SEVGİLİ okuyucularım, Balyoz davasının bir numaralı sanığı, “Darbeci-terörist (!)” emekli orgeneral Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan, yaşadıklarını ve kendilerine yaşatılanları kitap yaptı. Ortaya muhteşem, dört dörtlük bir eser çıktı.
“Adını Siz Koyun.” (Bilgi Yayınevi)
Bu kitabın önsözünü ben yazdım.
Nilgül Hanım bu kitabı yazdığını Çetin Paşa’ya söylememişti. Onun haberi yoktu. Kitabı kendisine bugün, duruşma arasında Silivri’de verecek ve sanırım Çetin Paşa çok şaşıracak. Belki de hayatının en önemli sürprizlerinden birine tanık olacak.
Bu kitabın yazılmasında çorbada tuz örneğinde olduğu gibi, bir parça katkım oldu. İyi ki de oldu ve Türkiye, çok ilginç ve yeni bir Silivri kitabı ile tanıştı.
Mert, yürekli, baş eğmeyen, mücadeleci, günün birinde yaşadıklarını yazmaya karar veren bir kadın ve onunla aynı nitelikleri taşıyan tutuklu eşi…Baştan sona bir yaşam öyküsü. Çetin Paşa’nın da beğeneceğini, “Okuyucu kimliği ile” bir solukta okuyacağını umduğum bir kitap…
“Adını Siz Koyun”u okuyunca herhalde siz de şaşıracak ve “Bu yaşananların adını ben koyamadım” diyeceksiniz.
Bu ilginç kitabı, yazdığım önsözde sizlere anlatmaya çalıştım. Okuyunca daha iyi anlayacaksınız.
İşte o önsöz:
“2011 yılının haziran ayı. Gazeteden çıkıp öğle yemeği için Kavaklıdere Sosyal Kulübüne gitmiştim. Orada daha önceden tanıdığım Nilgül Doğan ve kardeşi, eski arkadaşım Nilşen Ar’la karşılaştım.
Aynı masada oturduk, laf lafı açtı ve doğal olarak Silivri hapishanesinde tutuklu bulunan, Balyoz davasının bir numaralı sanığı Çetin Doğan Paşa’nın durumuna geldi.
Nilgül Hanım ve eşi Çetin Paşa ile daha önce bir kez yüz yüze gelmiştik. Henüz son tutuklama olmadan önce Ankara’da gazeteye ziyaretime gelip bana bir kutu çikolata getirmişlerdi. İstanbul’a dönüyorlardı ve ancak bir çay içimi süren bu ziyarette onlarla kısacık sohbet etme olanağını bulmuş ve mutlu olmuştum.
Ne ilginçtir, Çetin Paşa ile daha önce tanışma fırsatım hiç olmamıştı.
Yemekte üç kişi konuşuyoruz.
Çetin Paşa 12 Haziran 2011 seçimlerinde İstanbul’dan bağımsız aday olmuştu. Hapishanede yatmakta olan bir komutan en olumsuz koşullarda aday oluyor ve çok oy alıyordu…Özgür olsaydı seçileceği kesindi…
Ve Nilgül Hanım anlatmasını sürdürüyordu:
“Yani neler yaşadık hem tutuklama öncesinde, hem tutukluluk sonrasında, hem de aday olduğu zaman. Ne engellerle boğuştuk. Karşımıza dolandırıcılar bile çıktı…”
Konular açıldıkça açılıyor, ortaya hiç kimsenin bilip duymadığı ilginç olaylar çıkıyordu.
Pek çoğu acıklı ve düşündürücü, bir bölümü güldürücü…
Haksızlık, hukuksuzluk…Ve olayın insancıl boyutları…
Tutuklu bir komutanın haksızlığa isyan eden eşinin dışarıda verdiği mücadele, yaşam kavgası…
Bir ara ağzından şu cümle döküldü:
“Yani bunları kitap yapabilsem, anlatacak o kadar çok şey var ki.”
Hemen sözünü kestim:
“Valla yapın, yapar mısınız?”
“Yapmasına yaparım ama acaba becerebilir miyim?”
Oracıkta kendisine taktik vermeye başladım:
“Bakın, işin en başından, tanıştığınız günden beri anılarınızı yazın. Yani Çetin Paşa ile tanışmanızdan başlayın, yaşadıklarınızın tamamını günümüze kadar getirin.”
Aklı yatmıştı ama yine tereddüt ediyordu:
“Acaba yazabilir miyim, becerebilir miyim?”
“Bakın, bu işin püf noktasını size anlatayım. Sanki yakın bir arkadaşınıza mektup yazıyor ve yaşadıklarınızı, başınıza gelenleri ona anlatıyorsunuz gibi olmalı. Çok basittir. Çok rahat yazarsınız ve büyük ilgi uyandırır.”
Sonra bir öneri getirdim:
“Siz yazmaya başlayın, örneğin ilk 50 sayfayı bana gönderin. Ben okurum ve eleştirilerimi size bildiririm. Siz de ona göre düzeltmeler yaparsınız ve sonra yazmaya devam edersiniz. Söz mü, yazacak mısınız?”
Nilgül Hanım söz verdi.
Bir süre sonra beni İstanbul’dan aradı:
“Ben ilk 50 sayfayı yazdım. Size gönderiyorum, bir okursanız sevinirim. Hatalarımı, eksiklerimi bana bildirin lütfen….”
Hemen bir gecede okudum. Bir sürü hata, yanlış, eksik ve cümle düşüklüğü olmasını bekliyordum. Bir baktım ki, yazılar adeta profesyonel bir yazarın elinden çıkmış.
Telefon açıp kutladım:
“Her şey çok güzel. Lütfen yazmaya devam edin. Eleştirecek bir şey olsaydı size açıkça söylerdim ama yok.”
Nilgül Hanım o konuşmamızda bir şey söyledi:
“Emin Bey ben bu kitabı yazacağım. Ama sizden ricam, bunu hiç kimseye söylemeyin…Çünkü Çetin kitap yazacağımı bilmiyor. Kitap inşallah çıkarsa ona Silivri’de vereceğim ve çok büyük bir sürpriz olacak, çok şaşıracak.”
Gerçekten de hiç kimseye söz etmedim.
Kitap adım adım ilerledi. Böylece tamamını okumuş oldum. Bir gün yine Ankara’ya geldiği zaman konuştuğumuzda birkaç ilginç olay daha anlattı. O olaylar kitapta yoktu, onları da eklemesini istedim.
Benim katkım bu kadar oldu.
Kitap bitmişti. Nilgül Hanımı ülkemizin en saygın yayıncılık kuruluşlarından biri olan Bilgi Yayınevine yönlendirdim. Kitabı okudular, çok beğendiler ve basılmasına karar verdiler.
O aşamada Nilgül Doğan bir şey daha söyledi:
“Sizden bir ödev almıştım ve kitabı o yüzden bitirdim. Size mahçup olmamak için kendimi bitirmeye mecbur hissettim.”
Şimdi çok ilginç bir kitabı okumaya başlamak üzeresiniz. Bu hem bir yaşam öyküsü, hem de Silivri kitabı.
Bir üsteğmenle genç bir kız günün birinde Polatlı’da tanışıyor, evlenip yuva kuruyorlar. Sonra iki çocukları oluyor.
Üsteğmen çok çalışkan, disiplinli, mesleğine bağlı biri. Orduda adım adım yükseliyor…Günün birinde general oluyor, sonra Orgeneralliğe, 1. Ordu Komutanlığına kadar yükseliyor ve emekli oluyor.
Zaten ne oluyorsa ondan sonra oluyor. Günün birinde nice silah arkadaşlarıyla birlikte “Darbeci (!)” suçlamasıyla tutuklanıyor. Yargılamanın hiçbir aşamasında, özel yaşamında da olduğu gibi başını asla eğmiyor. Suçlandıkları düzmece belgeleri mahkemede tek tek kanıtlıyor ama yargıdan ses yok!
Onların içeride tutulmasına bir kez karar verilmiş ve o karar bir türlü değişmiyor!
Nilgül Doğan bu kitabında aslında bir ailenin yaşam öyküsünü, yaşanan mutlulukları ve çekilen çileleri anlatıyor.
Evlilik, terfiler, kurmaylık, generallik, meslekte yükseliş…Bunlar olurken çeşitli meslek çekişmeleri ve sürtüşmeler…
Sonra hapishane serüveni…Türk ordusunun 70 küsur yaşındaki bir komutanı, öteki silah arkadaşları gibi içeride çile çekerken, dışarıda onlar kadar sıkıntı çeken aile bireyleri…
Çetin Paşa’nın bağımsız adaylık serüveni ve bu olayda yaşananlar…
Tutuklu komutanlara karşı bazı silah arkadaşları, hem eski, hem de günümüzün bazı komutanları tarafından sergilenen vefasızlık, duyarsızlık ve umursamazlık…
Özellikle, olayların olduğu dönemdeki komutanları Hilmi Bey’in sergilediği ürkeklik ve kuzuların sessizliği!..
Ve tutukluların arkasında yılmayan, haksızlıklara ve hukuksuzluğa isyan eden eşleri, çocukları, kardeşleri, ana babaları.
Onlardan biri de duygularını ve yaşadıkları bu kitaba döken Nilgül Doğan.
Ayrıca bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlerin elinde nerelere nasıl sürüklendiğinin kısacık bir özeti.
Bu kitaptan herkesin alacağı dersler var. Siviller, askerler, aileler ve özellikle onları ısrarla içeride tutan hakim ve savcılar bu kitabı mutlaka okumalı….
Yani bu kitap bir yanıyla Çetin Doğan kitabı, öteki yanıyla ise bir ibret belgesi.
Türk yayıncılığına yeni bir “Silivri kitabı” ekleyen Nilgül Doğan’a “Ellerine sağlık” diyorum ve şimdi sözü onun anlatacaklarına bırakıyorum…”
Önsöz işte böyle!..Piyasadan gelen yoğun talep üzerine, henüz kitapçı raflarına girmeden üçüncü baskısı yapılan bu kitabı okuma sırası şimdi sizlerde!
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Yorum Gönder