Yazımızın birinci bölümünde, Evliya Çelebi’nin anlatımına bağlı kalarak Fatih’in yaptırdığı cami yüksekliğini Ayasofya’dan küçük yaptığından mimarının ellerini kestirdiğini, bunun için Fatih yargılanarak, ellerini kestirdiği mimarına tazminat ödemeye, (hem de kendi kesesinden ödemeye) mahkûm olduğunu, mahkeme kadısı karşısında eşit yargılandığını anlatmıştık.
Ne ki Fatih’in ellerin diyeti, tazminatını hazineden ödeme istemine Kadı Molla’nın karşı çıkmasını, Fatih’in de bu kararı sonradan takdir ettiğini anlatırken, Fatih’in adil adaletini günümüzün iktidarının tazminatları hazineye yüklemesini kıyaslamıştık; AKP-RTE döneminde mahkemedeki yargı tazminatlarının hazineden karşılanmasının isabetsizliğine, adaletsizliğine de değinmiştik.
Başka bir kaynaktan tespitlerimize göre, Fatih’in yukarıdaki nedenle mimarının ellerini kestirmesi yanında mimarı zindana attırdığını ve de zindanda, mimarını katlettirdiğini de öğreniyoruz. Bu yazımızda bunu irdeleyeceğiz.
HÜKÜMDARLAR YA MİMARLA-SANATÇIYLA YA DA ESERİYLE KAVGALIDIR
“Tarih boyunca merkezi iktidarla sanatçıların başı sık sık belaya girmiştir. Hatta sudan bahanelerle hükümdarlar mimarlarını katletmişlerdi. Şimdiki hükümdarlar artık öldürmüyorlarsa da, yaptıkları eserlerini katlediyorlar, yıkıyorlar. En son tartışmasıyla gündeme gelen, Kars’taki “İnsanlık anıtı” “ucube” anıtın yıktırılması olayı gibi bu durumun tarihimizde birçok başka örneği mevcuttur.
(Burada bir parantez açalım diyorum. Kitap, bilim, düşünce karşıtı bizim gibi az gelişmiş ülkelerde kitap yazanlar, karşı görüş ve düşüncede olan aydınlar, gazeteciler ya katlediliyorlar (hem de evlerinin önünde), ya da hapislere atılıyorlar yahut eserleri tahrip edilip yok ediliyor veya suç delili sayılıyor. Hallacı Mansurdan, Sivas’ta yaktıklarımıza, evinin önünde katledilen Uğur Mumculara, Necip Haplemitoğlu’na, Silivri zindanlarına attıklarımıza, dışlanılan Fazıl Say’lara, aydınlara yaptıklarımıza bir bakın… Böyle ülkelerde ne bilim, ne düşünce, ne de sanat gelişir, o ülke de çağdaş dünyadan dışlanır).
“Laf lafı açıyor”, konu dağılıyor. Konuyu dağıtmadan, Fatih Sultan Mehmet ile Mimarbaşı Atik Sinan arasındaki yaşanan trajik olayı başka kaynaktan aktarmaya devam edelim.
Amerikalı Fizik profesörü John Freely, Fatih Sultan Mehmet’i anlatan bir kitap yayınladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde fizik dersleri veren, İstanbul ve Osmanlı hakkında 50′ye yayın kitap yayınladı. “Büyük Türk – İki Denizin Hâkimi Fatih Sultan Mehmet” adıyla yayınlanan kitabında Freely, Fatih Sultan Mehmet’in gerekli ilgiyi görmediğini söyleyerek, “Muhteşem bir savaşçı ve olağanüstü bir entelektüel” dedi.
Fatih’e olan büyük hayranlığını aktaran, “Fatih bir “Rönesans adamı” diyen Freely’nin son kitabı “Büyük Türk” etrafında dönüyordu. Freely röportajın bir yerinde “Kanuni dönemini çekmek kolay, asıl zor olan Fatih dönemini çekmektir” diye buyurmuş. Freely, “Fatih’te öğrenme aşkı var bir kere kendisi gerçek bir Rönesans adamıdır” diyor. 85 yaşındaki Freely şöyle diyor: “Fatih’in pek dindar olduğu söylenemez. Galata’da St. Pietro Kilisesi’ne gidip ayinleri izlediği, komünyon ekmeğinden yediği biliniyor. Fatih kilisede ayin izliyordu ama Hıristiyan değildi. Görünüşü ne Müslüman, ne de Hıristiyan gibi. St. Pietro Kilisesi’ne genelde yalnız gidiyordu. Sultan Süleyman gibi kalabalıklarla dolaşmıyordu”.
Gerçekten, Fatih’in Hıristiyan kızlarını, kiliseyi öven şiirleri de olduğunu, “Avni” mahlasıyla şiirler yazdığını biliyor muydunuz. Yer darlığından bu şiirleri alamıyoruz.
FATİH İLE BAŞMİMAR ATİK SİNAN
Bu yazının konusu Fatih ile Başmimarı Atik Sinan arasındaki olağandışı ilişki ve sonrasında yaşanan dramatik olaylardır.
Fatih Camii Külliyesi’nin güney duvarını geçtikten sonra sağa, Yavuz Sultan Caddesi’ne döndüğünüzde yaklaşık 150 metre daha gidip sola sapınca, yolun hemen yanında uzanan mescidin demir kafesli duvarına yaklaşırsanız Mimar Atik Sinan’ın kabri ile karşılaşırsınız. Mescidin adı Kumrulu Mescit’tir. Yüz yüze birbirine bakan kitabeli taşların altında yatar. Kitabedeki eski Türkçe yazı çok güzel bir kaligrafiyle şunlar yazılmıştır (günümüz Türkçesiyle)
“Tanrı’nın affına ve inayetine mazhar olan Mimar Sinan, ölümlü dünyadan 876 yılının birinci rabi ayının yirmi yedinci günü (13 Eylül 1471) perşembeyi cumaya bağlayan gece akşam namazından sonra, deniz kıyısındaki karanlık hapishanede şehit edilerek, ölümsüz dünyaya göçtü. Tanrı onu mezarın ve cehennemin acılarından korusun…”
Buradaki şehit edilmeden kasıt idamdır. Ancak Mimar Atik Sinan boynu vurularak ya da boğdurularak değil döve döve “idam” edilmiştir. Üstelik elleri de kesiktir! Ellerini kestiren de, devamında dövülerek idamına ferman buyuran da Fatih’tir.
Tarihin karanlıklarında kaybolan ve hakkında çok az şey bildiğimiz Atik Sinan idam edildikten bir süre sonra, başka bir Sinan; Ağırnaslı Koca Sinan doğacak ve Mimarlık tarihini kökten değiştirecek eserler verecekti.
Atik, azad edilmiş kölelere verilen bir sıfattır. Atik Sinan hakkında çok az şey günümüze ulaşmıştır. Ancak isminin önündeki Atik sıfatından anlıyoruz ki aslen köleleştirilmiş bir Hıristiyan’dır. 18. Yüzyılın başında “Osmanlı Devletinin Yükselişi ve Çöküşü” kitabını kaleme alan büyük “müneccim” ve bestekâr Dimitri Kantemir’e göre gerçek adı Hristodulos’dur. Osmanlı kaynakları da Abdullah ismini yakıştırıyor. Her ikisi de Allahın Kulu anlamına gelir.
Eğer Kantemir’in verdiği bilgi doğruysa, Fatih Hristodulos’u çok seviyordu. O kadar ki, bugün Fener semtinde bulunan Moğolların Meryemi ya da Kanlı Kilise olarak bilinen Panaia Muchlotissa kilisesini Hristodulos’un özel ricası üzerine ferman yayınlayarak asla camiye çevrilemeyeceğini emretmiştir. Bu ferman sayesinde İstanbul’da Bizans döneminden ayakta kalan ve cami’ye çevrilmeyen tek kilise bu kilisedir. Merak edenler hem bu kilisenin içinde hem de Ayazkapı’daki Aya Nikola Kilisesinde bu fermanın birer kopyasını görebilirler.
Fatih’in en büyük hayali İslam’ın yeni capitolunde adına yaraşır, Ayasofya’dan daha heybetli bir camii yaptırarak şehre damgasını vurmaktı. Bu amaçla Atik Sinan’a bu zor görevi verdi. Atik Sinan elinden geleni yaptı. Ancak sonuç Fatih’i memnun etmedi. Fatih bu camii için özel olarak uzun direkler getirttiği ve Atik Sinan’ın bu direkleri kestiğini duyunca gazaba gelerek “benim camimi Ayasofya kadar âli etmeyip, benim birer Rum haracı sütunlarımı kesip camimi kasten alçak ettin!”dediği söylenir. Bunun üzerine Atik Sinan, “padişahım, Konstantiniyye’de zelzele çok olub metanet üzere ila inkırazud deveran müebbet ola deyu iki amudu üç zira kesüb Ayasofya’dan selh alçak ettim,” der. Sultan daha da öfkelenip “özrü kabahatinden büyüktür” diyerek Atik Sinan’ın ellerini kestirir.
Evliya Çelebi’ye göre bu olaydan sonra Atik Sinan, İstanbul Kadısı Hızır Bey’e gider ve sultandan şikâyetçi olur. Kadı Atik Sinan’ı haklı bulur ve “kısas hakkın vardır” der. Yani şer’en Fatih’in de elleri kesilecektir. Ancak Atik günde 20 akçe karşılığı bu haktan vazgeçer. Tabii Evliya’nın oldukça geniş hayal gücüne inanırsak bu mahkemede Kadı Fatihin oturmasına izin vermediğine, Fatih’in de kadı eğer sultan olduğu için kendini kolaylatacak bir karar verirse oracıkta canını almak için kaftanının altına topuz gizlediğine inanmamız gerekir. Bu “adil” mahkemeden sonra Fatih’in öfkesi dinmemiş olacak ki, onun emri ile Atik Sinan tekrar zindana atılır ve idam edilir. Ekrem Hakkı Ayverdi’ye göre ise idam edilmemiş kendisi intihar etmiştir.
Bazı kaynaklara göre ise olayın asıl nedeni Atik Sinan’ın zimmetine para geçirerek yolsuzluk yaptığıdır. Ancak yolsuzluk yaptığı için Fatih’in çok sevdiği Mimarbaşına bu zulmü reva görmesine inanmak zor. Esas neden Fatihin 8 yıl süren inşaat sonucunda ortaya çıkan eseri beğenmemesidir.
Ancak 1766 depreminde Atik Sinan’ın haklılığı ortaya çıkar ve Fatih Camii yerle bir olur. Bugün Fatih’te gördüğümüz camii Fatih’in (ve dolayısıyla Atik Sinan’ın) değil, 3. Mustafa döneminde ve Mimar Mehmet Tahir Ağa’nın elinden çıkmadır. Orijinal camii yaratıcısını haklı çıkararak yok olup gitmiştir.
Bu olaydan 70 yıl sonra Kanuni Sultan Süleyman Mimar Koca Sinan’a sık sık camiinin neden geciktiğini, ihmal söz konusu olursa adaşının başına gelenleri hatırlattığı söylenir.
TARİHTE MİMARINI ÖLDÜREN KISKANÇ HÜKÜMDARLAR VARDIR.
MİMARINI DAMDAN ATARAK ÖLDÜRDÜ.
Müslümanlıktan önce Aşağı Mezopotamya’da kurulmuş olan Hiyre Devleti’nin hükümdarı Numan B. Münzir, “HEVARNEK” adını verdiği, çok muhteşem bir köşk yaptırdı. Dünyada eşi bulunmayan bu köşkü çok beğenen hükümdar, o denli kıskanç, kaprisli bir kişi idi ki, köşkünü yapan seçkin mimar SİNİMMAR’ı, bundan başka bunun gibi bir daha köşk yapmaması için, adı geçen benzersiz köşk bittikten sonra, mimarı köşkün damından atarak öldürdü.
MİMARIN ELLERİNİ KESTİRDİ
Van’ın tarihi dört binli yıllara kadar uzanıyor. Şehir, Urartu Kralı tarafından Tuşba ismiyle kurulmuş. Civarda Urartu’lardan kalma kaleler var. Daha sonra bu bölge, Hürri, Bizans, Selçuklu, İlhanlılar ve Osmanlılar’a kadar çeşitli medeniyetlerin hâkimiyetine girmiş.
Bu medeniyetlerden kalan izlerin en önemlisi Hoşap Kalesi, şehir merkezine 60 km uzaklıktaki Gürpınar ilçesinde yer alıyor. Osmanlı Devletine bağlı Mahmudi Süleyman Bey daha önceleri ufak bir Urartu kalesinin bulunduğu bu noktaya İhtişamlı Hoşap kalesini inşa ettirmiş. Kaleyi o kadar beğenmiş ki, daha sonra bir benzerini yapmasın diye mimarının ellerini kestirmiş.
MİMARIN GÖZLERİNE MİL ÇEKTİRDİ
Kazan Hanlığını Rusya 1552 yılında işgal edinip, Altın Orunun bütün topraklarını alınca, Rus Çarı Korkunç İvan, onun anısına Moskova Kızıl Meydan’a Aziz Basil Kilissini yaptırdı.
Kazan Hanlığının muazzam topraklarını fetheden Müthiş İvan, zafer şerefine bu muhteşem Aziz Basil kilisesini yaptırıyor ve kiliseyi yapan iki mimarın gözlerine mil çektiriyor, bir daha böyle bir harika yapıyı inşa etmesinler diye!
Cevat Kulaksız
DİPNOTLAR
i http://www.t24.com.tr/content/newsdetail.aspx?newscode=123589&cat=42
ii http://kulturistanbul.blogspot.com/2011/01/fatihin-gazabna-ugrams-bir-kole-atik.html
iii Tacu’t Tevarih- Hoca Sadedin Efendi Cilt:2 Sf:49–312
iv Van’ın Kapadokya’sı Vanadokya Meltem İnan Milliyet Pazar 23.5.2010 sf 3
v Objektif Taha Akyol Osmanlı İzleri Milliyet 26.5.2010 sf 17
Yorum Gönder