Akp iktidarında sanatın durumu. Sanata yapılan sinsi planlar

Türkiye’de “AKP döneminde sanatın durumu” konusunda, ülkemizin yetiştirdiği ilk bayan orkestra şefi İnci Özdil tarafından bilgi ve açıklamalarda bulundu.

Ulusal Eğitim Derneğinin her hafta cumartesi günleri düzenlediği konferanslardan,
Türkiye’de “AKP döneminde sanatın durumu” konusunda, ülkemizin yetiştirdiği ilk bayan orkestra şefi İnci Özdil tarafından bilgi ve açıklamalarda bulundu. 7.1.2017 günü düzenlenen sanat üzerindeki konferansı, izleyenlerin çoğunluğunu teşkil eden üyeler tarafından ilgiyle izlenip coşkuyla alkışlandı.
Heykel sanatına “tüküren”, baleyi “kuşaktan aşağı” diye aşağılayan, sanatla ve sanatçılarla davalık olan AKP-RTE yönetiminde, çıkarmaya çalıştığı yasalarıyla sanatı dışlayan bir çağ dışı yönetimle karşı karşıyayız.  Laik TC nin Fazıl Say, İnci Özdil gibi sanatçıları kendi çabalarıyla dünyanın her yerinde konserlerinde Türkiye’nin onurunu yükseltip ayakta alkışlanırken, bu dünya çapındaki sanatçıları yönetimle mahkemelerde uğraşmaktalar. 2013 yılında en verimli çağında bu baskılar yüzünden “kendini yakmakla emekli olmak zorunda kaldığını söyleyen, sanata ve sanatçılara olumsuz tavırları yüzünden  “33 tane dava açtım Kültür Bakanlığı aleyhine”  diyen, Türkiye’nin dünyaca bilinen ilk bayan orkestra şefi İnci Özdil yaptığı konuşmada şunları söyledi:
(Biz de uzun zaman harcayarak bu değerli sanatçımızın konuşmasını sizlere sunmayı bir görev bildik. Türkiye, ekonomi, dış siyaset, yönetim alanında gerilerken, hiç şüpheniz olmasın sanatta da geriler).
Akp iktidarında sanatın durumu. Sanata yapılan sinsi planlar

İŞTE TC NİN ATATÜRKÇÜ KADINI İNCİ ÖZDİL:
“¬-Kardeşim Sıdıka ve ben müziğin içinde olan bir ailede yetiştik. Bir müzisyenin yetişmesi için çok önemli nokta bu, yaşım ilerledikçe daha iyi anlıyorum. Pazar konserleri olurdu evde, bütün aile toplanırdı. Müzik bilgisi, babam bütün enstrümanları çalardı. Babam bağlama çalardı, kontrbas çalardı, keman çalardı, piyano çalardı, gitar çalardı. Kendisi doktordu ama Pazar toplantılarında ailenin bir araya gelip şiirler okunup türkülerin, şarkıların piyanonun çalınması, şarkıların söylenmesi bizleri küçük yaşta bu müzik mesleğinin içerisine soktu ve konuda bayağı inatçı dirayetçi olmamızın nedenini de bu temele bağlıyoruz. Çünkü Ankara Devlet Konservatuvarında öğrenimimiz sürerken iki bölüm birden yürüttük, yani piyano bölümüne girdik ondan sonra, ben ilkokulda girdim, hem piyano bölümü hem kompozisyon bölümü birlikte yürüdü ki konservatuvar tarihinde üç bölümü bitiren son derece az. Bir tek Ferit Tüzün vardı bunu yapabilen, o da benim ilk kompozisyon hocamdı. Vefat ettikten sonra Necil Kazım Akses’in öğrencisi oldum. Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun’lar bunlar, bizim zamanımızda hocaydı, Ankara Devlet Konservatuvarında ki bu insanlar, Türkiye’deki ilke ve sanattaki ilke ve devrimini yoğun bir şekilde gelecek nesillere aktarmak için uğraşan, bunun mücadelesini veren bestecilerimizdi. Türk bestecileriydi, biliyorsunuz Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Ferit Alnar, bu hocalarımız çok önemliydi. Kendimi o yüzden şanslı addediyorum, çünkü onların döneminde, Ulvi Cemal Erkin’in siyah eldivenleri vardı, sınıfa girip, “ne çalıyorsunuz böyle” diye söylenir, Sıdıka ile hemen yanımıza oturur, sandalyeye çöküp, saatlerce bizi çalıştırırdı, yani öyle hocalardı, son derece öz verili. Yani Cumhuriyetin kuruluşundaki özveriyi yaşamış ve yaşatmış olan hocalarla yetiştik. Konservatuvarda orkestra şefliği kapalı idi, ilk bunu ortaya atan da babamızdı, dedi, neden orkestra şefliğini de öğrenmesinler, Necil Kazım Akses’le konuşurken, biz de ne güzel kendi eserlerimizi çalarız diye sevindik. Bölüm kapalıydı Necil Kazım Akses‘le hocam biz karar verdik orkestra şefliğine de çalışacağız, dediğimizde, hemen sanat kurulu toplandı ve bir hafta sonra yıllarca kapalı olan orkestra şefliği bölümü açıldı. Yani öğrencilerini yetiştirmek için Atatürk’ün o şanının içine sokmak için her türlü dileği yapandı bu hocalar. Onları hep saygıyla, çünkü burası öğretmenlerimizin olduğu yer, sizlerin de hepinizin ellerinde öpüyoruz saygıyla.

İNGİLTERE’DE ORKESTRA ŞEFLİĞİ BÖLÜMÜNE GİREN İLK KADIN ÖĞRENCİ BENDİM
Bu değerli Cumhuriyet çocuklarının yetiştirdiği bir nesil olarak da, hem ben hem de Sıdıka Türkiye’ye olan borcumuzu ödemek istedik. Neydi, Avrupa’nın en pahalı okulunda okuduk, Kraliyet Akademisi. Bizim orda altı aylık bir çalışma dönemimiz vardı. Bu altı aylık çalışma dönemi bizim, daha çok dil eğitimi, bunu yaparken boş geçirmeyelim, diye. Çok iyi bir okuldu. Ama bizim asıl amacımız Kraliyet Akademisine girmekti. Kraliyet Akademisinde öğrenciler, ben orkestra şefliği bölümüne giren kadar hiçbir kadın öğrenci alınmamış. Orada orkestra bölümü şefliğine giren ilk kadın öğrenci bendin, işe alındım yarışmayla alınıyor; yüz kişinin içinde üç kişiyle, orada kapalı olan kapıyı da açmak bize nasipmiş ve benden sonra da, bir İngiliz kadın öğrenci alındı, orkestra şefliğine. (Bu arada salondan takdirle alkış sesleri) “Sınavlar, orkestra yönetiyorsunuz, jüri önünde; orda bir Türk’e nasip oldu, orayı açmak, orda bizim bayrağımız gerekiyormuş.

“BURADA HRİSTİYAN MÜZİĞİ YAPILIYOR” DİYE ORKESTRAYI BASTILAR
Türkiye’ye döndükten sonra, çok sesli koro, İstanbul, Daha sonra Antalya Devlet Senfoni Orkestrasının kurulması, o sırada tasarruf önlemleri alınıyordu, Maliye Bakanlığı tarafından, bütün kadrolar durdurulmuş ve Zekeriya Temizel’di o zaman Maliye Bakanı, ilk tasarruf önlemleri de sanatlan başladı. Bir yandan Kültür Bakanlığı bizi görevlendiriyor, “orada orkestrayı kur”, fakat kadro verilmiyor, sandalyeler boş, “orkestrayı kur” deniyor ve “konser yap” deniliyor, nasıl olacak bu, nasıl bir denklem bu mümkün değil.
Bunun üzerine, Süleyman Demirel cumhurbaşkanı idi, ona çıktım. Ona dedim, sizin sağduyunuza güveniyorum, bu orkestrayı kuracağız, bana söylediği şu: “Eğer devlet bir sanat kurumu kurmak istemiyorsa, ona hiçbir zaman parası yoktur, boşuna uğraşma, ben elimden gelen yardım yapacağım”, dedi. Hakikaten o zaman, Rahmetli Süleyman Demirel, hiç ummazdım, ama çok büyük katkıları oldu. Antalya Devlet Senfoni Orkestrasının kuruluşunda da, çok büyük yardımlarını gördük, kendisinin. Orkestranın yeri yok, konser salonu yok, inşa halinde ve belediye yapıyor konser salonunun bitmek üzere. Konser salonuna gittik baktık, tam bir düğün salonu halinde, yeni yapılıyor. Sahne yapılmış yanına jeneratörler konmuş, biz enstrümanları çalarken, jeneratörler çalışacak. Böyle bir programsızlık, böyle bir bilinçsizlik var, mücadele ede ede kapıları, zorluya zorluya o duvarları yıktık, şu anki Antalya Kültür Merkezi hizmette olan, Antalya Kültür Merkezinin son hali verildi. Almanya’dan aküstük mühendisler getirtildi. Tabi Belediye Başkanı oranın mimarıyla mahkemelik oldu. Hep söylerdi belediye Başkanı Hasan Subaşı’ydı belediye başkanı, “senin yüzünden mahkemelik oldum” diye. Ben dedim ki, “bir konser salonu kazandırdık”, o zamanki inadımız olmasaydı, o güzel konser salonu olmayacaktı. Konser salonuna girmeden önce bir Mevlevihane” diye adlandırılan bir yer var, Yivli minarenin altında şöyle kubbeli bir yer var, orada çalıştırıyordum orkestrayı. O zaman, “burada Hristiyan müziği yapılıyor” falan diye orkestraya saldırılarda bulunuldu, provayı bastılar, hadi enstrümanlarımızı kaptığımız gibi kaçtık merdivenlerden. O zamanın Kültür Bakanı “orkestra hemen ordan çıksın” demiş. Neye çıksın yok. Ertesi gün geldiğimde orkestranın bütün enstrümanları, sazlar, notalar, kütüphane hepsi kapının önüne konmuş, caddenin ortası, o güneşin altında. Hemen traktörler tuttuk, ben traktörün üstünde, “ordular ilk hedefiniz Akdeniz” doğru Kültür Merkezine. İnşaat yeni bitmiş, orkestranın oraya girmemesi için bir direnç söz konusu. Gece saat 10 buçukta traktörleri oraya dayadık ve buraya giriyoruz, dedik, kapıları açın. Kapıları açtırdık, girdik, hala orkestra orada çalışmalarına devam ediyor.
Akp iktidarında sanatın durumu. Sanata yapılan sinsi planlar

AKP 2002 DE İKTİDARA GELDİ ÖDENEKLER AZALMAYA BAŞLADI
Orkestra şefliği mesleği yalnızca müzik yapmak değil, o başında olduğunuz kurumun tüm sorumluluğu, kalp atışları sağlığı, tansiyonu her şeyi sizin mesuliyetiniz altında yürüyor. Bu kadar mücadelende sonra 2002 seçimleri oldu, AKP hükümeti geldi, yavaş yavaş ödenekler azalmaya başladı. Sanat kurumlarında sıkıntılar başladı, tuhaf tuhaf atamalar oldu. Bir süre sonra 2004 yılında “Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, Bursa Devlet Senfoni Orkestrası ve Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası kapatılacak” diye Kültür Bakanlığından bir emir geldi. Nasıl kapatılıyor, Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, Antalya Opera baleye dahil ediliyor, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası Mersin Orkestrası baleye dahil ediliyor, Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası da İstanbul’a bağlanıyor, böyle bir plan. Bunun üzerine derhal bununla ilgili bir mücadele başlattık. Bunun önderliğini Antalya Devlet Senfoni Orkestrası yaptı. Bir gün tüm orkestra şeflerini ve müdürlerini topladık. Yalnızca iki kişi vardık orkestra şefi olarak, ben ve Çukurova’nın şefi. Bulunduğumuz şehirlerde büyük bir direniş başlattık. Şöyle söyleyeyim, o kızgın kumlarda imza topladık, günlerce. Binlerce imza kitledik bütün Kültür Bakanlığının fakslarını. 21Toplum kuruluşu, hepsi “biz orkestramızı kapatmayız” diye direnişin içerisine girdiler. Ayrıca Ankara’ya geldik. O zaman Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer’di, onunla görüştük. Genel Kurmay’la görüştük. Milli Güvenlik Kurulu’nda konuşması yapıldı. Yani bayağı ciddi bir direniş sergiledik. Orkestranın kapatılma meselesi engellendi. Hatta bir meslektaşımın (ismini vermeyeyim) bana söylediği, “canım ne olacak Antalya’nın nüfusu bu kadar, iki tane orkestra niye olsun, bir opera orkestrası, bir tane senfoni orkestrası ne gereği var, nüfusu şu kadarcık, bir milyon bilmem ne, bu kadar nüfusa iki tane orkestra fazla denirse. Bir kere bizim elimizi öp, iki tane kurumu arkamızdan getirmişiz senfoni orkestrasını kurmuşuz, opera, bale için mücadele ediyoruz,  opera, baleyi açtırmışız, uğraşmışız, benim meslektaşım bunu kapattırmaya çalışıyor. Yine bir de böyle kendi aramızda da, ciddi mücadeleler söz konusuydu. Ancak başaramadılar.
2004 de Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasının yasasını değiştirerek, ilk senfoni orkestralarıyla bir girişimde bulundular, Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasının yasanın 6940 sayılı yasasının noktasına ve virgülüne dokundurtmayız. Ama sizi rahatsız eden maddeler var, dokunamazsın, “sen orkestraları kapatma çalışan bir zihniyetsin, seninle biz oturup yasanın noktasını, virgülünü düzeltme durumuna kesinlikle masaya oturmayız”  ve yasanın noktasına, virgülüne dokundurtmadık. Bu güne kadar da yasa hiçbir şekilde dokundurulmadan devam ediyor. Bazı şeyler olabilir, bazı aksaklıklar olabilir, ancak bu Türkiye’yi bir milli hükümet geldiğinde Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini tamamlamak üzere ve o ilkeleri yaşatmak üzere gelecek olan bir hükümet olduğu zaman otururuz o noktasını da güzel güzel, virgülünü de güzel güzel düzeltiriz. Çok daha yalnız Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası değil, büyük bir devlet orkestraları yasası yaparız, 81 ilde de senfoni Orkestrası kurarız, bunu yaparız. Ama bunlarla bunu gerçekleştirmek mümkün değil.
Biz bu mücadeleyi verdikte sonra geri adım attılar. Ancak 2013 de TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) Yasa tasarısı gündeme geldi. Bu gerçek bir tuzaktı. Ben o zaman çalışıyordum, hatta şöyle diyeyim, yaptığım Cumhuriyet Konserleriyle ilgili soruşturmalar geliyor, bilmem ne. Sanatçıların bir sürü yasal hakları çiğneniyor. Mesela yıpranma paylarının verilmesi gerekiyordu, bu yıpranma paylarının senfoni orkestralarını vermiyorlar, onlarla ilgili dava açıyoruz, kazanıyoruz. Örnek dava bütün orkestra üyelerine dağıtıyoruz. Türkiye’deki her kes teker teker davaları açıyor, kazanıyor. Bunun gibi birkaç tane dava. Devlet memurlarının uygulanan altı yılda bir kademe ilerlemesi sanatçılara verilmiyor, biz bununla ilgili dava açıyoruz, kazanıyoruz Sıdıka’yla ben ikimiz, mikrop başı olarak görülüyoruz tabi Kültür Bakanlığında. Bu davaları kazanıyoruz, örnek dava bütün herkese dağıtıyoruz, herkes patır patır davaları açıyor, kazanıyor. Bu sefer taktılar müfettişleri peşimize, vay sen Cumhuriyet konserinde şöyle dedin, bunu yaptın, falan filan. 33 tane dava açtım Kültür Bakanlığı aleyhine, çünkü uğraşıyorlar, mücadele verdikçe uğraşıyorlar. En sonunda 2013 yılında TÜSAK yasa tasarısı ıslahı gündeme gelince, o zaman dedik ki, şimdi biz tamam görevde kalıp müfettişlerle mücadele ederiz. Yani çünkü bakıyorsunuz, çekmeceyi bir açıyorum, uyarma, kınama cezaları gırla gidiyor, hangi biriyle uğraşacaksın. O zaman dedik emekli dilekçemizi verelim 2013 de. Tabi ki Türkiye için daha yapacağımız çok işler var. Kadroda kalarak, yani aktif görevde kalarak yapacağımız işler vardı. Fakat hangisi, ya bütün devlet kurumları kapatılacak, çünkü TÜSAK yasa tasarısı şöyleydi, Tiyatro Genel Müdürlüğünü kapatıyor, Tiyatro Genel Müdürlüğüne bağlı bütün kurumlar, Konya’daki, Ankara’daki, İstanbul’daki Devlet Tiyatroları hepsi kapanıyor, neleri varsa hepsi kapanıyor, bulundukları illerdeki Kültür Müdürlüklerine sanatçılar istifleniyor, aynı şekilde operalar, baleler, Opera Bale Genel Müdürlüğü yok ediliyor. Onların bütün mal varlıklarına el konuluyor. Bütün sanatçılar, opera bale sanatçıları Kültür Müdürlüklerine istifleniyorlar. Efendim, siz bir opera sahneye koymak istediğinizde TÜSAK’a başvuracaksınız. “Ben Tosko operası yapmak istiyorum” diyeceksiniz o zaman Türkiye Sanat Kurumu sizin bu projenizi beğenirse, proje bazında çalışıyor arkadaşlar, projenizi beğenirse, size ancak masrafın yüzde 50 sini verebiliyor, yapacağınız masrafların, diğer yüzde 50 sini de siz özel kurumlardan, şuradan buradan para dilenerek iş yapacaksınız. Eğer sizin ortaya koyduğunuz projeyi beğenmezse o yüzde 50 yi de çekiyor. Koskoca TOSKO Operası bir fabrika demektir. Opera, bale bir fabrika demektir. Siz devletin desteği olmadan bu fabrikayı çalıştırma mümkün değil, yapamazsınız. Özel sektörle hele Türkiye’de öze sektöre bağımlı olarak bunu götürmeniz, bu kurumları yaşatmanız mümkün değil. İşte 2013 deki emeklilik biraz kendimizi yaktık. Ama şöyle bir şey, “meslek altın bilezik” her zaman bizim bileğimizdedir, bileğimizin gücü, her zaman mesleğimizin gücü ordadır.
Mesleğimize devam ediyoruz, yurt dışında konserler ediyoruz. Ama 2009 yılında ben Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrasına tayin oldum, edildim daha doğrusu. Bura da çok güzel çalışmalar yaptık. Bursa Senfoni Orkestrası yılın senfoni orkestrası seçildi. Çok güzel çalışmalar yaptık, Bursa’da da. İstemeye istemeye onlardan ayrıldık, ama şöyle tabi ki Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası konserine devam ediyor. Antalya’da aynı şekilde. Bütün Senfoni Orkestralar, baleler devam ediyor. Tabi ki bu TUSAK tasarısını geri püskürtmek için, bizim yapacağımız şey, derhal sanatçıları bir araya getirmeliydik. 28 Mayıs 2012 yılında çok büyük sanatçı buluşması yaptık, ses tiyatrosunda. Bütün sanatçılar geldi, sinema dünyasından, tiyatrodan, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler, opera, bale herkes kes geldi, eleştirmenler, yazarlar. Şairler herkes geldi ve orada bir karar aldık. “Biz bu TUSAK karar tasarısını kesinlikle geçirttirmeyeceğiz” ve bir hafta sonra da Ankara’da büyük bir sanatçı kurultayı yapacağız. Bize, bana görev verdiler, oradaki arkadaşlar. Hakikaten 2 Haziran 2014 de İstanbul’dan Ankara’ya geldik ve Türkiye Barolar Birliğinde Büyük bir Kurultay yaptık. O kurultayın sonucunda da, Türkiye Sanatçılar Birliğini kurduk. Şimdi halen Türkiye Sanatçılar Birliği çalışmalarına devam ediyor.
Şimdi 2013 den sonra şöyle bazı çalışmalarım oldu. Onu da hani ek bilgi olarak söylüyorum. Türk Üniversiteli Kadınlar Derneğinin bir ödülünü aldım, yılın orkestra şefi ödülünü almıştım, “mavi nota” halkın oylarıyla. Mavi Nota Müzik Dergisi bir şey yaptı. Bir anket yaptı, o anket sonucunda halk oylarıyla yılın orkestra şefi seçildim.
2015 de Hollanda’da bir müze kuruldu orada Türkiye tarihinde önemli yeri olan on başarılı kadın seçildim. Onlardan birisi olarak beni seçmişler, orada benim yapmış olduğum çalışmalar, benimle yapılan bir röportaj, bazı özel eşyalar bu müzede sergilendi, altı falan müzede kaldı. Benim dikkatimi çeken şey de şuydu, onun için bundan söz ettim, Hollanda’da Türk kadını için bir müze kuruyorlar. Niye İngilizler için kurmuyorlar da, niye Türk kadını, ta Kibele’den başlayarak on Türk kadını. Bu ilginç Türk kadını için bir müze kuruluyorlar. O yüzden buna önem verdim ben de, her türlü desteği verdim onlara.
Daha sonra 26 Ocak 2016 da Londra Kraliyet Müzik Akademisi, bir üst kurul var o kurul, şeref listesine girecek olan sanatçıları saptıyor. Ocak 2016 da Sıdıka’ya ve bana, her ikimize de onur ödülü vermeye karar vermişler. 11 Mayısta 2016 Kraliyet akademisi onur ödülünü aldık ve şeref listesine girdik. Orada iki Türk bayrağı dalgalanıyor. (Salondan alkışlar)
Şimdi AKP yönetiminin tüm engellemelerine karşın, sanatçıları engellemeleri mümkün değil, bu hakikaten çok zor, yapamayacakları şey.
Akp iktidarında sanatın durumu. Sanata yapılan sinsi planlar

BU ARADA AKP NİN YAPTIĞI BAZI SİNSİ GİRİŞİMLERİ FARK ETTİK.
O da Türkiye Sanatçılar Biriliği’nin uyanıklığı, bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
“Mesleki Yeterlilik” diye bir şey kurdular. Bu Mesleki Yeterlilik Kurumu, tehlikeli madde taşıyan tır şoförüne verilmesi gereken sertifika, “bu adam bu tehlikeli maddeyi taşıyabilir” sertifikası, yani onunla ilgili bir eğitim veriliyor ve onula ilgili bir sertifika veriliyor. Bu Mesleki Yeterlilik Kurumu bu şirketleri görevlendiriyor, sertifika verecek şirketleri görevlendiriyor. “Sanatla bunun ne ilişkisi var”, diyeceksiniz. Antalya Senfoni Orkestrasının Kurucu Müdürlüğünü de yaptığım için, resmi gazeteleri okuma alışkanlığım vardır. Tamamen tesadüf eseri barkım Mesleki Yeterlilik Kurumu altına opera bale yazmış. Duvar ustası diyor, tır şoförü diyor altında opera, dans falan, yani bu nasıl bir şey, bir inceledik Mesleki Yeterlilik Kurumu’nun içerisine sanat kurumlarını da ekliyorlar. Tamamen konservatuvarların vermiş olduğu diplomayı etkisizleştiriyor. Yani yavaş yavaş Konservatuvarların sanatçılara verdiği diplomalar ikinci plana düşüyor, kendisinin kuracağı şirketler vasıtasıyla o şirketlerin vereceği sertifikayı onlarla sanat hayatını götürmeye çalışacak. Bunu tespit ettik, tabi bununla ilgili derhal davayı açtık. 34-35-36 diye gidiyor benim dava sayısı.

DİPLOMALI SANATÇILARA SERTİFİKA SİNSİ BİR PLAN
Şimdi şöyle mesela Ankara Devlet Konservatuvarı, eğitim fakülteleri mezun olan çocuklara diplomasını veriyor. Bu diplomayı ben yeterli görmüyorum” diyor ve yeterlilik kurumundan siz yeterlilik belgesi alacaksınız ki İngiltere de bu sistem var, çok iyi biliyorum, bir dans kampanisi var ve ona bağlı bir şirket var, o şirket yeterlilik belgesi veriyor, sertifika veriyor ki, o zaman beş bin Sterlindi sertifika fiyatı. Sertifikayı alıyorsunuz yalnızca iki yıl geçerli. İki sonra hadi bir daha başvurulacak bir daha sertifika alacaksınız bir beş bin Paund daha vereceksiniz Ticari bir olay, Konservatuvarların, opera, bale genel müdürlüklerin yaptığı sınavları, geçersiz, kanunları var. Sınav kanunun sınav yönetmeliği var. Siz bunları geçersiz sayıyorsunuz, yok sayıyorsunuz, niye çünkü ilerdeki plan bunları yok etmek. Bu sinsi bir plan. Tabi ki buna karşı davalarımız açtık, davayı kazandık, hala devam ediyor ama ilk aşamayı kazandık. Burada bir müdahalemiz oldu. Ne yazık ki bütün sanat kurumlarından da destek almışlar. Hepsine sormuşlar biz böyle bir şey yapıyoruz, ne düşünüyorsunuz” diye. Balerinlerin onayı var, devlet tiyatrolarının onayı var, konservatuvarların onayı var. Genel müdürlük seviyesinde bunlara onay vermişler. Doğru dürüst düşünme, kavrayabilme, okuduğunu anlayabilme yok maalesef. Çok ciddi bir sorun, ama buna müdahale ettik.
Konservatuvarda bale büyük bir tehdit altında, özellikle bale. Çünkü bale dansçının hayatı çok zordur. Sabah yedide başlarlar ısınmaya, bir saat iki saat ısınmalardan sonra başlarlar provalara, 11-12 saat gece yarılarına kadar provaları vardır onların.

AKP DÖNEMİN SANAT ÇOK İNCE İNCE TEHDİT ALTINDA.
Şimdi bir bale konservatuvarı alın, çocuk bu şekilde konservatuvarda bu şekilde çalışmaya başlıyor. Kemikleri ölçülüyor, boyu ne kadar uzayacak vb bale bölümünde yüksek lisansta YÖK bütün üniversitelere bir genelge yollamış, yüksek lisansta şu kadar profesör olacak, şu kadar doç. sayısı olacak. Konservatuvarda bale bölümünde profesör bulamazsın, mümkün değil, ya sahnede dans edecek, ya da dansı bırakacak profesörlük yapacak. dans mesleği için bu böyle mümkün değil, çünkü hayatı bale, dans, opera balede, konservatuvarda. Şimdi şu anda opera, baleyi ayakta tutan Konservatuvardaki lisans dördüncü sınıftaki çocuklar, şu anda baleyi ayakta tutan. Bu çocuk ne zaman profesör olsun, ya da bunun hocası ne zaman profesör olsun, hala gidiyor dans ediyor çünkü. Böyle problemler var, yani bununla ilgili de dava açtık. Eğitim-İşle birlikte. Eğitim-iş ten rica ettik, bu konudan muzdarip olan hocalardan rica ettik, bir iki tane hocayı ikna ettik, onların üzerinden davayı açtık, bu dava da sürüyor.
Sanat çok ince ince tehdit altında. Bunu maalesef yaşıyoruz.

SANAT VATAN SEVGİSİYLE EŞDEĞER.
Benim için sanatın anlamı farklı, benim meslektaşlarımdan daha farklı düşünüyorum ben. Vatan sevgisiyle eş değer, eğer bir sanatçı yurdunu sevmezse, vatanını sevmezse sanatının toprağını kaybeder. Ben bu çerçeve içersinse de zaten yetiştirildi, Ankara’da Devlet Konservatuvarında benim hocalarım da öyle. Necil Kazım Akses vefat etmeden önce çok kısa önce ben hocamı ziyaret etmiştim. Bana söylediği şu, “Atatürk’e hala borcumu ödeyemedim ve bir eseri yarıda kaldı bitiremedi eserini, kansere yakalanmıştı çünkü. Atatürk diyor ki, hakikaten ne kadar uğraşsak ona olan borcumuzu ödeyemiyoruz, ama tabi ki, mücadelemiz her zaman devam edecek. Benim anlayışım da aynen Necil Kazım Akses gibi. Sanatımın gücü benim bu topraklardan geliyor, Türkiye topraklarından geliyor. Sanatını bu mücadeleyle birleştirmiş bir insanım. O nedenle de Türkiye’deki durumları değerlendirdiğimizde bir sanat her zaman toplumların ilerisinde gidiyor. Sanatçı her zaman ilerde olmak zorunda, çünkü geriyi düşünerek sanat yapmak mümkün değil. Her icra ettiğiniz eserde siz kendinizi aşarsınız, daima ileri doğru ok gider, geriye doğru gitmez, hep ileri gitmek zorunda.
Akp iktidarında sanatın durumu. Sanata yapılan sinsi planlar

SURİYE İLE İLK TEMAS MÜZİKLE İNCİ ÖZDİL’LE OLDU
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum malum; bir sanatçı olarak Türkiye ve içerisinde bulunduğumuz coğrafya Asya’da. Suriye ile nasıl bir iletişim kurabiliriz. Nasıl iki halkı kucaklaştırabiliriz. Bunu en iyi sanat yapar dedik. Bunun üzerine bir yıl uğraştım, orayla temasa geçtim. Bir Ermeni şefleri var. Misak Bağbudaryan, çok değerli bir insan. Ona mektup yazdım, “biz sanatçılar el ele verelim, iki ülkenin kardeşliğini bütün dünyaya gösterelim. Biz düşman halklar değiliz, biz dost, kardeş, hatta akraba halklarız. O nedenle bunu biz başarabiliriz”,  diye yazdım ve ondan da çok güzel bir cevap geldi. Onun üzerine uğraşmaya başladık. Kültür Bakanlarıyla temasa geçtik, tabi. Bizim cenahtan hiçbir şey olamıyor maalesef. Fakat oradan çok güzel mesajlar geldi. Onun üzerine beş kişilik bir heyetle Suriye’ye Şam’a gittik. Çok zorlu bir yolculuk oldu. Ama başardık. Lübnan üzerinden gidiyorsunuz, Beyrut’tan geçiyorsunuz.
Konser için ilk provamız çok duygusal oldu sanatçılarla. Buraya size olan sevgimizi, mücadelemizi, size olan sevgimizi sunmak üzere geldik. Ülkelerimizi birlikte kurtaracağız. Sanatçılarımız bir araya geleceğiz. El ele vereceğiz, sahnede de bu birlikteliği göstereceğiz ve ülkelerimizi arasındaki kardeşliği, dostluğu inşa edeceğiz. Hatta şunu söyledim, onu da manşet yapmışlar. “MÜZİĞİN SESİ TOPUN TÜFEĞİNDEN ÇOK DAHA GÜÇLÜDÜR”. Hakikaten de öyle. Biz konsere girmeden önce iki tane havan topu atıldı, hiç umursamadık. Konseri yaptık, konserden sonra da havan topları atıldı, gene umursamadık. İşin ilginç yanı, seyirciler de hiç etkilenmediler. Top sesleri geliyor. Aslında ben Ekim ayında gidecektim. Fakat bazı bürokratik şeyler yetiştirilemedi, Kasıma erteledik, konseri. Ekim ayında gitseydik, tam opera binasının ortasına mermi isabet etmiş altı kişi ölmüş, bazı sanatçılar hayatlarını yitirmiş, arkadaşlarını göz yaşlarıyla anıyorlar. Ama bana söyledikleri şu, “biz kemanımızı buradan buraya düşürdüğümüz zaman bu savaşı kaybederiz, o yüzden bu keman hep burada kalacak”, dediler.
Hakikaten de öyle, biz provalar esnasında çalışırken elektrikler gidiyor, güm güm sesler geliyor. Hemen iki oturan arkadaşlar hemen telefonunun ışığını yakıp, yandakine ışık tutuyor, o çalmaya devam ediyor, durmuyor. Bu program dura da bilir durmuyor, ışıkta çalmaya devam ediyor, ışıklar geldiğinde kendisi de çalmaya başlıyor. Böyle azimliler ve kararlılar. Bazen mesela siren sesleri geliyordu, “herkes sığınağa gitsin”, diye. Hiç aldırmıyorlar, devam ediyorlar. Ben herhalde dedim, durmam gerekiyor. “Hayır, hayır hiç durma devam et” dediler ve provalara o şekilde devam ettik.
Onlar gerçekten çok büyük bir örnek. Yani o sanatın gücü, iradesi ve halkın içindeki coşkuyu nasıl ayakta tutuyorlar anlatamam, hepsi ayakta alkışlıyor. Hele beni, Suriye Orkestra şefiyle gördüklerinde hepsi ayağa kalktı. O kadar da bunlar onlar için duygusal anlamı vardı. “Erdoğan bize şöyle yapıyor, böyle yapıyor” gibi  bir kesinlikle olumsuz durum yok. Mesela orkestranın mezhebini, hangi ırk, hangi şey olduğunu bilmiyorum. Bunları sormak orada çok ayıp, çok ayıptır. Ben Misak söylediği zaman onun Ermeni asıllı olduğunu öğrendim, Suriye Ermenisi olduğunu öğrendim. Onun dışında, hiç kimse böyle şeylerden konuşmuyor, bunlar çok ayıp şeyler orda ve laik bir ülke. Laik, son derece bakımlı kadınlar, yiğit kadınlar, Suriye deneyimi, yanımda da genç bir trompet sanatçısı arkadaşımızı götürdüm. TGB liğinin sanattan sorumlusu Almanya’da eğitim yapmış trompet eğitimi. Çok yetenekli birisi, Onurcan Çağatay’la birlikte gittik. Konserin sonunda da, Kültür Bakanı ile de görüşmek istedik, Kültür Bakanı gelemedi, çünkü bir havan topu isabet etti Kültür Bakanlığına, o nedenle kendisi gelemedi.
Şöyle bir karar aldık, bu etkinliği büyüteceğiz. Yani Avrasya ülkelerini de katarak bu etkinliği büyüteceğiz, onun kararını aldık. Kargo ile konuşmalar götürülüyordu, Rus Büyükelçisini maalesef çok acı bir şekilde yitirdik ama, biz bu çalışmalarımızda devam edeceğiz, bu çalışmaları sonuna kadar götürmeye kararlıyız, yapacağız bunu.
Suriye olayı hakikaten çok önemliydi, bizler için.

SOVYETLER BİRİĞİ YIKILIRKEN ORADA İDİM
Ben Sovyetler birliği dağılırken de o zaman Rusya’daydım. Sovyetler Birliğinde Leningrat’ta okudum ben, Rus müziği üzerine, orada çalıştım, çok değerli bir orkestra şefi İlıya Aleksandroviç Mursi ile Sovyetler Birliğinin en önemli hocalarından biriydi. Ölmeden önce onunla çalışmış olmak hakikaten çok şanslıydım.
O dağılma esnasında gördüm, ülkeleri yıkılıyordu, ama sanat dimdik ayaktaydı ve halk dimdik ayaktaydı o sıra, sanatın sayesindeydi, sanatın gücü, sanatçısına dayanıyordu. Puşkin’e dayanıyordu. Halk Leningrat konserlerine geliyordu, işçisi, köylüsü, her kesimden insan akşamleyin o konsere geliyordu. Ekmek bulamıyordu ama konsere geliyordu. Rusya şimdi ayakta kaldıysa kültürüne ve sanatına dayanarak ayakta kalmıştır.
Aynı şeyi şimdi Suriye’de görüyorum. Türkiye’de de aslında aynı. Yani bütün zorluklara karşı, sanat kurumları dimdik ayaktadır.
Sözleşmeli sanatçılar diye bir şey çıkardılar, biliyorsunuz süreli sözleşmeli. Çocuğun hiçbir yaşam garantisi yok. Bir hafta keman çalıyor, ya da bir hafta dans ediyor. Ertesi hafta ne olduğu belli değil. Ne sağlık güvencesi var, şu anda sahnelerin çoğunda sözleşmeli çalışan genç çocuklar var. Çok özverili bir şekilde sanatı icra ediyorlar, büyük bir özveri ile. Bu sözleşmeli meselesi için de bir mücadele başlatacağız. Şu başkanlık sistemini çöpe atabilirsek, çünkü başkanlık sistemi demek tekrar TUSAK, tekrar sanat kurumlarının dağıtılması demek. Türkiye Cumhuriyetinin dağıtılması demek. Buna asla ve asla izin vermeyeceğiz. Başkanlık sistemine geçit yok. Başkanlık sistemi TBMM inin üzerine atılan 15 Temmuzdan sonraki ikinci bomba demek. Bu yalnızca binayı tahrip etmiyor 75 Milyonun üzerine atılmış bir bombadır. Buna karşı mutlaka mutla mücadelemizi vereceğiz. Milli Anayasa hareketinde Türkiye Sanatçılar Birliği Milli Anayasa Hareketi içerisinde bir bileşendir. Biz Türkiye Sanatçılar Birliği olarak, sanatçılar olarak orada mücadelemizi veriyoruz, bu başkanlık sistemine karşı. Teker teker milletvekillerini de ziyaret etmeyi düşünüyoruz, planlıyoruz. Başkanlık sistemine geçit veremeyelim, Türkiye Cumhuriyetinin bölünmesi Türkiye’nin yok olması demektir, buna asla ve asla izin vermeyeceğiz. Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü bize emanetine sonuna kadar sahip çıkacağız.
Ayakta alkışlar. Hiçbir konferansçı bu kadar uzun alkışlanmamıştı.
Karşılıklı sorular ve katkılar ile konferans sona erdi.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

İNCİ ÖZDİL (d. 8 Aralık 1960, Ankara), Türk orkestra şefi.
Türkiye’nin ilk klasik batı müziği kadın orkestra şefidir. Antalya Devlet Senfoni Orkestrası'nın kurucu şefi olan sanatçı, 2009-2013 yılları arasında Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası şefi olarak görev yapmıştır.
1960 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Babası doktor, halk müziği derlemecisi Recai Tayyar Özdil, annesi inşaat mühendisi İlhan Özdil’dir. İlk müzik eğitimini kardeşi Sıdıka ile birlikte Mithat Fenmen’den aldı.
1971'de Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümünde Nimet Karatekin'in öğrencisi oldu. 1976'da Kompozisyon bölümüne, 1981'de Kompozisyon İleri Yüksek Sınıfına devam etti ve aynı zamanda Orkestra Şefliği Bölümü'nde de çalıştı.
1983 yılında Orkestra Şefliği uzmanlığı için devlet bursuyla İngiltere'ye gönderildi. Londra'da önce Guildhall School of Music, daha sonra Royal Academy of Music'te orkestra şefliği üzerine; 1986'da İtalya'da Accademia Musicale Chigiana'da Alman Romantik Müziği üzerine çalıştı. 1988 yılında Hans Werner Henze Festivalinde "En İyi Yorumcu" ödülünü kazandı. 1988'de Türkiye'ye döndü ve Ankara'da Devlet Çoksesli Korosu'nun açılışını ve şefliğini yaptı. 1989 yılında SSCB hükûmetinin bursuyla Leningrad Rimsky Korsakov Konservatuvarı’nda Rus müziği ve yorumu üzerine çalıştı. 1991’de Hollanda'daki Breda Müzik Festivalinde seri konserler verdi.
Türkiye'ye döndükten sonra 1992-1994 yılları arasında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nda Şef Yardımcılığı yapan sanatçı; 1994 yılında Antalya Oda Orkestrası’nı kurdu. 1997 yılında bu orkestrayı Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’na dönüştürdü.
2009-2013 yılları arasında Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası şefi olarak görev yaptıktan sonra devlet görevinden emekli oldu.
Kardeşi besteci Sıdıka Özdil ile birlikte sosyal medyada yaygınlaşa TC Sanatçı İnsiyatifi adlı oluşuma öncülük etti. 2013'te İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak siyasete atılan Özdil, partinin Vatan Partisi adını almasından sonra 2015'te Antalya milletvekili adayı oldu.
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nci_%C3%96zdil

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget