Avrupa uygarlığını üzerinden yüzyıllarca atamayacağı karanlıklara gömen ortaçağın özel yetkili mahkemeleri engizisyon mahkemeleriydi.
Bu mahkemelerin özelliği, Roma hukukunu hiçe sayarak adaleti devlete bağımlı kılması, ihbarı yasal zorunluluk haline getirip muhbirlik yapmayana cezai yaptırım uygulaması, mevzuatı “gizli tanıklık” esasına dayandırması ve yargı kurumunu tüm ihbarları yazılı kayıt altına alıp saklamakla yükümlü tutmasıydı.
Tarihçi Bartolome Bennasar, “Engizisyon tarihi, adaletle devlet arasında ne zaman organik bir bağ kurulsa, insanları tehdit eden dramın kök adıdır” der.
Engizisyon hukuku, Katolik papalığın ya da yetkisini Tanrı’dan alan kralların otoritesine karşı dikilen her şeyi ve herkesi yok etmek kararıyla, yüz binlerce insanın iftiralarla suçlandığı, bazen akıl almayacak uyduruk gerekçelerle yargılandığı ve işkenceyle öldürüldüğü beş yüzyıllık bir sürecin ihbar, iddia, yargı ve infaz aracıdır.
İlk engizisyon mahkemeleri, Katolik Kilisesi’ne karşı ayaklanan Katharların soyunu kırmak için kurulmuştur. Kathar sözcüğünün “kedi” anlamına gelen “kat” kökünden geldiğini öne süren engizisyon yargıçları, gizli tanıklardan önce Katharların kedi kıçı öptüklerine ilişkin ihbar toplamışlardır. Ardından Papa’dan kedinin şeytan Lucifer’i simgelediğine dair fetva çıkarmışlardır. Bu fetva ve gizli tanık ihbarlarına dayanarak, Katharların kedi kıçı öperek aslında cehennem zebanisi Lucifer’e taptıkları iddiasına ulaşılmış ve işkenceyle itiraftan ibaret yargı süreci başlamıştır. Karar, elbette şeytana taptığını inkâr eden Katharların pis ruhlarının, odun ateşinde yakılarak temizlenmesidir. Sonuç, Bosna’dan Fransa’ya, Katolik Kilisesi’ne muhaliflerin Avrupa çapında soykırımı.
***
O gün bugündür, ne zaman, nerede faşist bir yönetim ortaya çıksa, hangi ideolojik sisteme oturursa otursun, ister komünist olsun, ister dinci ya da milliyetçi, Hitler’den Stalin’e, Franko’dan Tito’ya despotların ilk işi; adaleti devlete bağlamak ve engizisyon mahkemelerinin hukuki temelleri üstünde yükselen “özel yetkili mahkemeler” kurmaktır. Yurttaşı ihbarla yükümlü kılan, gizli tanıklığa, dolayısıyla iftiraya açık ve düzmece kanıtlara dayalı iddialarla rejim muhaliflerini yok etmeye, despotluğun tartışılmaz otoritesini toplumda korku salarak sağlamlamaya yarar, bu mahkemeler.
Bu yüzden kıllanır demokratlar, “özel hukuk”tan. Halen dünyadaki hiçbir demokratik ülkede “özel yetkili mahkeme” yoktur. Anlamı, karşılığı yoktur böyle bir mahkemenin, günümüz demokrasi jargonunda. 11 Eylül’den sonra küresel anlamda kabul gören “Terörle Mücadele” yasalarına göre suçlananlar bile normal ağır ceza mahkemeleri tarafından yargılanır.
***
Türkiye’nin en büyük özel yetkili mahkemesine gittim, geçen cuma günü. En büyük özel yetkili mahkeme, en büyük darbe suçlaması ve en büyük sanık topluluğuyla, ülkenin içinden çok dışına yakın bir yerde kurulu, nedense. Başkent Ankara, Silivri’ye Sofya’dan daha uzak bir mesafede.
Önce Ergenekon davasının biteviye duruşmalarından birine girdim, ardından Balyoz davasına. Birincisinde, günün sorgulanan sanığı “Bu tanığı tanımıyorum, kendisini görmedim, hiç konuşmadım” diyordu.
Ama bana, “Bu kediyi tanımıyorum, kendisini öpmedim, şeytana tapmadım” der gibi geldi.
Balyoz’da savunması alınan sanık, öylesine açıkça kanıtlıyordu ki bilgisayarına “sehven” dijital kedi sokulduğunu, iddia makamı bu kadar sehven kediye, kerhen bile tapıp tapmadığını soramadı.
Oturduğumuz boş “basın” sıralarında Yazgülü Aldoğan kardeşimle birlikte yapayalnız, elimiz kolumuz bağlı ve duyduklarımızı yazamayacağımızı bile bile; yazarsak bizim de aynı salonda, “Vallah billah kedi kıçı öpmedik, şeytanı görmedik, kuyruğuna tapınmadık” demek zorunda kalacağımızın korkusu içinde, öylece dinledik.
Türkiye’de hukuk öyle üstün ki, hukuktan kaçıp saklanacak yer kalmadı artık. Demokrasi öyle ileri ki, adaletin tecellisi insan ömrünü aşıyor. Daha da iyisi, tutukluları artık odun ateşine atmıyor, acından ya da ecelinden ölene kadar yargılıyorlar.
‘G’ NOKTASI
Türkiye’de insanlar gözünün üstünde kaşın var diye tutuklanır, adalet yok olur, demokrasi rafa kaldırılırken, en birbirine kenetli olması ve fedakâr direnişi sergilemesi gereken CHP’de yine cadı kazanları kaynıyor.
İktidarsız muhalefet başkanlığına doymayan Deniz Baykal, Silivri’ye hiç gitmedi. Ama dostu Mehmet Haberal için “sultana biat” kültürü çerçevesinde Başbakan’a, hem de eşiyle birlikte çıkıp “merhamet” diledi. Tüzük ve kurultay diye yeniden iktidarsız muhteris yollarına düştüğüne bakılırsa, video şirketiyle “gerisi gelmeyecek” diye de anlaşmış olmalı.
Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu’nu indirip kendini yeniden koltuğa bindirecek operasyonun startını pazartesi günü Adana’da, bir sünnet düğünü sonrası verecek, deniyor. Keşke Türkiye batarken bile nükseden ve yükselen kendi hırsını sünnet ettirseydi. Valla hem videosuz hem acısız olurdu, üstelik hepimiz kutlamaya katılırdık!
“Gerekeni yapmamak ne kadar haksızlıksa, gerekmeyeni yapmak da o kadar hukuksuzluktur.”
MARCUS AURELIUS
Mine Kırıkkanat/Cumhuriyet
Yorum Gönder