Kadı Mahkemesinde Eşek Davası - Cevat Kulaksız

Günümüzdeki Ergenekon, Balyoz gibi ucube davalardan üç yüz mü desem, beş yüz mü desem, işte epey bir asır önce, ama milattan sonra, tanıdık bir ülkenin kadı mahkemesinde ibretlik bir eşek davası görülür ve hükme bağlanır.

Kadı divanındaki bu yargılamaya varmadan önce, isterseniz, konumuzu teşkil eden eşek davasındaki olaylara bir göz atıp özetleyelim.

Karıkoca eşeklerine binmişler, köylerinden kasabaya gitmek üzere yola koyulmuşlardı. Eşeklerine dememe bakmayın zaten bir tane eşekleri vardı. Erkek öne, karısı da arkaya terkisine binmiş, neşe içinde yolda kasabaya gitmekteler.

(O zamanları, 1950 li yılarında otomobil olmadığı için, köylülerin en önemli taşıma aracı eşek ve at idi. Eşek fakirlerin, at da zenginlerin taşıma aracı idi. Küçüklüğüme hatırlıyorum, dul anamın bir eşeği vardı; öylesine severdi ki, bizim ayakkabımızdan önce onun nalını alırdı. İleride “Anamın Eşeği” diye bir yazı yazacağım. Neyse biz parantezi kapatalım, eşek davasına dönelim)

Karıkoca eşekle giderken, bir dönemeçte gözleri görmeyen kör bir yolcuya rastlarlar.

Bu kör adam, köy köy dolaşır, dilencilik yapar, öylece geçimini sağlarmış. Selam verip yan yana yürümeye başlarlar. Giderlerken karşıdan ters yöne giden iki üç atlıya rastlarlar. Atlılardan biraz kelli felli olanı şöyle söylenir:

“-Şuna bak yavu yazıklar olsun, sağlam adamlar eşekte, kör adam yaya, insanda merhamet kalmamış.” Bunu söyleyip savuşup giderler.

Karıkoca bu sözden alınırlar; eşekteki koca “ben inip, körü karımın terkisine alsam olmaz, karımı indirip körü terkime mi alsam acep” diye düşünür. Karısının da fikrini alarak, karısını indirip, kör adamı terkisine alır, yola devam ederler.

Bu kez arkadan iki atlı gelir, bizim bir eşek, karıkoca, kör adamdan oluşan yolculara kavuşurlar.

İki atlıdan biri şöylece söylenir ve yollarına hızla devam edip giderler:

“Şuna bak arkadaş, iki tane kazık gibi adam eşeğe binmiş, bir kadını yaya yürütüyorlar, ayıp yav”.

Bu söze de bozulan eşek üstündeki adam, eşekten iner, karısı ile yan yana yürümeye başlar. Eşek üstünde tek kalan kör memnun, bir de ilahi mi, türkü ne olduğu pek belli olmayan müzik mırıldanır, yollarına devam ederler. Kör adam, “pek de rahvanmış eşek, eşekten de sizden de Allah razı olsun” diye mırıldanır.

Kasabaya yaklaşırken yol ikiye ayrılır, soldaki kasabaya giderken sağdaki de başka bir köye gitmektedir.

Kör adam gayet sakin bir tavırla eşeği sağa çevirir. Karıkoca hemen itiraz ederek, “tamam artık, biz kasabaya gideceğiz, eşeğimizi ver”. Kör adamın gözü eşektedir. Rahvan, semeri, eyeri süslü bu eşeğe sahiplenmek istediği bellidir.

Yolun kavşağında, eşek senindi, benimdi derken, itişip kakışma başlar.

Tam o sırada üç-beş atlı eşek kavgasına tanık olurlar.

Kör adam, eşeğin yularını elinden bırakmayarak, gayet masum bir eda ile sonradan gelen atlılara şunları söyler:

“-Kardeşler, ben gözleri görmeyen zavallı bir insanım, şu merhametsizler eşeğimi elimden zorla almaya kalkıyorlar, yardım edin ne olur”.

Karıkoca:

“-Yok, yok, bu adam yalan söylüyor, eşek bizim, üstelik gelirken acıdık da bu adamı eşeğimize almıştık” deseler de, körün masumiyetine inanan atlılar, bu eşek davasını çözmek için kasaba kadısına götürmek isterler;

“-Madem öyle, zaten kasaba da yakın, hepinizi kadıya götüreceğiz, kadı çözsün bu eşek davasını” derler. Hepsini adeta sürükleyerek kasaba kadısına götürürler.

Yolda çılgına dönen karıkoca, “Allah Allah iyilikten maraz doğar derler de inanmazdık, bu nasıl iş, kör körlüğüne bakmıyor da, eşeğimiz almak istiyor” diyerek söylenirler.

Kör adam da:

“-Allah Allah gücünüz benim gibi kör adama mı yetiyor, kardeşler bu eşek benim, bu uyanıklar eşeğimi elimden zorla almak istiyorlar; bu olmazsa ben köylere nasıl yalnız giderim”, diyerek söylene söylene kasabanın kadı mahkemesine dayandılar.

Atlılar, dışarıda bekleyen kadı zaptiyesine, “bunların bir eşek davası var, bu karıkoca bu kör adamın eşeğini zorla almak mı istiyormuş ne, bunları kadı efendiye çıkar da hak yerini bulsun, biz Allah rızası için aracıyız” diyerek çekip gittiler.

KADI DİVANINDA

Kadı mahkemesinin hem zaptiyesi hem de mübaşiri olan adam, eşeğin yularını kör adamın elinden alarak binek taşındaki halkaya eşeği bağladı. Bu “eşek davasının” taraflarına, üç kişiye durumu sorarak konuyu kısaca o da öğrendi.

Ama kör adam, elini ovuşturarak, boynunu bükerek ve de ağlamaklı bir eda ile “mübaşir efendi oğlum, bu zalimler benim eşeğimi zorla elimden almak istiyorlar, medet, yardım edin” diyordu.

Mübaşir:

“-Siz burada bekleyin, ben kadı efendiye bilgi vereyim, kadı efendi çağırırsa, bu “eşek davasına” bakar, diyerek içer, girdi.

Başı kocaman sarıklı, uzun sakallı kadı, yüksekçe bir yere bağdaş kurmuş oturmakta, az aşağıda önündeki sehpada mürekkep hokkası, kaz tüyünden kocaman divit kalemi olan kâtip oturuyordu.

Bir gözünü kısıp, mübaşire önemsiz bakan kadı efendi, “ne var mübaşir” diye sordu.

Mübaşir de:

“-Dışarıda bir kadın, bir erkek, bir kör adam, bir de eşek bekliyor; öğrendiğim kadarı ile kadınla erkek kör adamı eşeğini elinden zorla almak istiyormuş, ne buyurursunuz” dedi.

Bunları duyan kadı efendi meraklandı, böylesine bir “eşek davasına” hiç bakmamıştı.

Kadı efendi sakalını kaşıyarak:

“-Allah Allah bu nasıl iştir, ama şeriat adına haklıya hakkını vermek lazım gelir” , dedi. Mübaşire:

“­-Tez getir davalıyı da davacıyı da, amma eşek dışarıda kalsın” diyerek mübaşire emir verdi.

Bir kadın bir erkek, kör adam kadı efendinin karşısına dizildiler ve “eşek davası” böylece kadı divanında başladı.

Kadı, davalı ve davacıya:

“-Şimdi size teker teker söz vereceğim, derdiniz söyleyeceksiniz, amma biriniz konuşurken, öbürü müdahale ederse hemen falakaya kaldırırım ha” diyerek gürledi ve duvarda asılı falakayı gösterdi.

Tanrı şahittir ki üçü de korktular, belli belirsiz titremeye başladılar. Kadı efendi önce sözü kör adama verdi, “söyle bakalım derdin nedir?” Kör adam, yine aynı mahzun duruşunu alarak, boynunu bükerek anlatmaya başladı:

“-Efendim ben kör bir adamım, dışarıdaki eşeğimle köy köy dolaşır, nafakamı çıkarmaya çalışırım (dilenirim demek istiyordu). Eşeğimle yolda giderken bu adamla kadına rastladım, eşeğime bu kadının yanındaki adam göz koydu, eşeğimi zorla elimden almaya çalıştı, eşek benimdir, adaletinize sığınırım”.

Kör adamın pervasız halini gören kadının yanındaki erkek, kadı söz vermeden “Aman Allahım, eşek benim” diye mırıldanmak istedi. Kadı “susun” diye gürledi.

Kadı karıkocaya da söz verdi, kadının yanındaki erkek, “aman kadı efendi eşek benim, bu adam yalan söylüyor, eşeğimi zorla almak istiyor bu kör adam” dedi.

Kadı bile bu “eşek davası” karşısında şaşırıp kaldı. Kadı, kör adamın masum görünen halini görünce, eşeğin kör adama ait olduğunu sanıyor, ona göre hüküm verecekti:

“Demek bu kör adam eşeğinizi zorla almak istiyor ha” diye, alaycı bir tavırla söylendi.

Bunlar böylece devam ederken, kör adam, “efendim bu adam yalan söylüyor, eşeğime göz diken bu adam korkarım, yanımdaki karıma da göz diker” dedi.

Kadının gerçek kocası şaşkınlık içinde, “aman efendim bu kadın benim karım” dedi. Kadı daha çok şaşırmaya başladı.

Sinirlenen kadı, yaz evladım” diyerek kadı mahkemesi kâtibine emir verdi. Kâtip, eline kaz tüyünden divit kalemini alarak mürekkep hokkasına batırdı, kara kaplı karar defterine sağdan sola doğru, kadının Şeriat adına verdiği hükmü yazmaya başladı:

“-Şeri Şerif hükmünce……eşek kör adamın olmakla, kadının nikahının da bölge kadısından, muhtarından araştırılmasına…” diyerek hükmünü verdi.

Eşek böylece kör adamın oldu. Öbür erkek de, eşek bir yana, şimdilik karısını kurtardığına sevindi. Kadı da adil bir karar verdiği için kendini huzurlu hissediyordu.

Kadı katında yargılama yapılırken, davalı davacı arasında, davayı kim kayıp ederse, kazanan tarafa bir altın, devlete de bir altın harç verilirdi. Kör adam davayı kazandığı için bir altın ve eşeği kazandığına sevindi.

Öbür erkek de iki altın zararı olmakla birlikte, karısını kazandığına, kurtardığına sevindi. Dışarı çıktılar.

Karıkoca homurdanarak, diş kıcırtatarak, “vay anasını iyilikten maraz doğarmış” diyerek başka sokağa sapıp uzaklaştılar.

Mübaşir kör adamın eşeğe binmesine yardım etti; eşeğe binen kör adam bir türlü eşeği süremiyor, götüremiyordu. Eşek direniyor, inatlaşıyordu, önsezi ile bu işte bir katakulli olduğunu seziyordu.

“Eşek inadı” derler. Eşekler önsezileri çok kuvvetli hayvanlardır. Yolda giderken düzüldüğü, düştüğü yeri asla unutmaz; ileri de bir tehlike sezdiği zaman gitmek istemez. Sahibi de, bu önsezinin farkına varamadığı için, eşeğin gitmeyişini onun “eşek inadına” yorar.

Eşek dedik de, eşek kadar, insanoğluna yüzlerce değil, binlerce yıl hizmet eden başka bir hayvan yoktur. Beslenmesi kolay, önüne ne koysanız yer, itiraz etmez; üstüne ne kadar yük atsanız taşır itiraz etmez. Binlerce yıl insanoğlunun canlı taşıt aracı olarak kullanılmıştır. Buna karşın insanoğlunca eşek kadar aşağılanan başka bir hayvan yoktur. Bu konuda araştırma yaptım, eşek üstüne nice atasözleri, deyimler, özdeyişler, öyküler vardır; mizahçıların mısralarına konu olur. Bir yerde okumuştum, eşek sütü kadar çocuğa yararlı bir süt yokmuş.

Lisede okurken, eşek davası diye bir şey söylenirdi. Komşu matematik öğretmenine sordum, “böyle bir şey yok” dedi.

Eşek Davas: Bir dik üçgende hipotenüsün karesinin dik kenarların kareleri toplamına eşit olduğunu kanıtlayan teorem. Böyle bir söylem vardı.

Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

Blogger
Facebook
Disqus

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget