“Yok Edilen Adalet” Ve Demokrasi Panelinde Ömer Faruk Eminağaoğlunun Konuşması

Uğur Mumcu’nun evinin önünde menfur bir suikastla yaşamını yitirdiğinin 24 ncü yıldönümü anısına, Adalet ve Demokrasi Haftası Kapsamında Yargıçlar Sendikası tarafından 29 Ocak 2017 günü Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinde düzenlenen “Yok Edilen Adalet Ve Demokrasi” panelinde Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu bir konuşma yaptı. Ancak, salonun dörtte biri bile dolmamıştı. Girişte beş altı polisin ve güvenlik görevlilerin her gireni sıkı bir şekilde arama yapmaları dikkat çekiyordu. Bilindiği gibi, giden ay Rus Büyükelçisi bu binada saldırıya uğramış katledilmişti. Bu sıkı tedbirin bundan kaynaklandığı söylendi. Ayrıca salonun bu denli boş olmasına ülkede artan terör korkusundan da olabileceği seyirciler tarafından söylendi. Biz de, iktidarın gizli saklı hazırladığı anayasa değişikliği önerisinin,  Nisan ayında referandum olacağından, halkımız tarafından daha iyi anlaşılması ve de bu değişiklikteki adalet, demokrasi, yasama, yürütmedeki yanlış ve tehlikeli uygulamaların ülkede sıkıntılar yaratacağı düşüncesiyle,  özellikle hukukçuların görüşlerini size sunmayı görev bildik.
“Yok Edilen Adalet” Ve Demokrasi Panelinde Ömer Faruk Eminağaoğlunun Konuşması

Panelde Yargıç Ömer Faruk Eminağaoğlu, uyarıcı ve aydınlatıcı konuşmasında şunları söyledi:
 “-Bu gün Adalet ve Demokrasi iktidarın elinde olduğu için yok edilen adalet ve demokrasi kavramıyla biz de burada sunumlarımızı gerçekleştirmek istiyoruz. Bu gün iktidar yargı üzerinden hareket ederek veya demokrasi üzerinden hareket ederek amacına ulaşmaya çalışıyor. Bu şekilde adımlarını daha rahat ve denetimsiz bir şekilde, pervasızca, atıyor, gerçekleştiriyor. Yani yargı kişilere güvence olmaktan çıkartılmış, demokrasi hak ve özgürlüklerin yaşandığı bir sistem ve ortam olmaktan çıkartılmış, tam aksine iktidarın kendisine kalkan yaptığı bir duruma dönüştürülmüş.

“CÜBBE GİYMEKLE YARGIÇ OLUNMAZ”
Yargıda örgütlenme sürecini başlattığımızda, “CÜBBE GİYMEKLE YARGIÇ OLUNMAZ”  sözümü söylediğimde nedense bu sözüm suç olarak algılandı. Beş yıl boyuca “cübbe giymekle yargıç olunmaz” sözünün yargıya hakaret olduğu, kişilere hakaret olduğu iddiası karşısında yargılandım. Ve bu gün bakıyoruz, cübbe giymekle yargıç olunup olunmadığı, mevcut tablo karşısında evet cübbe giymeden de kişiler bu gün neler yaptığını yargıç kimliği altında, yargıç kimliğine sığınarak neler yaptığını çok net bir şekilde görüyoruz.
İktidar bu gün bir anayasa değişikliği ile karşımıza geliyor. Bu anayasa değişikliği ile karşımıza gelirken, yargı gücünü anayasal güvence altında eline geçirmek iddiasıyla bu şekilde hareket ederek geliyor. Burada amacı onu sınırlandıran hiçbir şey yok, amma amacı hesap vermemek anlamında kendisine bir anayasal güvence de yaratmak, bunun ötesinde şu anda bu anayasa değişikliği yapılmasa iktidar için ne fark ediyor veya b izler için ne fark ediyor. Bu anayasa değişikliği olmadan da iktidar, her türlü adımını atabiliyor. Yargı üzerinden de atabiliyor, yasama üzerinden de atabiliyor. Yasama organında iktidara rağmen çıkartılan herhangi bir yasa var mı? Yok. Veya yasama organının herhangi bir şekilde, hükümeti denetlediği bir işlem var mı? Yok. O da yok. Veya yargının herhangi bir şekilde hükümeti denetlediği bir işlem var mı? O da yok. (Yok edilen adalet derken ben şuradan vurgu yapayım; şimdi geldiğimiz bu tabloda yargının da sorumluluğu çok büyük. Yargının sorumluluğu şöyle çok büyük, şimdi hak ve özgürlüklerin demokrasinin elinde kuşkusuz iktidarın sınırlandırması yatıyor. Anayasaların varlığında bu yatıyor. Bir anayasa neden yapılır, neden söz konusu olur? Anayasanın üstünlüğü iktidarı sınırlandırmak için söz konusu olur. İktidarı denetlemek bu anlamda, artı hak ve özgürlükleri güvence altına almak için söz konusu olur; artı devlet sistemini denetlemek için ortaya konur. Bu gün öyle bir anayasa getiriliyor ki, şu an hükümeti denetleyecek yasama organının elindeki enstrümanlar alınıyor. Artı biz 12 Eylülün bıraktığı modeli eleştirirken öyle bir yargı model getiriliyor ki, getirilen yargının iktidarı denetlemesi iktidar gücünü denetlemesi asla ve asla söz konusu değil. Şöyle ki, biz 12 Eylülde HSK nın içine bir tane müsteşarın girmesine karşı koymuştuk, haklı olarak karşı koymuştuk. Çünkü müsteşar bakanın emri altında ve yardımcısı olan, bakan, başbakan, cumhurbaşkanın isteği ile atanan kişiydi. Şimdi bakıyoruz, bir tane müsteşarın yerine art beş kişi daha geliyor.
Şimdi bir kişiyi atayan siyasi irade, genel başkan sıfatındaki cumhurbaşkanı onun yanında beş kişi yani toplam altı kişiyi, diğer cumhurbaşkanı ve genel seçimlerinde aynı gün yapılacağını düşünürsek, bir parti kongresini gözümüzün önüne getirelim. Bir parti kongresi aynı gün yapıldığında genel başkanla parti meclisinin başka kanatlardan seçilmesi diye bir şey siyasi tarihte veya seçim sistemlerinde yaşanmış mı, böyle bir şey ortaya çıkmış mı? Genel başkan nerdense, karar organı da diğer şekilde aynı kanattan ortaya çıkıyor. Dolayısıyla cumhurbaşkanı nereden olursa, parti içi demokrasinin sıfır olarak yaşandığı hiçbir biçimde parti içi demokrasinin söz konusu olmadığı bir sistemde cumhurbaşkanınca belirlenen milletvekilini de gözettiğinizde adayları, TBMM de tamamen Cumhurbaşkanının elinde yapılanan bir organ konumuna gelecek, böyle bir Meclisin, yargının HSK nın kalan üyelerini seçtiğini düşünün.  HSK da bırakın bir müsteşarı HSP 12 de 12 Cumhurbaşkanının yani bir siyasi parti genel başkanının elinde, şimdi böyle bir yargının siyasi iktidarı denetlemesi söz konusu olabilir mi? Şimdi bir genel başkan Cumhurbaşkanı sıfatı altında hem yargı üzerinde, hem yasama üzerinde söz sahibi, geldiğimiz nokta da bu.
Bu yapıyı yaratan, burada faturayı ben yargıya çıkarıyorum. Bu yapıyı yaratan Türkiye’de yargı, o yargı ne için var olduğunu bilmeyen bir yargı. Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin yokluğu 27 Mayıs sürecini yarattı. Anayasa mahkemeleri İkinci Dünya savaşından sonra ortaya çıktı. İktidarların çoğunluk gücü üzerinden yaptıklarını denetlemek için ve tartışılmadan sistemler içerisinde varlığını kabul ettirdi. Türkiye’de demokratik yaşama geçildiğinde anayasa mahkemesi sistem içerisine dâhil edilmediği için mecliste çoğunluk üzerinden yaptıkları denetlenmeyen işlemler 27 Mayıs sürecini yaşattı. BU gün 2008 yılında yaptıklarıyla laikliğe aykırı eylemleriyle demokrasi karşıtı eylemleri Cumhuriyet karşıtı olduğuna karar verilen bir siyasi parti.
İki bu kararı veren Anayasa Mahkemesi, o Anayasa Mahkemesi kararı da bağlayıcı, o mahkeme bu kararı daha önce Refah Partisi için de vermiş ki Türkiye kapatma kararları konusunda Avrupa’da en çok kapatma kararı veren ülke, bu yönden en çok eleştirilen ülke, ancak tek eleştirilmediği karar, Refah Partisi kararı. O da, hiçbir iktidar gücünün laik olmayan bir iradeye verilmeyeceği, demokrasiye aykırı projeyi iktidar gücüyle kullanan bir iradeye verilmeyeceği, böyle bir gücün iktidar gücü kullanamayacağı, bunun çağdaş demokrasi ile bağdaşmayacağı, bu nedenlerle Türkiye’nin Refah Partisi’ni kapatması evrensel anlamda demokrasinin yaşaması yönünden gerekli görülüyor ve İnsan Hakları Mahkemesi bu kararı olumlu bularak, bu kararı olumlayarak Türkiye hakkında ihlal kararı vermiyor.
“Yok Edilen Adalet” Ve Demokrasi Panelinde Ömer Faruk Eminağaoğlunun Konuşması

AKP HAKKINDAKİ EYLEMLER REFAH PARTİSİ EYLEMLERİNİN DAHA DAHA ÖNÜNE GEÇTİĞİNİ GÖRÜYORUZ.
AKP hakkındaki davaya baktığımızda, AKP hakkındaki eylemler Refah Partisi eylemlerinin daha daha önüne geçtiğini görüyoruz. Onun daha çok önüne geçmesine rağmen AKP hakkında benzeri bir karar çıkmıyor. Kapatma kararları hoş olmayan kararlar değil. Ama demokrasiyi yaşatmak için, demokrasi mücadelesi, demokrasi bilinci, hak ve özgürlükleri sonuna kadar kullanma yanında o demokrasiyi iktidar gücüyle ortadan kaldırmak isteyenlere de demokrasinin kendini koruma, hukuk devletinin kendini koruma araçlarının devrede olması lazımdır.
İşte böyle bir tabloda laik olmayan demokrasi karşıtı Cumhuriyet karşıtı olduğuna karar verilen bir partiye laik olmamasına rağmen laik hükümet, demokrasi karşıtı olmasına rağmen demokrasi ile bağdaşır bir kimlikle bu şekilde demokratik Cumhuriyet hükümeti, Cumhuriyet karşıtı olması söylenmesine rağmen, aynı şekilde bir hukuk devleti laik demokratik Cumhuriyet hükümeti görevi yapabileceği söylenirse sonuç, ne olur? Bu şekilde iktidar gücünü kullanırsa sonuç ne olur? O kendi niteliklerini, yani laik olmayan Cumhuriyet karşıtı demokrasiyle bağdaşmayan kendi niteliklerini bir şekilde sürekli kılmak, kalıcı kılmak, on iliklerini tartışmasız kılmak için onları Anayasaya geçirecek adımları atmak olur.
ANAYASA TOPLUMDAN GİZLİ YAPILAMAZ, GİZLİ DEĞİŞTİRİLEMEZ
Zaten iktidar da bu süreçte o kapatma olayının dışına kendisini attıktan sonra hep anayasa değişikliğini gündem de tutmuştur. Anayasa değişikliğini gündem de tutarken, tolumda yasalar bile gizli hazırlanmıyor, darbeler bile yasaları gizli hazırlamıyor, darbeler bile anayasa değişiklikleri anayasaları gizli hazırlamazken ki anayasalar uzlaşmayla hazırlanıyor. Toplumun her kesiminin, her sesinin, her türlü çoğulculuğun sesi duyularak ortaya konularak uzlaşmayla hazırlanırken, gizli bir metin halinde anayasa değişikliği karşımıza getiriliyorsa, bizim karşımıza getirilmek bir yana, iktidar partisi milletvekillerinin bile, 316 kişinin bile toplanıp bir araya gelmeden, içinde ne olduğunu bilmeden bir metin ortaya çıkarılıyorsa, böyle bir metinin yarattığı yargı üzerinde de, yasama üzerinde de o Cumhurbaşkanı sıfatı altındaki gücü tek belirleyici denetimsiz bir güç haline getirmek. Ve işte tabloyu yaratan Türkiye’de yokluğu demokrasinin kesintisine neden olan Anayasa Mahkemesi bu tabloyu öyle bir güce iktidarı teslim ederek varlığıyla neden olmuştur. O nedenle bu gün iktidar anayasaya bakarsak, anayasada anayasaların üstünlüğünden söz edilir, ama çok rahatlıkla anayasanın dışına çıktığını ifade edip, anayasanın dışına çıktığını beyan eden kişinin durumunu anayasaya uydurma, yani anayasaya aykırı iradenin üstünlüğünü söz konusu edip, anayasanın üstünlüğünü değil, anayasaya aykırı iradeye böyle bir anayasa yapılmaktan bahsediliyor. O halde bir anayasanın üstünlüğü söz konusu değil, anayasayla çatışan gücü hiç bir biçimde engellemeyen bir anayasa, engellemeyen bir yasama organı, engellemeyen bir yargı. O halde, şu an itibarıyla böyle bir iktidar gücünü sınırlandıran denetleyemeyen bir anayasa, bir yasama, bir yargı söz konusu ise, hele bir de bu değişiklik yapıldıktan sonra yargı bütünüyle kontrolünde, yasama bütünüyle yetkisiz kılınmış, hele bir de yasama yetkisi diyeceğim, düzenleyici yapma yetkisi diyeyim, her türlü kararname, ferman dahi çıkarma yetkisi verine bir irade, böyle bir tabloda adalet nereye gidecek, demokrasi nereye gidecek?  Böyle bir tabloda onun iki dudağı arasında, o nereye isterse oraya gidecek.
“Yok Edilen Adalet” Ve Demokrasi Panelinde Ömer Faruk Eminağaoğlunun Konuşması

BİR HUKUK DEVLETİNDE OHAL DÖNEMİNDE YASALAR DEĞİŞTİRİLEMEZ
Deniyor ki, “efendim yine Meclis çalışacak”, nasıl? “Meclisin yaptıklarıyla Cumhurbaşkanının yaptıkları çatışırsa Meclisin yaptıkları geçerli, yasalar geçerli”. Bu çatışmaya herhangi bir kimse çıkıp karar verebilecek mi? Çatışma var” diyebilecek mi? Karar verene kadar yaşananlar ne olacak? Bu gün bile yapılanlar karşısında OHAL KHK ları ile normalde bir hukuk devletinde OHAL döneminde yasalarda değişiklik yapılmaması lazım. Yaparsanız çok adı üzerinde yasayla yaptığınız deşiklik kalıcı bir düzenleme olduğu için OHAL kalıcı hale geliyor. OHAL olmaktan çıkıyor.  Bu gün bile buna karşı koyamayan AYM varken, yarın yasalarla özellikle yasalara aykırı işlemler çıkartılması durumunda Cumhurbaşkanlığı kararnameleri böyle Gerçekleşirse, burada çatışma var diyebilecek herhangi bir kişi, kurum organı olabilecek mi? Bütün düzenlemeler Cumhurbaşkanı tarafından, denetlenmeye yasama tarafından asla denetlenmeyen, yargı tarafından asla ve Asla yargılanması söz konusu olmayan ki şunu da vurgulayarak sözümü bitireyim: Bu güne kadar hiç karşılaşmadığımız bir tabloda evet yüce divanda Anayasa Mahkemesinde yargılanacak bir Cumhurbaşkanı amma, bu bile kabul edilemez bir tablo suçsuzluk karinesi sömürülerek şu anki anayasaya göre, yüce divana sevk edilen bakan, başbakanın sevk edilme anında bu sıfatları düşüyor. Ama mahkûmiyet anında düşebilir, “mahkûm olana kadar herkes suçsuzdur” gibi bu ilke sömürülerek bir bütün, akan, başbakan her türlü şeyler Cumhurbaşkanın uhdesine de taşınıp o görevler oraya da yüklenince Cumhurbaşkanı mahkûm olana kadar o sıfatı düşmeyecektir. Tamam, e Anayasa Mahkemesini kim belirliyor?  Cumhurbaşkanı. Şimdi belirlemeyi de geçtik bunu 12 Eylül’ü de bir kenarda bıraktılar. Yargılama sırasında da sıfatı düşmediği için yargılama sırasında bile belirleme söz konusu. Artık düşünün, kendini yargılayan kurlu bile yargılama sırasında değiştirecek bir irade yaratıyoruz. Şimdi yok edilen adalet, adaletin herhangi bir boyutta, iktidar, o denetlenemeyen güç neyi hangi ölçüde isterse o şekilde yaşanacak, o şekilde yaşanabilecek bir tablo ortaya çıkacak. Böyle bir tabloda anayasanın varlığına gerek yok. Çünkü Anayasa iktidarı sınırlandırmak için var. Hak ve özgürlükleri korumak için var. Devlet sistemini ortaya koymak için var. Böyle bir tabloda anayasa olmazsa Türkiye ne kaybeder? Geldiğimiz nokta böyle bir nokta. Onun için bu tabloda “evet” tehlike, hem demokrasi yönünden ne kadar dibe vursa da, adalet ne kadar dibe vursa da her şeyiyle iki dudak arasına teslim etmemek için olabildiğince bu süreçle mücadele hukukla olacaksa, bu süreçle mücadele demokrasiyle olacaksa bunun başka yolu yöntemi yok. Hukuk ve demokrasi içerisinde en etkin bir şekilde o karşı duruşu sergilemek gerekiyor. O karşı duruşu ortaya koymak gerekiyor”. Alkışlar.

Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

ÖMER FARUK EMİNAĞAOĞLU, 1967 Artvin'in Şavşat 1988 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Yurdun çeşitli yerlerinde ve Yargıtay'da, yargıçlık ve Cumhuriyet savcılığı görevlerinde bulundu.
Hukuk ve demokrasi için örgütlenmenin vazgeçilmezliği, bu bağlamda yargı bağımsızlığı için de örgütlenmenin zorunlu olduğu evrensel gerçeği ve deneyimi karşısında, yargıç ve savcılar bünyesinde Türkiye'de ilk defa dernek ve sendika niteliğindeki örgütlenme çalışmalarını başlattı.
Türkiye'de yargıç ve savcıların örgütlenmesinde bir ilk olan Yargıçlar ve Savcılar Birliği'ni dernek statüsünde kurdu. Kısa adı YARSAV olan Birliğin kurucu başkanlığını ve bir dönem de başkanlığını yaptı.
YARSAV'ın Uluslararası Yargıçlar Birliği dâhil birçok uluslararası örgüte üyeliğinin gerçekleşmesini sağlayarak, ülkemizdeki yargıçlık ve savcılık mesleği ile ilgili konuların ilk kez uluslararası alana taşınmasını sağladı.
Yine Türkiye'de yargıç ve savcıların ilk sendikası olan YARGI-SEN'in kurucu başkanlığını ve bir dönem de başkanlığını yaptı. Bu sendika kapatılınca, halen yargıç ve cumhuriyet savcılarının tek sendikası olan Yargıçlar Sendikası'nın kuruluşunda yer aldı ve kurucu başkanlığını ve bir dönem de başkanlığını yaptı. Verilen hukuk mücadelesi ile bu sendikanın kapatılmayarak, yaşatılmasını sağladı. Anılan örgütler adına açtığı davalar ve katıldığı etkinlikler yoluyla, hukuk ve demokrasi için mücadele verdi. Birçok demokratik kitle örgütünün organlarında görev aldı. Halen birçok demokratik kitle örgütünde üyeliği devam etmektedir.
Aldığı ödüller:
Hukuk ve demokrasi alanında; pek çok panele konuşmacı olarak katıldı, etkin hukuk mücadelesi sürecinde, İstanbul Barosu Mahmut Esat Bozkurt Hukuk Ödülü, Dil Derneği Onur Ödülü olmak üzere birçok ödül aldı.
Mesleki, hukuksal ve güncel konularda, yazılı ve sosyal medyada düzenli ve sürekli olarak yazılarını sürdürmektedir. Hukuk ve demokrasi mücadelesi sürecinde ve bu mücadelesi nedeniyle, görevde iken en çok yargılanan ve en çok soruşturulan yargıç ve savcı oldu.
Hakkında açılan dört ceza davasından da beraat etti. Halen Cumhurbaşkanı'na hakaret suçlamasıyla hakkında devam eden bir ceza soruşturması bulunmaktadır. Yine bu bağlamda en çok disiplin soruşturması geçiren yargıç ve cumhuriyet savcısı oldu.
Sürgün dönemi:
Hukuk, demokrasi ve laiklik mücadelesini konu alan eylemleri gerekçe gösterilerek, sürgün niteliğindeki yer değiştirme cezası nedeniyle Çankırı'ya atandı.
Erdoğan'ı soruşturan savcı Eminağaoğlu
Ömer Faruk Eminağaoğlu, Erdoğan'ın Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemdeki eylemlerini, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak soruşturdu.
AKP kapatma davasının soruşturma sürecinde yer aldı.
"Ergenekon'un yargı kolu sorumlusu" olması iddiasıyla soruşturmaya tabi tutuldu.
YARSAV nedeniyle yaptığı mücadeleler gerekçe gösterilip dört kez yargılandı. Meslekte en çok yargılanan yargıç oldu. Hepsinden beraat etti.
17/25 Aralık sonrasında, HSYK Yasası'nı değiştirerek, AKP'nin sürece müdahale etmek istemesi karşısında, bu tasarının görüşüldüğü TBMM Adalet Komisyonu'na 11.1.2014 tarihinde, Yargıçlar Sendikası Başkanı olarak gitti.
Yazılı olarak söz istemesine rağmen, AKP'li Zeyid Aslan'ın uçan tekmesiyle muhatap oldu.
12.1.2014 tarihli TBMM Adalet Komisyonu toplantısında ise, CHP Grup Başkanvekili Engin Altay tarafından AKP'lilerin tepkisi sonrasında, elle ittirilince, bu durum Komisyondan çıkartılmasına yol açtı. O gün bir kısım CHP milletvekileleri Eminağaoğlu'nun linç edilmesini önlerken, bir kısım CHP miletvekillerinin sessiz kalması ise parti içinde tepkilere yol açtı.
CHP üyesi olan Ömer Faruk Eminağaoğlu, 2015 yılı Milletvekili Genel Seçimlerinde, seçilme hakkını kullanmak için, yargıçlık mesleğinden ayrılmış olup, aday gösterilmemesi üzerine, bu durum yasal engel oluşturduğundan, yargıçlık mesleğine dönemedi.
(YARSAV’ın kurucu genel başkanı olması ve sendikal faaliyetleri sebebiyle AKP’nin sürekli hedefinde olan Savcı Eminağaoğlu’na, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından milletvekili olması için davet gönderildiği, Eminağaoğlu da Artvin’den ön seçime girerek aday olabilmek için görevinden istifa ettiği, ancak Artvin’e ön seçim koyulmadığı için verilen sözün tutulmadığı ve Eminağaoğlu’nun başka bir yerden aday gösterilmediği için savcılık görevine dönemeyeceği ortaya çıkmıştı.)
Halen Ankara'da serbest avukatlık yapmaktadır.
https://www.cagdasses.com/kimdir/omer-faruk-eminagaoglu

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget