Cuma Gününde Gördüklerim, Duyduklarım, Anımsadıklarım

Bu yılın ilk Cuma günü, Cuma namazı kılmak için Sıhhiye Köprüsü’nün altındaki Osmanlı Camisi’ne gittim. İçeri girerken ayakkabı koyacak yer yoktu

Cuma Gününde Gördüklerim, Duyduklarım, Anımsadıklarım
Bu yılın ilk Cuma günü, Cuma namazı kılmak için Sıhhiye Köprüsü’nün altındaki Osmanlı Camisi’ne gittim. İçeri girerken ayakkabı koyacak yer yoktu. Camiinin içi dolduğu için dışarıya, o soğuk havada hasır ve karton kâğıtlar seriyorlardı. Girişin iki duvarına sabit ayakkabı kutuları yaptılarsa da, yetmediği için ayakkabılar yerlerde üst üste konmuştu. Ben de ayakkabılarımı çantamdan çıkardığım bir poşete koyup yukarı çıktım. Orada dolu idi, ama sıkış tıkış insanların arasından geçtim, seyyar askı vardı oraya paltomu, poşet içindeki ayakkabımı, çantamı astım, bir yere sıkışarak oturdum.
Hoca vaaz kürsüsünde cuma vaazı veriyordu. Yer dar olduğu için iki kişinin arasındaki dar yere yarım dönerek oturdum. Yanımda duran adam, yere eğilmiş telefonundan internetten bir yazı okuyordu. Başımı hafifçe dönüp baktım, adam telefonunu avucunun içine koyarak telefonu gizlemeğe çalışıyordu. Ama yazı önemli ki başını kaldırmadan yazıyı okuyordu. Ama imam kürsüde Cuma vaazında çeşitli konulardan bir şeylerden bahsediyordu. Ama cami, 2017 nin ilk Cumasında müthiş dolu idi. Ayakkabı kokuları nefes kokularına karışıyor, benim burnum pek koku almadığı halde rahatsız olmaya başladım. İnsanlar sıkış tıkış oturuyorlardı Arada bir “pencereyi açın” sesleri geliyordu.
(Bundan birkaç yıl önce İzmit’e gitmiştim. Orada bir tarihi camide Başkent Ankara’da bile olmayan çok hoşuma giden bir uygulamayı gördüm. Caminin kapısı önünde kocaman bir plastik varil, varilin içinde de çeşitli galoş ve naylon poşetler gördüm. Camiye gelenler, ayakkabılarını çıkarıp poşete koyuyorlar, sonra camiye giriyorlar. Hatta ayakkabısını naylon içine koyarken, ayaklarına da galoş takıyorlardı. Hijyen açısından çok hoş bir şeydi).
 İmam anlattığı konuyla ilgili adalet örneği vermek için şu olayı anlattı:

MÜSLÜMAN İLE YAHUDİ’NİN ANLAŞMAZLIĞI
“-Peygamberimiz zamanında bir Müslüman’la bir Yahudi aralarında çözemedikleri bir mesele için itilafa düşmüşlerdi, o diyor ben haklıyım, öteki diyor ben haklıyım. Derken Yahudi bu meseleyi çözmesi için, “o adil adam” diyerek Hz Ömer’e gitmeyi önerdi. Müslüman da, “Hz. Muhammed’e gidelim, o çözsün, o güvenilir adam sizin peygamberiniz”, dedi. Nihayet Hz. Muhammed’e gitmeye karar verdiler. Hz Muhammed’e varıp olayı anlattılar. Hz. Muhammed her ikisini dinledikten sonra, “bu işte Yahudi haklıdır, adamın hakkını ver” diye hüküm verdi.
Bu kararı beğenmeyen Müslüman, “sen peygamberi kandırmışsındır, kim bilir ona ne verdin, ne dedin” diyerek, bahaneler söyleyip, “ben bu kararı beğenmedim, bir de Hz.Öemer’e gidelim”, dedi. Çaresiz bunu da kabul eden Yahudi, anlaşamadığı Müslüman ile Hz. Ömer’e gittiler.  Olayı ona da anlattılar.
Hz Ömer, “Peygamberin verdiği kararın ben neresini düzelteceğim, Peygamberine inanmıyorsun da bana mı inanacaksın” dedi. Çok hiddetlenmiş olmalı ki, Hz. Ömer, “siz hele bekleyin” deyip başka odaya girdi, sonra elinde kılıcı ile geldi, Müslüman’a dönüp, “demek Peygamberin kararını beğenmezsin ha, peygamberine inanmayan  bu nasıl Müslüman” deyip Müslüman’ın başını kılıçla gövdesinden ayırdı. İşte Hz. Ömer’in adalet böyleydi”.
Bu adalet karşısında Yahudi şaşırdı kaldı.
İmamın Cuma vaazından bu aklıma kalmıştı. Ama imam, bu hiç duymadığım kanlı dehşetli Hz. Ömer adaletiyle ilgili olayı anlatırken, benim de, Gaziantep’e gittiğim bir tarihte, Cuma günü bir cami bahçesinde oralı birinden Hz Ömer’le ilgili iki adalet öykü aklıma geliverdi. Onu aşağıya alıyorum.
Camide hoparlörlerden ses birden kesildi. Açık olan pencerelere dışarıdaki cemaat vuruyorlardı, “ses gelmiyor” diye.
Namazdan sonra, dışarı çıktım, bir köşede yaşlıca bir adam, elinde kaval ile hazin türküler öttürüyor, muhtaç olduğu birkaç lira almak için nefes tüketiyordu.
Yolda yürürken yıllar önce duyduğum bu Hz Ömer’in adalet öyküsünü ekleme gereğini duydum. Olayın geçtiği Halep ve Şam dolaylarında İslam tarihinin en kanlı iç savaşının yaşandığını hepimiz dehşetle izliyoruz. Bu topraklar ne acılar, ne savaşlar görmüş.

CAMİYİ YIK FAKAT ADALETİ YIKMA
Hıristiyan’ın Bahçesine Cami, Ömer’in Adaleti
“Hz. Ömer zamanında Şam yakınlarında bir Hıristiyan’ın bahçesi çok uygun görüldüğü için, oraya bir cami yapmak isterler. Fakat Hristiyan vatandaş, “ben Hıristiyan’ım, cami bana gerekmez, üstelik o bahçe benim ekmek kapım, ekiyor, biçiyor, çoluk çocuğumun rızkını oradan temin ediyorum” diyerek, cami yapımına şiddetle karşı çıkar.
 Yörenin valisi, duruma el koyarak, Hıristiyan’ın bahçesi çok uygun olduğunu görünce, onun itirazlarına rağmen, o bahçeye camiyi yaptırır.
Bunun üzerine Hristiyan, devrin Halifesi Hz. Ömer’e giderek şikâyete gider. Durumu arz ederek, “zorla bahçemi elimden aldılar, cami yaptılar, bahçemden çoluğumun çocuğumun rızkını sağlıyordum; ya Ömer adaletine sığınırım,” der.
Halife Hz. Ömer durumu adaletli görmez, valiye mektup yazar, camiyi yıkarak, bahçeyi Hıristiyan’a geri verilmesini emreder ve valiye şöyle der:
-Camiyi Yık Fakat Adaleti Yıkma”.
Hz. Ömer’in adaletine hayran kalan Hristiyan, çok duygulanır, hemen Müslüman olur. Demek ki, adalet mülkün temeli olduğu kadar, insanların gönlünü de yüceltir.

HALEP’TE BİR ADALET
“Yine Hazreti Ömer zamanında Halep dolaylarında, iki Hristiyan adam at, katır, deve alıp satarlarmış, geçimleri ticaretleri bunlardanmış. İşleri için birinin altında at, birinin de katır olduğu halde bindikleri hayvanları ile Halep’e gelmişler.
Fakat Halep Valisinin bir yaramaz oğlu, bir de kafadar arkadaşı varmış. Bunlar bazen gizli gizli zenginlerin, gezginlerin paralarını, mallarını gasp ederlermiş. Halk validen çekindiği için, şikâyet etmez, sineye çekerlermiş.
İşte bu iki Hristiyan hayvan tüccarı, Halep yakınlarında iki kişi tarafından gasp edilir. Bu iki kafadar yakaladıkları “iki Hristiyan keferesini” gasp edip, paraları ve hayvanlarını alırlar, üstelik “kimseye söylememeleri” için tehditle bir de fena halde döverler. İki kafadar, “bu iki adam hem Hristiyan, hem de bunu Müslüman valiye şikâyet edemez” diye düşünürler.
“Ömer’in adaleti herhalde böyle olamaz” diyerek, dehşete kapılan, iki mağdur hayvan tüccarı, yara bere içinde Hz. Ömer’e gidip olayı anlatırlar. Hz. Ömer, Halep valisine bir mektup yazarak, bir ulakla hayvan tüccarı mağdurları Halep’e gönderir.
Halep valisi, içinde, “olayın failleri tez yakalanıp en ağır ceza ile cezalandırıla” emri yazılı mektubu alınca, telaşa kapılır. Suçluları araştırmaya başlatır. Dayak yiyen, soyulan mağdurlarla birlikte, pek çok şüpheli kişi ile yüzleştirilir. Sonunda olayı yapan valinin oğlu ile kafadar arkadaşı olduğu soruşturma neticesinde anlaşılır.  Vali, oğlu, kötü olayın suçu, Hz. Ömer’in emri karşısında şaşırır, bocalar, çaresizdir. Ama “Hz. Ömer’in adaleti İslam diyarında herhalde uygulanmalıdır”, diye düşünen Halep Valisi, içinde kendi oğlunun da bulunduğu bu iki gaspçıyı sarayın kapısına astırır. İki Hıristiyan’ın hayvanlarını, paralarını iade eder.  Durumu da, bir mektupla ve gelen ulakla Hz. Ömer’e rapor eder.
Gasp edilen iki Hristiyan, kendilerini daha da çok dehşete, hayrete düşüren bu olay karşısında Hz. Ömer’in adaletine hayran kalırlar, hemen Müslüman olurlar.
Kendi kendime, günümüzde, muhalifleri ezmek, düzeni kafalarına göre ayarlamak için adaleti ele geçirmeye çalışan muktedirler, acaba Hz. Ömer’in adaletini bilmiyorlar mı diye düşündüm. Biliyorlarsa, neden adaleti ele geçirmek için çabalıyorlar, diye de düşündüm durdum.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

Cevat Kulaksız


Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget