BÖLÜCÜLÜK İÇİN FIRSAT
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş Uludere’de 35 kişinin hayatını kaybettiği olay duyulduğu andan itibaren, daha “nasıl bir hata yapıldığı, olayın nasıl geliştiği” açıklanmadan önce “bunun kasıtlı bir operasyon olduğunu” söylemeye ve olayı “Türk-Kürt ayırımına” çekmeye başlamıştı bile..
Bunun arkasından Kaymakam’a yapılan ve onun yaralandığı saldırı geldi.. Ve BDP’liler Uludere olayını “ordunun Kürtlere kasıtlı katliamı” olarak vurgulamayı, dünyaya da bunu böyle duyurmayı sürdürdüler. Oysa bir deprem anında Türk-Kürt ayırımı yapmadan her vatandaşı kurtarmak için canla başla çalışan da aynı ordudur.. O ordunun içinde Kürt gençler de askerlik yapmaktadır, böyle anlamsız ve haksız suçlama olur mu?
KIBRIS SAVAŞI’NDA KENDİ GEMİMİZ..
Ölenlerin çoğu genç ve kaçakçılık yapmak üzere sınırı geçmişler ama bulundukları yer ve durum böyle bir hatayı “imkansız” hale getirmiyor. Terörün çok görüldüğü bir alanda, daha önce “eylem katırlarla silah taşıyan teröristlerin pozisyonunda ve kalabalık bir grup”, yani terörist zannedilmeleri çok zor değil...
Ali Aykanat isimli okurumuz geçen Cuma gönderdiği e-postada şöyle diyordu; “Elbette bu yaşanan olay çok üzücü, çok dramatiktir, ancak buna kasıtlı bir katliam gibi yaklaşmak sadece art niyet ürünü olabilir. Bu tip çatışma ortamlarındaki, kazalardan biri de Kıbrıs savaşı sırasında kendi gemimizin kendi uçaklarımız tarafından vurul- masıydı, 700’den fazla askerimiz şehit olmuştu”..
Evet, ortada ciddi ve açıklanması gereken bir hata var ve bunu hepimiz yazdık. Yazarken de aynen Van depremine nasıl “Türk-Kürt ayrımı yapmadan” haftalarca üzüldüysek, hala üzülüyorsak buna da içtenlikle üzülerek yazdık. O nedenle BDP’lilerin “sanki 35 kişinin kaybı ve üzüntüsü sadece kendilerine aitmiş gibi” ortaya çıkıp bunu bir etnik bölücülük fırsatı haline getirmeleri kabul edilemez.
‘KÜRT HALKI’ VE ‘CHP’ VURGULARI!
Yanlarına “Barış Anneleri” grubunu alıp Başbakan’ın kapısı önünde eylem yapmaları, “Bu olayla Kürt halkına göz dağı vermek istediler” demeleri kabul edilemez. Hele de “bir seferde 25-30 kişinin öldürüldüğü kanlı PKK saldırılarının yıldönümlerini coşkuyla kutlayan” bir partinin, hata yapılmış olması kuvvetle muhtemel bir olayda bunları söylemesi tamamen fırsatçılığa girer.
Herkesin olayları sorgulama ve açıklama isteme hakkı vardır, böyle ciddi yanlışların artık yapılmıyor olması gerekir, hepsi doğru. Ama sorgulamakla “siyasi fırsatçılık” farklı şeylerdir. Ki benzer bir durum tamamen aynı şekilde Başbakan’ın CHP için söylediği “PKK ve BDP diliyle konuşmalarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu kadar örtüşmesi dikkat çekicidir” sözlerinde var.
BİRKAÇ OY İÇİN!
Bir ana muhalefet partisi “bu kadar ciddi bir hatayı sorgulama ve her türlü soruyu yöneltme” hakkına sahiptir. Öyle sahiptir ki yapmadığı takdirde eleştirilir. Ve bütün yaptıkları buydu, herkesin merak ettiği soruları ve “Başbakan’ın neden 24 saat hiçbir açıklama yapmadığını” sordular. Bunun karşılığı ise böyle suçlanmak değildir.
Aynı “BDP-PKK ile görüşlerinin örtüşmesi” suçlaması referandum ve seçim öncesinde yine haksızca yapıldı, iktidar partisi de BDP’ye söyledikleri gibi “birkaç oy için” etik değerlerden sapmamaya dikkat etmelidir.
Gazetecilerle savcı fotoğrafı!
Oda TV davasının 6’ncı duruşması da yapıldı. Ahmet Şık’ın “yemek konusu”nu tekrar gündeme getirmesi üzerine Hakim “Yemek konusunu buradan çıkınca gazeteci olarak yazarsınız” demiş. Umarız bu söz “sadece düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle” tutuklanmış oldukları görüşü giderek daha da çok haklılık kazanan insanların yakında serbest kalacağı ihtimalini vurguluyordur.
Bu duruşmalarda sanıkların açıklamalarını okudukça insan gerçekten bu Ergenekon isimli dipsiz kuyuya daha çok şaşırıyor. Ne olduğu hakkında hala bir kanıt ortaya konamayan, “şunu yazdın, bu belgeyi o siteye verdin, telefonda şunu söyledin” iddialarıyla götürülen bu davanın sanıklarının çoğu birbirini hiç tanımıyor ve suçlamaların çoğu anlamsız.
ŞAŞIRTAN OLAYLAR
Mesela Barış Terkoğlu’nun ifadeleri çok ilginç; “Silivri’de tutukluyken hayatını kaybeden eski MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun ‘MİT belgesini Oda TV sitesine gönderdiği iddiasıyla’ tutuklandığını oysa aynı belgenin bir gazetede yayınlandığını ve bunları basına savcının verdiğini” anlatmış ki bazı gazete ve gazetecilerin gizlilik kararı bulunan bu soruşturmayla ilgili her adımı “savcıyla birlikte ve dahi ondan önce gibi” biliyor olması hep şaşırtıyordu.
Yine Terkoğlu’nun “Savcı Zekeriya Öz ile Fehmi Koru ve Mehmet Baransu fotoğrafı”ndan söz etmesi bu ilişkilerin de aynı derecede sorgulanmayı hak ettiğini bir kez daha düşündürüyor. Acaba bazı gazetelerin herkesten önce tüm detayları vermesi böyle mi oluyordu, siz olsanız düşünmez misiniz? Kendileri böyle bir fotoğrafta başka gazetecileri görseler sormazlar mıydı?
Yazılarında zekasına ve bilgi birikimine hep hayranlık duyduğum Soner Yalçın’ın mahkemeye verdiği ve; “Bugün karşınızda sanık sandalyesinde oturan düşüncedir, oysa düşünce hiçbir izne tabi tutulamaz” diye başlayan ifadesi ise “basın özgürlüğü” adına bir başyapıt gibi.. En kısa zamanda “düşüncenin özgürlüğe kavuşması”nı, adaletin işlemesini umuyoruz artık!
Ruhat Mengi/VATAN
Yorum Gönder