Türk ekonomisinin gerilemeye başladığı, dövizin tırmandığı günümüzde, ekonomide uzman bir kişinin görüşlerinin okuyucularımızın da yararlanması için, Ekonomist Abdüllatif Şener’ın ekonomi konusundaki konuşmasını, uzun bir emek harcayıp banttan çözerek size sunmayı bir görev bildik. Akademisyen Abdüllatif Şener Türkiye’nin ekonomisi konusunda şu konuşmayı yaptı:
“-Bildiğiniz gibi, Türkiye’nin gündemine Türkiye’nin ekonomisi girmiyor. TV larda da öyle, son kriz etkileri ortaya çıktıktan sonra biraz konuşulmaya başlandı. Yıllardır beni ekranlara davet ederler, şu ekonomiyi konuşsak, derim, hiçbir zaman ekonomiye girmezler. Bu nedenle çok uzun süredir ekonomiden uzak kaldım. Ama bununla birlikte bildiklerimiz, biriktirdiklerimizi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyacağım.
Son günlerde ekonomiyle bağlantılı yaşadığımız sıkıntılar hatta seksenden beri ekonomiyle ilgili yaşadığımız sıkıntılar, ekonominin tamamen dünyaya açılımıyla bağlantılıdır. Yani eski ekonomik mantık artık günümüzde kalmamıştır. Eskiden çarşı merkezinde işlek bir yerde bir dükkân kiralayabilen biri, “artık ekmek teknemize kavuştuk, burası bana da yeter çocuklarıma da yeter, torunlarımın da istikbalini kazanmaya yeter” diye bakardı. Veya çok sayıda devlet işletmesi ardı, bu günkü gibi sefalet ücretleri yoktu, o devlet işletmelerinde. Anadolu’nun her tarafında KİT lerde bir iş bulan artık hayatını kazandığını, çocuklarına iyi bir eğitim verebileceğini düşünürdü.
Ama küreselleşme dediğimiz bir hadiseyi yaşıyoruz. Dünya ekonomisi artık bütünleşmiş vaziyettedir. Gümrüklerin sınırların ülkedeki ekonominin koruyucu niteliği kalmamıştır. Hem bir taraftan ayni akım yani mal akımları ülkeler arsında fırıl fırıl dolanıyor, hem diğer taraftan para akımları yabancı sermaye sizin bankalarınıza giriyor, borsanıza giriyor, sizin buradaki paralarınız yabancı borsa ve bankaları dolaşıyor, para da artık dünyanın etrafında dolanıp duruyor. Hatta 15 saniye içerisinde para yer değiştirebiliyor. Giriyor internetten bakıyor. Hangi borsa karlı ise parasını hemen oraya taşıyor, çıkmak karınaysa.
Sadece mallar, para değil aynı zamanda insanlar da artık eskisi gibi değil, bir seyyaniyet kazandı. Dünyadaki ülkelerin çoğu için Türk vatandaşlarının vize almaya ihtiyacı yok, vizesiz dünyanın pek çok ülkesine, İstanbul’a gider gibi gidebilme imkânına sahip.
Buna ilave bilgi de çok dolaşıyor, girdiğin zaman internetten dünyanın her tarafındaki bilgiye ulaşıyorsun. Ankara’da ortaya çıkmış bir hadiseyi, bir bakıyorsunuz ki Ankara’da oturanların yarısı öğrenmeden önce bilmem Honkong’da internette dolaşmaya meraklı bir genç hemen öğreniyor.
Böylesine bir dünya, bütünleşmiş. İş böyle olunca, ekonominin asıl konuları olan insan, bilgi, sermaye, mallar böyle hızlı dolaşınca da bizim evimizde kurduğumuz dengeler bize yeterli olmuyor. Artık dengelerimizi dünya ölçeğinde kurmak zorundayız. Eskiden ben hatırlarım çocukluk yıllarımda b iri bir ev sahibi olduğunda bunu çok önemserdi. Halen de önemlidir. “Yav dört duvar bana ait olduktan sonra evin içinde acılarım da olsa, açlığım da olsa, soğanımı kırar yerim, onunla idare ederim, ne acımı, ne acılarımı dışarı duyurmam” der rahat ederdi. Maalesef öyle rahat edebilecek konumda olmaktan çıktı. Zaten rakamlara bakıyorsunuz 200 milyar dolar dışarıdan mal almışız, milli gelirin dörtte biri kadar. O kadar değilse bile, bir miktar dışarı satmışsınız. Borsanıza bakıyorsunuz yüzde 70 i yabancı paralarla dolu, bankalarınızda yabancı mevduatlar var; bir taraftan piyasaya bakıyorsunuz, piyasada her şey yabancılaşmış, markalar, dükkânlar bile yabancılaşmış. Böyle bir ortamdayız. Bu ortam, kullandığınız paralarla ilgili dengeler nedeniyle kendi ekonominizi sarsabiliyor. Son günlerde neyi konuşuyoruz biz, son günlerde konuştuğumuz şey şudur: “Döviz yükseliyor, dolar artıyor, bizim ekonomide tehlike sinyalleri baş gösterdi”, bunu konuşuyoruz, devamlı. Üç ay önce 2.90 dı şimdi 3.90 a çıkmış, yüzde 30 civarında bir artış var üç ayda. Eğer dolar cinsinden borcunuz varsa, borcunuz üç ayda yüzde 30 artmış demektir. Bir ay öncesine göre yüzde 25 artmış demektir.
DOLARIN YÜKSELMESİ EKONOMİNİN BOZUKLUĞUNU GÖSTERİR
Veya alacaklarınız varsa, aldığınız ithal malı ürünler alıyorsanız, dediğim gibi 200 milyar dolar ithalat yapan bir ülkeyiz. Bunları dolar ödeyerek, döviz ödeyerek alışımızı düşünecek olursanız, iç piyasada kullanılan yabancı malın da fiyatları artacaktır. Hemen artmasa bile zamanla artacaktır. Bu da hemen sizin kesenize cebinize yansıyacaktır. Bir taraftan fiyat artışlarıyla, bir taraftan borçların ilave sıkıntıları açısından ve buna bağlı olarak da pek çok iş adamı aldığı borçları ödeyemediğinden iş yerleri kapanacaktır. Bu iş yerleri kapanınca burada çalışan yüzlerce binlerce insan işsiz kalacaktır. Bir takım iş yerlerinin çalışmaması insanların işsiz kalması demek, ülkedeki milli geliri azaltacak bir durum demektir, yani ülke olarak yoksullaşacaksınız demektir.
DOLARIN ÇOK YÜKSELMESİ FAKİRLEŞTİĞİMİZİ GÖSTERİR
Yani neyi anlatıyoruz, dolar Türk lirası karşısında değer kazandı dedikçe ne kadar yoksullaşacağımızı, fiyatların ne kadar artacağını, ne kadar iş yerinin kapanacağını ve ne kadar çalışan insanın işsiz kalacağını ve iş arayanların da iş bulma umudunun azalacağını anlatıyoruz, neye bağlı olarak dolara bağlı olarak. “Bize ne kardeşim dolardan”, birileri çıkıyorlar TV larda dolara bir iyice kızıyorlar. Bunu dinleyen birileri de diyor ki, “ulan helal olsun diyor, dünya lideri dediğin böyle olur”, diyor, “Dolara kızdı”. Dolara kızıyorsun ama sen kızdıkça sana inat o da seni kamçılıyor. Ama buna rağmen seyreden bazıları hala, “helal olsun yav dünya liderliği dediğin böyle bir şey galiba” diyor, böyle paradoksu da var. Çözümleyemiyor, ulan dayak yiyorsun kardeşim bundan ne olacak yani. Böyle bir tablo var.
Peki, bu dolar niye yükseliyor, madem yükseldikçe bizi dövüyor, niye yükseliyor acaba. Yani bu doların değerinin yükseliyor olmasını biz şöyle kullanmamız lazım, daha fazla. Türk lirası değer kaybediyor demektir, diye yorumlamamız lazım. Bu son yaşadığımız hadiseler Türk lirasının bizim milli paramızın sürekli eridiğini anlatan bir süreç. Bu para da son derece önemlidir.
Osmanlı, tarihte bilirsiniz, Osmanlıda şehzadelerden biri padişahlığını ilan ettiği zaman hemen yaptığı iki iş vardır, bir hutbeyi adına okutturdu, hemen sikkesini bastırırdı. Niye, para egemenlik ölçüsü olduğu için. Tarih boyunca da öyle olmuştur. Ama bizim yaşadığımız iş, Türk parası milli para eriyor. Demek ki ekonomik ve siyasi olarak problemlerimiz var demektir. Artık ekonomik problemleri siyasi ve sosyal problemlerden ayırmak da mümkün değil. Ekonomide de, milli parada da uluslar arası dünya ölçeğinde siyasetinde de güç kaybın var demektir. Ülke olarak da sosyal problemler yaşıyorsun demektir.
HEM DÜNYAYLA REKABET EDECEKSİN, HEM DE DİNAMİK OLACAKSIN.
Eskiden şöyle bir şey vardı; bir sınıfta 30 tane öğrenciler var, “aferin Ahmet sınıfın birincisi, Ayşe, Fatma ikincisi, üçüncüsü, bunlar başarılı çocuklar”, diyorduk. Şimdi bir sınıfta başarılı olmak önemli değil, o kentteki bütün okullar arasında başarılı olmak da önemli değil. Artı dünya ölçeğinde başarılı olmak lazımdır. Hem bütün uluslar dünya ile rekabet halindedir, hem tüm firmalar dünya ile rekabet halindedir, hem de tek tek, tek bireyler dünya ile rekabet halindedir. Kendi ülkesindeki, ilindeki, sınıfındaki konumu artık çok fazla tartılacak bir mesele değil. Senin dünya ölçeğinde rekabet edebilme gücün nedir? Bu önemli. Bir firmayı düşünün dünyanın parasını kazanıyor bir işletme ve bir ürün üretiyor. O malı üreten o maldan sürekli Para kazana o heveslenerek izlediğiniz dev firma bile küresel rekabetin baskısı altındadır. Dünyanın ta öbür ucunda aynı işi bir başka firma yapar. Daha ucuz ve daha kaliteli malı üretirse kısa bir süre sonra o dev burada üreten burada iç piyasada ürününü satan, hatta dünyaya pazarlayan firma iflas eden çöker gider. Hem dünyayla rekabet ediyorsun, bu yetmiyor, hem de aynı zamanda dinamik bir sürecin içerisindesin, durağan değil.
Bir bakkal dükkânı açtım tamam, bir fabrika kurdum tamam hayır böyle değil veya bir firmada işe girdim tamam. Bu da değil, firma çöker işsiz kalırsın, rekabet edemez güme gider, koca iş yeri iflas eder. HEM DÜNYAYLA REKABET EDECEKSİN, HEM DE DİNAMİK OLACAKSIN. Bir anda dünyanın başka bir ucunda bir yeni teknoloji gelişir, senin sektöründe sallamaya başladığında o teknolojiye ulaşamıyorsan mutlaka aynı piyasada ayakta kalmak için alternatif iş arayışları içerisinde olacaksın. İnsanlar da öyle. Üniversitelerde konferanslarda falan diyorum, kendi sınıfınızdaki okulunuzdaki öğrencilerle rekabet etmiyorsunuz, dünyayla rekabet ediyorsunuz. Ama bilesiniz ki, dünyayla rekabet etmek, sınıfınızdaki öğrencilerle rekabet etmekten daha kolaydır. Neden? Yedi milyar insan var yeryüzünde ve siz küresel rekabetin şahları içinde olduğunuzu hissettiğiniz zaman, donanımınızı, birikiminizi artırmak için çaba harcarken bir çırpıda bakacaksınız ki, vasat bir öğrenci iseniz bile dünyanın yarısı gerinizde kalmış olacak. Zor olan bir şeyi anlatmıyoruz, kolay ve daha başarılı olan bir çizgiyi gösteriyoruz. Ama evreni ve dünyayı görmeden sırf mahallesindeki aynı sırada oturduğu öğrenciyle rekabet ettiğini hisseden insan için dünya ayağının altından kayabilir. Ama neyle meşgul olduğunu hissettiği zaman, gördüğü zaman bir anda dünyanın yarısının gerisinde kaldığını görür. Yani dünyanın yarısı kendisinin gerisinde kalır.
TÜRK PARASI MİLLİ PARA NİYE DEĞER KAYBEDİYOR?
Böyle bir ortam, peki o zaman böyle bir dünyada Türk parası milli para niye değer kaybediyor, yabancı paralar karşısında. Milli paranın değer kaybetmesinin sebebi, sizin ekonominizin zayıf olmasıdır. Ekonominizin zayıf olması nereden kaynaklanıyor. Birçok şeyden kaynaklanıyor da deminki söylediklerimle bağlantılı bir şey söyleyeyim. Sizin ekonominizin zayıf olması da ekonomik birimlerin küresel mantığı içerisinde yol alması yerine, tabi küresel mantığı içerisinde iş yapan firmalar var, ama yeni bir iktidar döneminin, yeni ekonomik aktörlerin küresel rekabet düzleminde iş yapmıyor. “Yav kardeşim”, diyor, “fabrikayı kuracaksın, dünya kadar kredi borcu altına gireceksin, ondan sonra bir yeni ürün üretmeye başlayacaksın, bilmem kaç tane adamı çalıştıracaksın, onların derdiyle sıkıntısıyla iş yapma kabiliyetiyle ömrünü tüketeceksin, sonunda küresel dalgalarla boğuşmak için sürekli ayakta durmak için can çekiştireceksin, buna girmeye gerek yok ki” diyor. “İktidarla küçük bir dirsek temasına girerim” diyor, “dünyanın rantı (getirimi) dönüyor ortada” diyor. “Ovv korkunç imar rantları var”, diyor, “korkunç bilmem şeyler var” diyor; “piyasada bedavadan iş yapılacak çok iş var, yüz kere sökersin kaldırımları yüz bir kere yenilersin, bol da para kazanırsın, bunlarla uğraşmak varken ne küresel rekabete gireceğim” diyor. HERKES RANT PEŞİNDE. Sanayi geleneği olan, iş geleneği olan, geleneksel firmalarda bu rekabet mantığı sürdürülmeye çalışılıyor olsa bile, Türkiye’nin son en az 10-15 yıllık zenginlerin hepsinin kazanç arayışında bu rant alanları var
Bakın para politikasına yön verenler, kara paradaysa, yani Türkiye’nin son 10-15 yılı, tarihi boyunca kara paranın en fazla olduğu dönemdir. Kara para nerden kaynaklanıyor, rüşvet, yolsuzluk, falan dediğimiz zaman bunlar kara paradır. Eğer ekonomi politikasını belirleyenler, ekonomi politikasını oluşturan irade, bu iradeyi oluşturan aktörler bu kara paralarını dövizde tutuyorsa döviz duru mu? Dolar arttıkça kazanıyor adam.
ŞİKAGO ÜNİVERSİTESİNDE VEFA TARHAN
Şikago Üniversitesinde Vefa Tarhan diye bir hoca vardı. (Profesör, dünyanın yüz iktisatçısından biri, diye bilinirdi) Bununla görüşürüz, devamlı biz, eskiden Türkiye Partisi döneminde bana internetten bana, hatta bizim kuruculardandı, devamlı ekonomi yorumları gönderirdi. Bundan altı ay önce, Kılıçtaroğlu’nun da danışmanlığını yaptı, ben partiyi kapattıktan sonra ama o orda anlaşamadı kavga ettiler. Bir sene önceydi, bana ekonomiyi değerlendiren bir rapor atmış, “niye” diyor, “devlet büyüğü bağırıyor, devamlı, merkez bankasına, faiziz düşürün” diye. Faiz düşürdükçe de döviz artıyor. Döviz arttıkça da hep yabancılar kazanıyor ha, sürekli yabancının kazandığı bir şey, doların fırlaması bir şey.
Bunu ekonomi kavramlarıyla, bunun altında ekonomik rasyonelite varmış gibi bir şey alınmış ve bana gönderdi. “Yayınlayacağım bir de sen bak” diye, göndermişti. Hemen cevap yazdım, hocam bunu sakın yayınlama, niye yayınlama diyorum, biliyor musun? Sen faize baskı yapan tavrı öylesine çok ekonomik teorilerle izah etmeye çalışmışsın ki, o baskıyı yapan adam senin bu anlattığın ekonomik teorilerin hiç birinden haberdar değildir. Ama bir şeyden haberdar, pratikleriyle faize baskı yaptığın zaman doların değer kazandığını görmüş öğrenmiş, pratikten öğrenmiş. Bir tarafta dolarların var, mesela bir tarafta da sizin çok fazla dolarınız varsa, baskı yaparsınız ki dolarınız değer kazansın. Benim söylediğim bu çerçeveye oturtturamayacaksan, bunu yazma sakın, dedim, sonra yayınlamadı galiba.
Temel ana dinamiklere bakacaksın, bu bireysel bazda söylediğim şey, ilk söylediğim şey ulusal bazda, firma davranışları açısından. Açıkça yedi sekiz sene öncesinden beri şunu söylüyordum: “Bu yeni dönemin zenginleri legalleştiği zaman fiyat bile orta sınıfa dönüşecektir, diyordum, hala aynı kanaatteyim. Ama nasıl bir zenginleşme, rekabet eden, üreten, dünyaya açılan zenginleşme değil. Nasıl bir zenginleşme, hep ranta dayalı.
Bu kadar devasa şeyi ele geçirenler, firma da bireysel hesap peşindedir; “e ben kurtardım kendimi, isterse bu zenginliğimin ülkeye bir faydası olmasın, fark etmez” diyor.
Şimdi bakın rakamlara bakıyoruz, onlarda ne görüyoruz. Milli gelir, bir ülkenin en önemli ekonomik performansı küresel rekabetle bağlantılı performansı, ekonomik gelir ve milli rakamlarında görülür. Şimdi şöyle bir şey var. Eskiden politikacılar bak, Özal yapardı bunu vaktiyle, “ben geldiğimde şu kadar televizyon vardı, televizyon sayısı bu kadar arttı. Şu kadar araba vardı, araba sayısı bu kadar arttı” diye anlatırdı. Hâlbuki değiştiği zaman ülkeye yeni bir teknoloji girdiği zaman o zaten sen istemezsen de firene bassan da kullanımı artar zaten.
57 İSLAM ÜLKESİNİN ÜRETTİĞİ MİLLİ GELİR SADECE ALMANYA KADAR.
Şimdi artık ülkenin gelişmesine şöyle ülkenin iç göstergelerle anlatamazsınız. İç göstergelerdeki değişimlerle anlattığınız şey, sizin gelişmişlik düzeyinizi göstermez. Eğer siz yüzde beş büyüyorsanız, dünya yüzde on büyüyorsa, siz yüzde beş geri kalıyorsunuz demektir, dünyanın nereye gittiğiyle bağlantılı. Şu İslam ülkelerinin durumu ne kadar acılıdır, biliyor musunuz? Sorsan her biri bir destan yazar, yani cahil olmak çok güzel bir şeymiş, kafan çok rahat edermiş yani, yani kafam rahat etsin diyorsan, cahil olacaksın bir şeyden anlamayacaksın. (Salondan birisi, “itaat et rahat et mantığı” dedi.)“Azade ser olurdum asil derdi gamdan, ya dehre gelmeseydim aklım olmasaydı”[2] diyor ya. Şu bilmenin derdinden izdırabından uzak olurdum ya bu devirde dünyaya gelmeseydim ya aklım olmasaydı” diyor. Bunu siz bilgim olmasaydı” diye yorumlayın.
Bir bilgiye sahip değil, ooo esiyor, dünyayı fethediyoruz, nasıl fethediyorsun sen dünyayı? İslam teşkilatına üye 57 tane ülke var, bakın bir buçuk milyar nüfus ve 57 tane ülke var, Türkiye dahil. Bakıyorsun, ürettiği değer ne diye, milli gelir yerine diye, milli gelir dediğimiz şey, bir ülkenin ürettiği değer demektir; ürettiklerinin toplam değeri demektir. ABD tek başına 17 trilyon dolarlık değer üretiyor, milli değer olarak geliri var, Çin on trilyon doları geçti, Japonya beş buçuk trilyon, Almanya dört trilyon dolara yaklaştı. 57 İslam ülkesinin ürettiği milli gelire bakarsanız sadece Almanya kadar. ABD nin dörtte biri kadar milli gelirin var. “Ooo biz Amerika’ya posta koyalım”, adam dünyanın en ağır silahlarını burnunun dibine yığıyor, sen bu halinle bu cıbırlığınla iki tane at arabasını onun ülkesine gönderemezsin. Milli gelir o yılda üretilen değeri ifade eder.
İSLAM DÜNYASININ HER BİR TARAFI KAN GÖLÜ
İslam Teşkilatlarının İSEDAK toplantıları vardı, Kültürle filan ilgili bunun sekretaryası bana bağlıydı, onun toplantılarına giderken, DP ye bir gün merak ettim de şunları çıkarın bana, bizim milli gelirimiz ne, İslam Teşkilatına üye 57 ülkenin ihracatı ne, petrol ve doğal gazı çıkarın, toplam dünya ihracatı içerisindeki nedir, dedim. Ne çıktıydı biliyor musunuz, aynen dediğim, mili geliri Almanya kadar çıkmıştı. İhracatı dünya ihracatının kırkta biri (1/40) kadar çıkmıştı. Demek ki dünya bir zekât oranıdır ya; zekâtını bize bırakmış” diye anlatırdım. Petrolle doğal gazı çıkarırsan, geriye kalan da fitre parası gibi bir şey kalıyordu. Böyle bir haldesin, o günden bu güne bir şey değişmedi. Niye değişmedi biliyor musunuz, İslam dünyası zaten kan gölü, mili geliri zaten bir trilyon dolar düştü. Kaybetti, o gelişmeylen birbiri telafi etti o sorunu. Her bir taraf kan gölü; birileri eline silah alıp, Allah deyip cihat yapıyoruz dediği zaman dünyayı fethedeceğini, Amerika’yı dize getireceğini, bilmem Çin’ini, Japonya’sını bilmem nesini hizaya getireceğini zannediyor. Kendini mahvediyorsun, kendini yoksullaştırıyorsun, kendini zayıflatıyorsun. Her patlattığın mermi, her patlattığın bomba senin dünyanı mahveden seni yoksullaştıran, sefilleştiren ve dünyanın ekonomik güçlerine muhtaç eden ve bağımlı hale getiren bir sürecin parçasısın sen, ne kadar ilkel bir düşünce biçimi. Onun için biz de bu rakamları bilmeseydik bizim de kafamız rahat ederdi.
Şimdi düşünüyorum, bu IŞİD’in, El Nusra’nın, Darruşşam’ın bilmem OSÖ nün içindeki dünyadan habersiz militanları. Ne büyük başarı kazandıklarını zannediyorlardı şimdi, patlattıkları bombayla. Yani öyle bir noktaya geldi ki, ben diyanetin kadrolu imamlık yapmış biriyim, imamlık yaptım, Hacettepe’de doçent moçentliğimi söyledin de imamlığımı söylemedin, imamlık yaptım ben, kadrolu hatta yani 657 ye göre imam kadrosundan maaş da aldım. Düşünebiliyor musunuz İMAMLIK YAPMIŞ BİRİ OLARAK BU MÜSLÜMANLARDAN BEN KORKUYORUM yavu. (Salondan gülüşmeler) Korkuyorum, en çok da nerden korkuyorum, biliyor musun, camilerden korkuyorum, itiraf edeyim, bir ton manyak türemiş, devlet iki korumayla bir araba veriyor hala. Biri emekli oldu, yerine istemeyelim dedik. Öbür korumaya dedim ki ben cuma namazlarını tereddüt ediyorum, sen bizimkilere söyle de cuma günü, sırf Cuma saatine ilave takviye versinler. O da konuşmuş, geldi dedi ki, “sayın bakanım, ben ilgili birimlerle, CUMA GÜNÜ CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN, BAKANLAR O KADAR ÇOK İLAVE KORUMA İSTİYORLARMIŞ Kİ, ELLERİNDE KALMIYORMUŞ. Başka bir zamana istiyorsan özel zamanlara verelim ama hele Cuma saatine istemeyin”, demişler. Bak siz bir şeyi göremediniz, ben o zaman dedim ki, “VAY CANINA DEDİM YA, BU CAMİDEN SADECE BEN KORKUYORUM ZANNEDİYORDUM, CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN DA, BAKANLAR DA KORKUYORMUŞ, dedim. Sen inancını da berraklaştıracaksan dünyaya karşı, kendinde ayakta tutan ülke haline dönüştüreceksen, VAZGEÇ BU RANT İŞLERİNDEN YAV. Rantın ülkeye bir faydası yok. Teptir bir ton zengini, yoktur faydası. Küresel rekabet eden bir üretim süreci başlatacaksın. Eğitimi ona göre şekillendireceksin. Ama yapmazsan, eğitim rakamları vardı görünce korktum ben de. Böyle bir rezillik olur mu? PSA değerleri var, 72 ülke içerisinde elli ikinci görünüyor. Diğerleri hep Afrika ülkeleridir, korkunç bir şey. Eğitim demeyin o da ekonominin dinamizmin bir parçası. Çok açık. Dünyayla rekabet edemiyorsan olmaz bir şey. Paranın milli paranın değeri azalıyor. 2002 -2007arasında ekonominin patronu bendim, hükümette. Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı DPT bana bağlıydı, SSK, BDT bilmem ekonomiyle ilgili kurumlar benimle irtibatlıydı vs. Ekonomi koordinasyon kurlu vardı; ekonomik birimlerin kendine bağlı olduğu bakanlar ve bürokratlarla bu ekonomik koordinasyon kurulunun toplantısını düzenli olarak yapardık, her ay. İster dert olsun, ister dert olmasın. Stratejik olarak tartışırdık. Bu ekonomik koordinasyon kurulunun başkanı bendim, diğer bakanlar ve bürokratlar. Bazen hiç olmayan konuları tartışırdık. Şöyle bir şey olsa ne olur, böyle bir iş olsa ne olur, diye. Hatta zaman zaman üniversiteden öğretim üyesi çağırırdık, belli bir konularla ilgili, dinleyelim diye.
Bırakırken bakıyorum, bir dolar bir liraya yaklaştıydı, bir virgül bir (1,1) olmuştu. Şimdi dolar aşağı yukarı dört lirayı gördü. Kardeşim dokuz senede milli paranın değerini dört kat düşürmüşsün. Demek ki ekonomik performansta zayıflama var. Zayıflama da belli, merak ettiğimden çıkardım 2003-2008 arasında yani benim bulunduğum dönemde yıllık ortalama büyüme oranı, şimdi bir de yeni ve esli seriler icat ettiler, dibe gidiyordu göstergeler, hemen bir ay önce hesaplama yöntemlerini değiştirdiler. 2011 den 2016 arasındaki rakamları büyüttüler, şişirdiler, 2011 deki rakamlar da oraları da aynı endekse uyguladık, diyorlardı, aynı rakam. Mesela 7,2 olanı 7.e e çıkarmış orayı a artırdık” diyor. Ama 2011 sonrasındaki, beş yıllık toplam büyüme oranı yüzde14 büyülttüler. Bun rağmen, kâğıt üzerinde hesaplama yöntemi, hele o taa bütün endekslerin izlendiği Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar geriye doğru götürseler aynı endeksi, diyeceğim ki 1923 yılındaki ekonominin büyüklüğüyle 2016 yı kıyaslayabilirim” diyeceğim. Yok, onlara dokunmamışlar. Geriye gittikçe büyütme şeyini küçük tutmuşlar, sıfıra indirmişler hatta bir yıldan sonra; peki nasıl karşılaştıracağız. 1940 lan 2016 yı nasıl karşılaştıracağız. Endeksi ermeyince devletin çok karışık hesaplamalarla ortaya çıkardığı rakamlar bunlar. Ne görüyoruz, şimdi eski seriylen, 2016 yeni olduğu için eski seriylen aynı kıstaslara göre kıyaslayabiliriz. Ama 2017 ye geldik miydi 2017 yi 2002 len kıyaslayamayız. Ne görülüyor biliyor musunuz? 2003 le 2007 arasında ekonominin ortalama yıllık oranı yüzde 6.94 2008 2016 arası bıraktığımdan beri ekonomik YILLIK BÜYÜME ORANI 3,2 YARISINDAN DAHA DÜŞÜK. Türkiye’nin 1940 dan bu güne kadar ki yıllık ortalama büyüme oranı yüzde beş 5.1 hatta. Türkiye 66 yıldır, yıllık ortalama 5,1 oranında büyüyor, bunların dokuz senedir yıllık ortalama 3,2 büyüme hızı sağlamışlar.
DOKUZ YILDIR TÜRKİYE’NİN TOPLAM MİLLİ GELİRİ AYNI
Üstelik de son zamanlarda verdikleri eski seriye göre rakamlarına inanmıyorum, yeni seri baştan sona hile zaten. Vaziyet bu. Peki, toplam milli gelir ne kişi başına hani nüfusumuz artıyor, biraz nüfus artışıyla milli gelirin artması lazım. Hesap karışıklıkları var. 2007-2008 deki toplam milli gelir 740 küsur milyar dolar. 2016 da 745milyar dolar aynı. Dokuz yıldır Türkiye’nin toplam milli geliri aynı aşağı yukarı, eski seriye göre aynı kıyaslama sistemine göre. Patinaj yapıyor, bu ülke 70 yıldır, hatta Atatürk döneminin büyüme oranlarına bakarsanız, hele özellikle 1929 ekonomik krizinden sonra, milli sanayi hamlesi ve KİTler kurulmaya başladıktan sonra Etibank, Sümerbank gibi 1932 yle38 arası böyle beş altı yılık periyotlar itibariyle değerlendirecek olursanız, Cumhuriyet tarihi içinde en yüksek büyüme oranlarının gerçekleştiği dönemdir. Onu da bir tarafa bırakıyoruz, son 60-70 yıl içerisindeki en kötü performans son dokuz yıl bence, böyle bir durum.
Kişi başına milli gelir ne? Bu da son derece önemli, kişi başına milli gelir eski seriye göre veriyorum, bu uydurdukları hesabı gözüm kesmiyor, 2007 de 9247 dolarmış. Bu 2007 deki rakamda da hesap artış var.2008 de, 2007 rakamları henüz açıklanmadan bir hesap biçimi değiştirdiler, bu değişen hesap biçimine göre milli geliri yüzde 30 otomatik artırmışlar. Nasıl düzeltiyorlar biliyor musunuz, sizin kiraya verdiğiniz bir ev varsa oradan aldığınız kira geliri milli gelire sayılıyor. Mili gelir aynı zamanda o ülkede yaşayan bütün insanların yıllık toplam gelirini de anlatır, hangi türden gelir olursa olsun. 80 milyon insanın yılda elde ettiği geliri toplarsan oradan da milli gelire ulaşılır.
MİLLİ GELİRİ GERÇEK DIŞI RAKAMLARLA YÜZDE 20 ARTIRMIŞLAR
Ama ülkenin toplam üretimini hesaplarsan oradan da milli gelire ulaşılır. Toplam harcama ve tasarrufu toplarsan oradan da milli gelire ulaşılır. Milli gelir üç yöntemle bulunur üçü de birbirine eşittir aslında, karışık bir mekanizma, ama gelir yöntemiyle söyleyecek olursak o 2008 düzeltmesi bakın ne kadar bir hile olduğu için söylüyorum. Kiradaysa eviniz o kira geliri milli gelire dâhil oluyor. Şimdi şöyle bir şey var, siz kendi evinizde oturuyorsanız, kirada oturmuyorsanız ona da farazi bir kira miktarı koyuyorlar, onu milli gelire ekleyip topluyorlar.
Bu 2008 hesaplamasında sırf kendi evinde oturanların kirasının göstergesinin miktarını artırmak suretiyle sadece oturduğunuz evden dolayı farz ettiğiniz geliri artırmak suretiyle hesap artırması tabi, fiili bir artırma değil, artırmak suretiyle milli geliri yüzde 20 büyütmüşlerdi. Mesela herkesin oturduğu evin gelirini 500 liradan sayalım, tam olarak yerine bin liraya çıkarıp sigortadan bile milli geliri yüzde 20 artırmışlardı. Hesaplarla milli geliri artırmanın ne kadar gerçek dışı olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Gelelim 2007 ile 2016 yı vermemin sebebi, bu göstergeler açısından da birbirine kıyaslama yılları olduğu için. Bu 2008 gelir artışı 2007 ye de uygulandı, zaten 2016 nın içinde de var, eski serilerde yeni serilere geçince 2016 nın içerisinde yeni ilave ettikleri fazlalıkları var DUBLE ŞİŞİRME VAR bir 2016 şişirmesi bir de 2008 şişirmesi var. Biz sadece 2008 şişirmesine göre verdiğimiz zaman rakamı 2007 de 9247 dolar eski seriye göre kişi başı milli gelir 2016 da ise 9012 dolar. KİŞİ BAŞINA 2007 DEN 2016 YA DOKUZ YIL İÇERİSİNDE 200 DOLAR YOKSULLAŞMIŞ VAZİYETTE. Bu hükümetin kendi rakamı, bunun içinde de şişirme olduğunu yani, bir de bir taraftan da hesap hileleri yapıyorlar. Yani her şeyde bunu görüyorsunuz.(Salondan biri “patinaj mı geri vites mi” diyordu). Mesela sanayi üretimine bakıyorsunuz, endekse bakıyorsunuz hepsinde geriye gidişler var. Ekonominin genel performansı iyi olmayınca milli para da erir, milli gelir de yeterince büyümez, performans gösteremezsiniz. Yani ekonomi küresel ölçekteki gelişmelerin gerisinde kalır. Bizim aslında yaşadığımız hadise bu. Ne artar, neyin arttığı belli. HAPİSHANELERDEKİ MAHKÛM SAYILARI ARTIYOR, SOSYAL SUÇLAR ARTIYOR, KADINA ŞİDDET ARTIYOR, UYUŞTURUCU KULLANIMI ARTIYOR, CİNAYETLER ARTIYOR, aflarda maflarda azalıyor, hapishanelerde boş yer bulmak için birçok mahkûmu bıraktılar.
Bakın hapishanelerin mahkûm sayıları 2002 yle de kıyaslama çok gerçekçi değil, o sırada bir Rahşan affı vardı, boşalma falan vardı ama benim gördüğüm o 2002 yani AK Parti nin iktidara geldiği yılların performansı 60-70 bin civarında mahkûm var. Şimdi mahkûm sayısı 202675 e varmış. 202 bin mahkûm var memlekete. Cezaevi sayısı 382 ye çıkmış. 2006 -2016 arasında cezaevleri genel müdürlüğü 2006 rakamını verdiği için Ak Parti’nin ilk birinci döneminin ortasında bir tarih 2006 son on yıl içerisinde sadece yeni 139 tane cezaevi inşa edilmiş ve 34 tane de ek bina eklenmiş bu cezaevlerinin miktarına. 34 den bunu eklersen yani kabaca 150 de. 150 tane ilave bol bol cezaevi yapıyor. Düşünebiliyor musunuz, “hiç mi bir şeyimiz artmadı kardeşim” diyenlere işte artış.
SENEDE BİN TANE KADIN ERKEK ŞİDDETİNDEN ÖLDÜRÜLÜYOR. Niye acaba bu? Rakamlar arsında da boğmayayım, sizi.
1991 de milletvekili oldum, dört dönem milletvekilliğim var, tam 16 yıllık milletvekilliğim var, 91 den itibaren, Hacettepe’de hocayken geldik, meclise, 96-97 de maliye bakanlığım var o Refah partisi 28 Şubat döneminde, üzerimizden geçmişti. 2002-2007 arasında da başbakan yardımcısıydım. Gerisi on yıl muhalefette geçti, milletvekilliği dönemim altı yıl iktidarda ve hükümette geçti.
Bu ilk muhalefet yıllarında ben çok sert konuşurdum, Meclisin en sert konuşanı herhalde bendim, öyle zannediyorum. Ben kürsüde iken Demirel o zaman başbakandı, beni dinleyemez salondan çıkardı. Hatta 1996-1997 deki Refah yol hükümeti kurulurken benim ismim onaylamak üzere o da o zaman Cumhurbaşkanı Sayın Demirel, yav bu adam beni çizer, dünyanın lafını söyledim buna, diye düşündüm. Hakaret yapmadım 16 yıllık milletvekilliğim boyunca, dokunulmazlığı var ama milletvekillerinin birine hakaret edersen, hakaretten dolayı tazminat davası alıyorsun. Kemer Genç çok güzel yapardı. O çıkardı milletvekillerini tahrik ederdi. İlk dönemde ilk milletvekilleri geldiğinde tahrik edici şeyler söylerdi onlar da dayanamayıp yerlerinden küfrederlerdi. Tutanaklardan çıkarırdı hepsini dava ederdi. Tazminat açmaya, almaya engel değil, milletvekili dokunulmazlığı. 16 yıllık milletvekilliğimde ne tazminatla ilgili dava açıldı ne de bir dokunulmazlık fezlekesi geldi, benim hiç fezlekem olmadı. Çok sert konuşurdum, ama böyle hakaret falan değil. Sert üslubum vardı, benim sert konuşuşum şöyle idi, mesela esnafı konuşuyorsunuz, “esnafı öldürdünüz, mahvettiniz, bitirdiniz” diye öyle bindirirdim ki, bunu kaldıramazdı bakanlar dayanamazdı dışarı çıkarlardı. Veya emekliden bahsediyorsunuz, yani ben emeklilikten bahsederken çekemez sorumlular. Böyle bir sertliğim vardı. Ama sonra, ilk iktidar dönemini yaşadıktan sonra, iki yıllık maliye bakanlığından sonra, oturup bir nefis muhasebesi yaptım, yav tamam kimseye küfretmiyorsun, bir şey demiyorsun, hatta diğer partililer de o üsluba, kulislerde şurada burada sana iltifat ediyorlar. Ama bu üslup da iyi bir üslup değil, bunu da değiştirmek lazım, daha ılımlı olmak lazım. Ülke zaten ayrışma mayrışma gittikçe derinleşiyor, daha farklı bir siyaset tarzı getirmek lazım. Ekonomi konuşmayayım da daha sempatik konularda konuşayım, dedim. Mesela çevre bakanlığının bütçesi görüşülürken, grup adına konuşmayı üstlenmek için yazdırttım. Çevre bakanlığı artık çevre konuşacağım, diye. O zaman Ediz Hun da çevre komisyonu başkanıydı. Öyle bir şık çevre konuşması yaptım ki Ediz Hun da bayıldı. Herkes şaşırdı, yahu harika herkes benden beklemiyor bunu. Eski Latif Bey çevre konuşuyor falan. Fakat bakıyorum çevreyle ilgili gündem gelmiyor. Gündem oluşturulamadı, memlekete çevre duyarlılığı yok. Çevre konuşmasını yapmıyorlar, dedim ya çevreye kaldımsa başka şeyler bulayım. Zorladık, morladık baktık ki olmuyor. Ekonomi siyasetin değişmez konusu. Dedim ki o zaman üslubumu genel değiştirmem lazım. İki seçim, 2002 Milletvekili seçimindeki kampanya konuşmalarımı takip eden var mı bilmiyorum, Bakanken 2007 belediye seçimleri oldu, yerel seçimlerde Erzurum’dan İzmir’e kadar, Samsun’dan Osmaniye’ye kadar Türkiye’nin değişik illerinde seçim kampanyalarına katıldım. Hem de müstakil yapıyordum, diğerleriyle birlikte değil. Genel başkanın gezilerine katılmıyordum. Bana ait konferans düzenliyorlardı, bana ait köylerde, kasabalarda, illerde hatta açık hava mitingleri yaptık. Kahvehane konuşması da yaptım, salon konuşması da yaptım. Hem 2002 seçimleri, hem 2004 seçimleri; yani AKP ile girdiğim iki seçimlerde hiç partimi methetmedim ve hiçbir partiye de atmadım. Hep birlikten, kardeşlikten, beraberlikten ve konuşmamın sonunda hep şöyle bitiriyordum. “Önemli olan partiler değil, önemli olan sizsiniz, önemli olan bu vatandır, önemli olan memleketimizdir, ülkemizdir. Siz iyi olun partilerin biri kaybederse kaybetsin, öbürü kazanırsa kazansın. Hiç ona takılmayın, siz birbirinizi sevin, farklı partilerden olduğunuz halde birbirinize kin ve düşmanlık duymayın. Budur, keşke bilseydim, ben kendimle ilgili arşiv tutmazdım. Ülkemdeki konuşmaların hepsini arşivlerdim. Ve de partinin eğitim toplantılarına katılırdım, sırf partinin teşkilatlarındaki illerdeki. Gitmediğim il kalmamıştır, o toplantıların hepsindeki aynı üslupla sevgi, birlik, beraberlik; ayrışma yapmamak, partizanlık yapmamak gibi hep 0nu anlatıyordum. Hatta hiç unutmam özellikle kasabalarda bir kasaba meydanı vardır; bütün partilerin kasaba meydanı çevresinde olurdu. Bir köşede mikrofon teşkilatını kurarlar, elinizde mikrofon başlarsınız konuşmaya. Bir saat on beş dakika falan konuşurdum, hep. 45 dakika öbür partililer de bizim kalabalığa gelmezler de binaların önünde beş on kişi bazen yirmi kişi falan kalabalık yapar, kendi parti binalarının önünden izlerlerdi. Hep onlar takip ederdi. Ben anlatırdım, Yunus Emre’den 72 milletin yaşadığı Anadolu’da nasıl bir kültür oluştu da sonunda Türk tarihini bir devletini ortaya çıkardı. Kâh tarihten, kâh günümüzden öyle şeyler överdim ve derdim, 1402 nedir Ankara Savaşı. Ankara Savaşında ne oldu, Timur geldi Yıldırım Beyazıt’ı yendi. Padişah esir, sadrazam vezirler esir, ordunun bir kısmı esir. Yani Cumhurbaşkanı yok, Başbakan yok, bakanlar kurulu da yok, devlet yok. Fetret Devri 12 yıl. Bu Fetret Devri Osmanlının yıkılış devri midir, gerileme devrimimidir. Bana göre Osmanlının yüksel devri devam ediyor, büyüme dönemi devam ediyor, büyüme dönemi devam ediyor. Niye? Bir lonca sistemi var, sosyal dayanışmayı sağlayan tımar sistemi var. Milletin, devlete, hükümete ihtiyacı kalmamış ki ve de hükümet yapılandırıldıktan sonra yoluna devam ediyor. Sistem çözülmemiş, onun için o kasabalarda konuşurken bize de bir yerinde çatar diye, endişeli olduklarından da alkışlamazdı öbür partililer. İzlerler izlerler konuşmanın sonuna doğru artık benim kendi partileri aleyhinde bir şey söylemeyeceğim belli olduktan sonra, sonlarına doğru onlar da başlardı alkışlamaya.
Bizim partililer bazen derlerdi, “yav sayın bakanım bu konuşmayla biz oy alamayız”. Hepsine kızardım, yav sen memlekete zarar verdikten sonra oy alsan ne işe yarayacak kardeşim” derdim. Siyasetçi önce ülkeye ne getirecek diye ona bakar, siyasetini ve konuşmasını ona göre ayarlar. Ondan sonra partisine oy gelirse gelir, gelmezse başka parti gelecek zaten, memleket partisiz iktidarsız mı kalacak. Y bu der, “ille de ben geleceğim”, niye geleceksin devamlı. Bunu ülke açısından düşünürsen, bu bencillikten veya gayrimeşru iştahlardan başka bir izah tarzı yok ki.
EKONOMİK DİBE VURUŞLARIN ARKASINDA HEP SOSYAL ŞEYLER ÇIKAR, PATLAMALAR ÇIKAR
Dolayısıyla pek çok şey söylenebilir. Ama bu ekonomik problemler ülkelerin fay hattı oluşma dönemlerinde en büyük sorunlara sürükleyen dinamiklerden biridir, şimdi ekonomi. Şimdi Türkiye’nin çok önemli fay hatları var, dış politikada var, içerde var, güvenlikle ilgili, PKK, IŞİD, El Nusra gibi bir ton şey türedi, her yerde de bomba patlıyor.
Bir de ekonomi, Ekonomik Dibe Vuruşların Arkasında Hep Sosyal Şeyler Çıkar, Patlamalar Çıkar. Benim en endişe ettiğim konu bu. Şu andaki ekonomiyle ilgili, “yav şunu nasıl ne yapacağız” diye böyle bir işi ciddiye alma da yok işin garibi. EKONOMİ İYİ DEĞİL KÖTÜYE GİDİYOR, tüm göstergeler bozulmuştur tek tek, 2006-16 son on beş yılın en büyük işsizlik olacağını zannediyorum. Zaten şu anda yüzde 12 ye çıktı, ekim ayı rakamı bu, yüzde 11,8 diye verdiler, ama tarım dışı işsizlik yine yüzde 14 Birkaç da 2009 da yüzde 14 olduydu, genç işsizlik oranı yüzde 22 nin üzerine çıktı. Ama bu rakamlara çok da doğrudur, diye bakmayın. Bir kere çalışıyor görünenlerin yüzde 40 ı sosyal güvenlik kurumlarına üye değil, yani emeklilik hakkı yok, sağlık hakkı yok. Biz bunu çalıştı sayıyoruz, işi var sayıyoruz. Sosyal Güvenlik Kurumuna üyeliği olmayan, emekliliği olmayan insan, ben nasıl hayatımı kurtardım” diyecek, evlenmeye çoluk çocuk sahibi olmaya kalkacak. Bunun ne korkunç bir şey olduğunu biliyor musun? Neymiş, “yaz aylarında çalışan işsizlik azalıyor”, niye? İnşaatlardan bir aylık iş buluyor, hiçbir sosyal güvencesi yok, ondan sonra tarım işçileri hiçbir sosyal güvenceleri yok. Bunlar çalışıyor sayılıyor, iş bulmuş sayılıyor. Bir kısmı da bıkmış artık iş bulamıyor, istediği standartta iş bulamadığı için iş aramıyor, iş aramayanları da külliyen işi var imiş gibi işleme sokuyorlar, işsiz oranına koymuyorlar.
İşsizliğin tanımı, iş aradığı halde iş bulamayanlara işsiz deniliyor. Umudunuz kalmadı da iş aramıyorsan gayri, onu işsiz saymıyorsunuz. Bırakanları da öyle değerlendireceksiniz ha. Gençlerin yüzde 25 i işsiz, işsiz değdiniz zaman orya bir ihtiyat payı acaba bu yüzde 20 mi 30 mu, diye.
Yani bütün göstergelerde kişi başına milli gelir ortada, toplam milli gelir ortada. Fiyatlar korkunç artıyor. Ne kadar yansıyor bilmiyorum, Devlet İstatistik Kurumu (DİK) bunların ne kadarını koyuyor, ama gösterilenden daha fazla.
Geçenlerde TV 7 yi izliyorum, işte yandaş hükümete yağ çekiyor, “aman ne kadar ucuzlamış, mandalina bir lira”, pazardan mandalina üç buçuk dört liradan aşağı mandalina yok” 6-7 liraya çıkmış domates hala bir liradan bahsediyor. Herhalde fakır fıkara o haberleri izlerken memleketin durumu iyi diye bakıyorlar, kendi ceplerinin durumuna bakmıyorlar gibi geliyor bana. Yani olan bitenin gerçek algısıyla da bir ilgili bir problem var, şöyle bir problem var. En çok televizyonlardan etkileniyor insanlar. TELEVİZYON REYTİNGİNİN YÜZDE 99 U SAYIN CUMHURBAŞKANININ EĞİLİMİ DOĞRULTURUNDA YAYIN YAPIYOR. Veya yağ çekip bir nimete nail olmak için yayın yapıyorlar. Böyle olunca hiçbir doğruyu duyma ihtimaliniz yok. Bana da yasak koymuşlar, benim de TV lara çıkmam yasak; yasak dinlemeyen bir iki TV çağırıyor beni, Halk TV çağırıyor, konuşacağız akşamleyin, yav diyorum, gündemde ne var ona göre geleyim. “Gündemi ne yapacaksın sen izlemiyor musun” diyorlar, ben de valla ben haber maber seyretmiyorum, bazen size kızıyorum sizin haberleriniz de izlemiyorum, diyorum. Çünkü haberin ana kaynaklarından zapt ettiklerinden onlar da yanlış haber veriyorlar bazen. Artık muhalefetin yaptığı yayınlar dahi gerçeği yakalamaya müsait olmaktan çıkıyor. Zaman zaman herkeste zaaf var. Bir bakıyorum, bu sabahta yapıyor galiba, üç hafta üst üste Şanghay beşlisinin mubaret olduğunu anlatıyor, AB ve ABD nin kötü olduğunu”. Sinirlendim, demokratik ortamda artık kendisinin iktidarını sürdürmeyle ilgili sorunlar var Avrupa’ya rest çekiyor, Amerika’ya uzak gibi gösteri yapıyor. Rusya Çin falan gibi gruba yanaşmaya çalışıyor demokrasi standardının olmadığı yerlere. Şimdi tam bu konjonktür böyle olunca hiçbir doğruyu duyma ihtimaliniz yok türde, bunun çok doğru olduğunu izlemini verecek muhalif yayını ben kabul edemem mesela.
Haberlerde gündemde ne var ona göre geleyim diyorum, ben haber izlemiyorum diyorum, “yav sen haber izlemeden nasıl yorum yapıyorsun” diyorlar. Yahu kardeşim haberleri izleyim de beni de mi kandırsınlar. En azından sizin karşınıza kandırılmamış biri geliyor. Bazı şeyleri bilmek için ayrıntısına gerek yok. Bazıları çıkarlar malumat kuruşluk yaparlar. Malumat puruşluk Demirelin lafıdır. Bazıları bildiği her şeyi anlatmaya kalkar. Bildiğin her şeyi döktüğün zaman siyaseten doğru konuşmuş olmaz. İnsanın bildiği kadar bir istikameti bir hedefi olur, onu besler. (Alkışlar)
Konuşmanın sonunda izleyenlerin soruları ve katkıları ile açıklamalar ve yanıtlarla sona erdi.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
SONNOTLAR
[1] ABDÜLLATİF ŞENER: (d. 26 Nisan 1954, Yıldızeli, Sivas), Türk siyasetçi, akademisyen, TBMM eski milletvekili, eski Başbakan Yardımcısı, Maliye eski Bakanı ve Türkiye Partisi'nin kurucusudur.
58. Hükümet ve 59. Hükümet'te Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı, öncesinde 54. Hükümet'te Maliye Bakanı, TBMM 19. Dönem ve 20. Dönem Refah Partisi, 21. Dönem Fazilet Partisi, 22. Dönem Adalet ve Kalkınma Partisi Sivas milletvekili olarak görev yaptı.
Abdüllatif Şener, 26 Nisan 1954'te, Ahzerat ve Bedirhan Şener'in oğlu olarak Sivas'ın Yıldızeli ilçesinin Emirler köyünde doğdu. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Gazi Üniversitesi'nde doktora yaptı. Gazi Üniversitesi Bolu İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde dekan yardımcısı oldu. Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü'nde öğretim üyeliği yaptı. Maliye Bakanlığı'nda Gelirler Kontrolörü olarak çalıştı.
Seçimleri’nde Refah Partisi'nden Sivas milletvekili seçilerek siyasete girdi. Necmettin Erbakan başkanlığında kurulan REFAHYOL Hükûmeti'nde Maliye Bakanı olarak görev yaptı. 1998 yılında Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra Fazilet Partisi'ne geçti. 2001 yılında da Fazilet Partisi de kapatıldı.
2001 yılında kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (Ak Parti) kurucuları arasında yer aldı. Seçimleri’nde yeniden Sivas milletvekili seçildi. 2002-2007 yılları arasında Abdullah Gül Hükümeti ve 1. Erdoğan Hükümeti'nde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptı. 2007 yılında yapılan seçimlerde aday olmadı ve AKP'den istifa etti. 25 Mayıs 2009 tarihinde Türkiye Partisi'ni kurdu. 2011 Türkiye genel seçimleri öncesinde partisinin genel başkanlığından istifa ederek Sivas'tan Bağımsız milletvekili adayı oldu. 17.092 oy almasına rağmen milletvekili seçilemedi. Kurucusu olduğu Türkiye Partisi, 27 Ağustos 2012 tarihinde kapandı.
Fransızca bilmektedir. Evli ve 4 çocuk babasıdır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Abd%C3%BCllatif_%C5%9Eener
[2] Mustafa Kemal'in pek sevdiği, hatta zaman zaman kendisinin seslendirdiği bir gazel var:
"Atatürk hastalanır ve karnı su toplar. doktorlar acılarından kurtulması için şırıngalarla suyu çekmek zorunda kalırlar. yıllar önce söylediği bu gazel, onun yaşamında; gerçeğe, bir alın yazısına dönüşmüştür"
Atatürk'ün Hafız Yaşar'dan dinlemeyi sevdiği bu "Nevâ çiftetelli gazel"
"Yâ Rab! Ne eksilirdi deryâ-yı izzetinden
Peymâne-yi vücûda zehr-âb dolmasaydı
Âzâde-ser olurdum âsîb-i derd ü gamdan
Yâ dehre gelmeseydim yâ aklım olmasaydı". Ziya Paşa.
Ziya Paşa'nın bu ünlü gazeli günümüz diliyle yaklaşık olarak şu anlama geliyor;
"Ya Rab! Ne eksilirdi senin ululuk denizinden
Vücud kadehine zehirli acı suları doldurmasaydın
Kurtulmuş olurdum dert ve gam belasından
Ya dünyaya gelmeseydim, ya aklım olmasaydı"
https://atillaatalay.blogspot.com.tr/2012/11/yaver-su-sevdigim-sarkiyi-cal.html
Yorum Gönder