın sınır köy ve kasabalarına akınlar düzenliyorlardı. Osman Bey’in askerleri ile bu fetihli ilerleyişini Türk Beylerinin kıskançlıklarını üzerine çekmeye başladı. Bazı fetihlerine devam ederken tahta kaşıklarıyla ve tarak üretimiyle ünlü olan Taraklı kentine, oradan da kadın iğne-oya işleriyle ünlü olan Modren’e [1] uzandı. Bilecik’in yönetimini bir komutana bırakıp Başkent Karahisar’a döndü. Ne var ki, bu komutan Türk olmasına rağmen Osman Bey’e ihanet etti. Bu hain komutan, tekfurlardan birinin kızı olan Holofira ile yapılacak düğününe Osman Bey’i de davet etmiş, düğün sırasında kuracağı tuzakla onu öldürmeyi tasarlamıştı.
Ancak Osman Bey, kendisine kurulan bu tuzağı Bizanslı dostu Mihail’den öğrenmişti. Bununla birlikte tuzaktan haberi yokmuş gibi davranarak adamlarıyla birlikte düğüne gitti ve onları kazdıkları kuyuya düşürüp, bir savaş hilesiyle Bilecik’i tekrar kendisine bağladı. Hain komutanı öldürttü. Gelin adayı Holofira’yı da yanına alıp kendi kalesine götürdü. Ve bu savaşta büyük yararlık gösteren on sekiz yaşındaki oğlu Orhan’a on üç yaşındaki Holofira’yı adını Nilüfer [2] yapıp eş olarak verdi. (Her halde şu Türk Atasözü, kim bilir bunun için mi söylenmiş: “Gelin ata binmiş gör kimin kapısına inmiş”)
Osmanlı padişahları böylece Hıristiyan eş almaya başladıktan sonra, daha sonraları eşlerini saraydaki cariyelerden de almaya başladılar. Esir pazarlarından, işgal edilen yerlerden en güzel kızlar seçilir, padişaha sunulmak üzere saraya cariyeler arasına katarlardı. Özellikle Çerkez kızları da cariye olarak seçilirdi. Özellikle Pek çok yoksul Çerkez aile, kız çocuklarını esir pazarlarına veya padişaha sunmak için kız yetiştirilirdi.
ORHAN BEY’İN HIRİSTİYAN EŞLERİ
1-İkinci eşi: Rabia Bala 1289 da evlendiği ikinci eşi, Şeyh Edebali’nin kızı ve Şehzade Hatun Alaaddin’in annesi.
2-Üçüncü eşi: 1299 da evlendiği eşi Yarhisar Tekfuru Aydos’un kızı ve 1.Murat, Süleyman Gazi ve Şehzade Kasım’ın annesi. Eski adı Holofira.
3-1316'da evlendiği İkinci eşi - Bizans İmparatoru’nun kızı, Şehzade İbrahim ve Fatma Hatun'un annesi
4-1345'te evlendiği Üçüncü eşi - Sırbistan Kralı IV. Stephen Uroş (Duşan) ile karısı Helena Şişman'ın kızı
5-Mayıs 1346'da evlendiği Dördüncü eşi - Bizans İmparatoru VI. Yannis Kantakuzenos ile Bulgar Prensesi İrini'nin kızı ve Şehzade Halil’in annesi.
6-Beşinci eşi - Mahmud Âlp’in kızı. [3]
Türkler, Bizans’la, evlenmeler, öteki gidip gelmelerle ve dostluklarda böylesine ilişki içinde olunca, onlardan içki içmeyi öğrendiler; Türklerde harem ve haremde hadımlar rezaletlikleri olmazdı, Bizans’tan böylece çeşitli ahlaksızlıkları öğrenmeye başladırlar.
Osmanlı'da ilk harem Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur. Kuruluş amacı da devlet işlerini, "aile bağları dışına" çekmektir.
SAVAŞTA DUL KALAN HIRİSTİYAN KADINLARI
Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamlayıp çevredeki kaleleri peş peşe alınca 731 (M 1330–1331) de İznik’i de aldığı sıralarda dul kalan Hıristiyan kadınları güç durumda kalmışlardı. Bir gün bazı Hıristiyan kadınları padişahın yoluna çıktılar, yola sıra sıra dizildiler. Kadınların mahzun halini gören Sultan Orhan,”dertlerinin ne olduğunu” sordu. Görüldü ki, bunlar dul kalan kadınlar oldukları, kocalarının kuşatma sırasında salgın kıtlık ya da başka hastalıklardan veya Türk yiğitlerinin ok ve kılıçlarından helâk oldukları anlaşıldı. Bu durum karşısında padişah merhamete gelerek buyruk verdi:”zaferleri gölge edinen askerlerimden bu kadınlara haz duyanlar varsa, onlarla evlenebilirler ve baharın evlerine yerleşebilirler.” Buna uyan askerler özel bir işleme tabii tutuldular; evlenmek isteyenler Hıristiyan kadınları ile evlendiler, kalanın korunması ile görevlendirildiler.
Aradan tam 675 yıl katederek günümüze 2006 ya gelelim. Kitabın bu bölümünün notlarını yazarken, Nihat genç’in, gerek kitabında, gerek Leman Dergisinde, Saraybosna gezi anılarını anlatan acıklı destansı bir yazısında okumuştum; Saraybosna ve çevresinde Sırplar tarafından katledilen binlerce Müslüman Boşnağın karıları, dul kaldığı için, Türkiye’den giden yazarlara, bir Müslüman dul kadın, yazarları şok eden bir teklifte bulunur, “dul çaresiz kaldık bizimle evlenin”… Ne acı ne bir tecelli ki, tıpkı 675 yıl önce, Türklerle yaptıkları savaşta ölen binlerce Hıristiyan’ın dul kalan eşlerinin yaptıkları gibi… Tarih böylece intikam mı alıyordu acep…[4]
ŞİFALI SU CÜZAMLI KIZ
“Osmanlının kuruluş yıllarında önce İstanbul Tekfurunun güzelliğinin eşsizliği, alımının üstünlüğü ile övülmüş gönül alıcı bir kızı vardı. Fakat zamanla cüzam hastalığına yakalandı. Vaktin hekimleri ne deva ettilerse çare bulamadılar. Bunun üzerine kimsenin gelmeyeceği tenha bir yere çekilmek istediğini babasına söyledi. Hekimlerin de görüşleri alınarak, hava değişikliğine elverişli gönül çekici bir yer araştırıldı. Deniz kıyısında, bu ılıcanın yapıldığı yer uygun görülerek orada şen, güzel büyük bir saray kuruldu. Hasta kızcağız buraya yerleşti; anasıyla babası da zaman zaman onu yoklamakta idiler.
“Vakit böylece geçerken günlerden bir gün, sözü edilen prenses kederler içinde bahçeye bakarken, uyuz ve kaşıntıdan halsiz kalmış bir domuz gördü. Hayvan o hale gelmişti ki, adınız tersi gibi zırnıktan çıkmış, ablak ışıklar misali vücudunda değil kıl, iz bile kalmamıştı. Domuz o gün, akan sıcak suya daldı, bir süre çamurda yuvarlanıp yuvasına gitti. Sonra hayvanın her gün bu işi yaptığı anlaşıldı ve böylece kırk gün tamam olunca hastalıktan kurtulduğu görüldü. Bunu izleyen prenses suyun taşıdığı «hasiyeti» anladı ve aynı şekilde kırk gün kendi kendine (zaman zaman domuzun yaptığı gibi de yaparak) tedavi edip mucizevî olarak sağlığına kavuştu.
“Baba tekfur, bu gelişmeden haberdar olunca, söz konusu alanın onarılmasını buyurarak, bazı kişileri de buraya yerleştirip görevlendirdi. O günden beri bu yöre bakımlı olarak kalmış bulunmaktadır. (Adı geçen ılıca veya kaplıca, Bursa’daki tanınmış Çekirge veya Yalova olup, bu olayla da, Osmanlının kuruluşuyla birlikte bulunduğunu, yüzyıllardır insanlara şifa dağıtmakta olduğunu öğreniyoruz).
“Şimdi bu ılıca, çevresiyle birlikte Osman Oğulları ülkesine katılınca tımar haline kondu. Deniz boyu ise, Akça Koca’nın yetiştirdiği yiğitlerden Karamürsel’e verildi ve düşmanın gemilerle denizden saldırılarına karşı korucu tayin edildi. Bu yüzdendir ki çevredeki köyler, «Karamürselli» diye bu gazinin adiyle anılmakta.” Günümüzdeki seçkin ilçelerden Akçakoca ve Karamürsel adları bu Osmanlı Beylerinden gelmektedir. [5]
BİZANSLI ESİRLER
Böylece Bizanslıların kızlarını alan Türk padişahı nedeni ile Bizanslılarla Türkler dost oluşlardı ve Rum kökenli gelinler Bizans’a gidip geldikçe dostluk ilerliyordu.
Bu arada Bizans İmparatoru, hem insan onurunu, hem de Hıristiyan inancını ayaklar altına alan bir anlaşmayı da bu dostluk adına kabul ediyordu. Bu anlaşmaya göre Osmanlılar, ellerinde bulunan Hıristiyan savaş tutsaklarını İstanbul’a getirerek satabileceklerdi.
Bizanslı tarihçilere göre, İstanbul sokaklarında, başsız kalmış sürüler gibi, her cinsten Hıristiyan tutsaklara rastlanıyordu. Osmanlılar, Rumların duygularıyla oynamak için, tutsakları özellikle zincirliyorlardı. Buna rağmen, pek çok tutsak çocuk ve kız, İstanbul’da satılmıyor, başka Osmanlı illerine gönderiliyordu. Bunlar Bizans’ın onurunun ve devletinin çöküşünün en somut belirtileri idi. (sf 36)
KESİK BAŞLARDAN PİRAMİT KULELER
Osmanlıların Moğollardan aldıkları bir adet vardı, düşmanla savaşıp onları yendikten sonra, düşmanlara korku vermek için kesilen yüzlerce, binlerce baştan piramit kuleler yaparlardı. Çatışmalarda öldürdükleri düşmanların kellelerini piramit biçiminde tepecikler oluşturuyorlardı. Bunu ölümden sonra da öç almayı sürdüreceklerini anlatmak için yapıyorlardı. “Biz de bu kelle yığınlarından oluşmuş zafer anıtlarının yanından geçerken, bozkır rüzgârlarının kafataslarının boşluklarında ıslık çaldığını bütün dehşetiyle kulaklarımızla işitmiştik” (sf 23 Tarihçi yazarın notu)
TEKFURUN KIZININ AŞKI
Kalesi[6] Orhan Bey’in silah arkadaşlarından genç Abdurrahman’ın aşkı sayesinde ele geçirildi. Aydos tekfurunun kızı, kale duvarlarının önünde Abdurrahman’ı görünce, yakışıklılığı karşısında ona tutulmuştu. Her gece düşünde Abdurrahman’ı görüyordu. Duyduğu ateşli istek, onun aklını başından almış, sırf sevgilisiyle buluşabilmek için kalenin gizli geçidini Abdurrahman’a haber vermişti. Kuşatma sırasında, Abdurrahman’a taşa sarılı bir kâğıt attı. Kâğıtta, kale duvarlarının altındaki gizli geçidin yeri gösteriliyordu. Kızcağız bunun bir vatan hainliği olduğunun farkında bile değildi. Genç Osmanlı yiğidi bu fırsatı değerlendirdi. Yanına en seçme adamlarından birkaçını alarak, gece karanlığında gizlice kaleye girdi. Dışarıda Abdurrahman’ın işaretini bekleyen ordu, açılan kale kapılarından içeri süzüldü ve böylece ve böylece Osmanlılar kolaylıkla Aydos Kalesi’ni fethettiler. Abdurrahman genç kızı Orhan Bey’e götürdü. Orhan Bey kızı Abdurahman’a eş olarak verdi. (Sf 23)
Orhan Bey, veba, ya da savaş nedeniyle kocalarını, babalarını kaybetmiş Bizanslı dul ve yetim genç kızları askerlerine dağıttı. (sf 29)
BERGAMA KİTAPLIĞINI KİM YOK ETTİ.
Osman Bey zamanına kadar 400 çadırlık kocaman bir aşiret olan Türkler, komşularına karşı savaşlar kazanarak, Selçuklulardan kalan Türk beyliklerini içlerine katarak millet olmaya başlamışlardı. Selçuklu Devletinin egemenliğinden çıkmış olan Anadolu’daki dokuz Türk beylikleri Osmanlılara katılmışlar, Orhan Bey döneminde de disiplin altına girerek devlet olmaya başlamışlardı.
Bu dokuz beylikle tek tek savaşarak kendisine bağlayan Orhan Bey, devletinin sınırları içine Kuzeybatı Anadolu’yu ve parşömen kâğıdının icat edildiği Bergama’nın merkezinin bulunduğu yöreyi de kattı. [7]
İçinde iki yüz bin yazma eser bulunan Bergama Kitaplığı, Türk beylikleri arasındaki savaşlar sırasında yok olmuştu. Hıristiyanlar Bergama’ya ayak bastıklarında, başka bir dinin tanrılarını yok etmek için bütün tapınakları yıkmışlardı. Osmanlılar da Hıristiyanlardan kalan heykelleri ve tasvirleri yok ettiler. (sf 31)
Orhan Bey, İznik’i aldıktan sonra, bir zamanları, Konstnatin’n başkanlığında toplanan Doğu ve Batı’nın 318 keşişini barındıran, düşünür Arius’un hapsedildiği, resimleri ruhun kutsal ibadeti olarak kabul edildiği, Hıristiyanlığın başlıca ilkelerinin görüşüldüğü Ayasofya Kilisesi cami olmuştu. Camilere ilk defa bilim ve din okulları olan medreseler eklendi. Taceddin ve Davud adında iki Türk, ilk Osmanlı hukuk profesörleri oldular. (29)
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Kaynak: Osmanlı Tarihi Alphonse de Lamartine (1780-1869) Kapı Yayınları 2011
SONNOTLAR
[1] Geyve ilçesi. Taraklı Bucağı da Geyve İlçesi’ne bağlıdır sf 14)
[2] Bursa’nın şirin ilçesi 380 bin nüfuslu Nilüfer ile o bölgedeki Nilüfer ırmağının ismi bu Bizans kızından gelmekte.
[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_padi%C5%9Fah_e%C5%9Fleri_listesi
[4] Tacu’t Tevarih-Başlara Taçtır bu Kitap-Hoca Sadeddin Efendi Cilt:1 Sf:72–73
[5] {Tacu’t Tevarih (Başlara Taçtır bu Kitap) Hoca Sadedin Efendi. Cilt:1 Sf: 63}
[6] Aydos, İstanbul’un Kartal ilçe merkezinin kuzayinde Samandıra’nın güneydoğusunda kalan eski bir kale.
[7] (Kendisini sanatın ve edebiyatın koruyucusu ilan eden Bergama Kralı 1. Attalos ve ondan sonra gelen oğlu II. Eumenes Bergama’da da bir kütüphane kurmuştu).
Bergama’lı Sardes'li sanatçı Krates, krala keçi derisinden özel bir biçimde hazırlanmış bir örnek getirdi. İstenilen kullanışa elverişliliği görülen bu kâğıtlara Bergama kağıdı (Pergaminae Chartae) adı verildi ve sonra tek kelime ile söylenen parşömen haline dönüştü. Selçuk Efes Antik kentinin en önemli yapılarından birisi Celsus Kütüphanesi ise Bergama Antik kentinin en önemli yapısı Bergama Kitaplığıdır. https://kutuphaneleriseviyorum.org/?q=node/694
Yorum Gönder