Reha Muhtar yazmıştı Perşembe günü; 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren’in evindeki bütün silahları götürmüşler, “ne olur ne olmaz canına kıyar” diye.. Aklı tamamen yerinde olan Evren durup durup “Nasıl oldu da yüzde 92’den buraya geldik” diyormuş.
Oysa aklı tamamen yerindeyse canına kıymaz, kıyması için sebep yok. Binlerce insanı ve aileyi mağdur eden, binlerce insanın Hitler Almanyası şartlarında işkenceler çektiği, bir hükümeti yerinden indirip askeri yönetim getiren bir darbenin hesabının günün birinde sorulması gerektiğini herkes kabul eder, o da.. Neden etmeyecek ki?
ZEMZEMLE YIKANMIŞ!!
12 Eylül mağdurları arasında kaç genç insan hayatını kaybetti, gençleri idam etmek için yaşını büyütmekten bile çekinmediler, kaç siyasetçi hakkıyla, emek vererek, milletin seçimiyle elde ettiği görevinden oldu, Evren ve darbeci ekibi ise haksız elde ettikleri gücün keyfini ömür boyu sürdü. Bir de üstüne bizim güce tapan ve darbe bile dinlemeyen kesimlerimizin itibarına mazhar oldular. Şimdi birden zemzem suyuyla yıkanmış mı hissediyorlar kendilerini de çok şaşırıyorlar?
İsteselerdi, darbe yapacaklarına, “şartların olgunlaşmasını bekleyeceklerine” dönemin hükümetiyle işbirliği yaparak anarşiyi önleselerdi ne o kanlar dökülür, ne de ülke (bugün bile ‘askerin darbe sicili nedeniyle’ insanların mağdur edildiği) bir darbe yaşardı. “Yüzde 92” meselesine gelince.. İşte o “yüzde 92” referandum sonuçlarının her zaman doğruyu vermediğinin kanıtıdır. O gün “11 Eylül’de Türkiye nasıldı, 12 Eylül’de ise nasıl düzeldi” palavralarına inananlar (bizim halk böyle saf olabiliyor bazen) o 82 Anayasası’na yüzde 92 oy verdi ama bugüne kadar da “Çok kötü bir anayasa” olduğu en az milyon defa söylendi, defalarca değişikliğe uğramasına rağmen hala söyleniyor.
REFERANDUM SONUCU ÇOK MU DOĞRUDUR?
Uzun lafın kısası, o yüzde 92 nasıl “12 Eylül’ün ve anayasasının harika olduğunu” göstermiyorsa, daha sonraki 12 Eylül referandumu da yapılan anayasa değişikliği ile “yargının daha iyi, daha bağımsız vs bir hale geldiğini” göstermez. Nitekim Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg “Türk yargı sisteminin kökten değişmesi gerektiğini, bu yapılmadıkça ‘yasa değiştirme’nin hiçbir işe yaramayacağını, hakim ve savcıların eğitim eksikliği olduğunu, bireye kendini savunma hakkı verilmediğini ve daha birçok noktayı” vurguladı..
Öte yanda, anayasa gibi teknik ve zor anlaşılacak bir konunun referanduma sunulması da doğru değildir zaten.
SIRA 27 NİSAN’A GELMELİ
Sonuç olarak.. Evren’e hapis cezası verileceğini hiç sanmıyorum, bu zaten önemli değil artık, ama “o ve darbesi” mutlaka tarih önünde hak ettiği mahkumiyeti almalıdır.. Aynen 27 Nisan muhtırası ile onun paşası Yaşar Büyükanıt’ın mahkum edilmesi gerektiği gibi. 12 Eylül’ü mahkum edip, 27 Nisan’ı unutursak buna tarih bile güler.
Sıranın 27 Nisan’a gelmesi lazım!
*****
Kalabalıklar ne demişti?
Hemen cevaplayayım; “yetmez ama evet” veya sadece “evet” demişlerdi referandumda. Ki o referandumun bel kemiği “yargıda yapılacak değişiklikler”di ve o değişikliklerden sonra yargının eskiden bağımlı olduğu iddia edilen yargının “daha bağımsız, daha kusursuz” hale getirileceğine inanıyorlardı.
Ama tam aksine iktidara daha bağımlı bir yargı çıktı ortaya.. Bu yargıda en büyük role sahip “HSYK”nın başında hala Adalet Bakanı ve Müsteşarı var, üyelerinin büyük çoğunluğu da Adalet Bakanlığı bünyesinden seçildi. Anayasa Mahkemesi ve diğer yüksek mahkemeler de benzer şekilde düzenlendi. AB ülkelerinde HSYK görevini yapan kurumların başından siyasiler alınmışken referandum öncesinde “bunun tam aksi olduğu” telkin edildi. AB de buna sustu, hiç eleştirmedi.
NE ÖĞRENDİK?
Şimdi Avrupa Konseyi Komiseri “Türk yargı sistemini beğenmediğini, yürüyüşe katılan kalabalıkların da ‘hukukun doğru işlememesine’ tepki gösterdiğini” söylüyor. “Tutuklu yargılamanın ‘çok istisnai durumlarda’ olabileceğini, Türkiye’de buna uyulmadığını, yazdıkları ya da söyledikleri birilerini rahatsız etti diye ilgisi olmayan insanların tutuklandığını” söylüyor. Oysa yargı sistemi için çok geç artık, zira Komiser’in hoşuna gitmeyen şeyler başkalarının hoşuna gidiyor olabilir.
Peki bu tablo bize ne öğretti? Kalabalıkların asla “yetmez ama evet” dememesi gerektiğini, 21’inci yüzyılda yapılacak değişikliklerin “mutlaka yeterli” olması gerektiğini, referandumlarda ancak tek bir değişikliğin ve o da “ÇOK İYİ ANLAŞILARAK” oylanması gerektiğini, anayasa ve yasalarla ile ilgili hiçbir faaliyetin aceleye gelemeyeceğini, hayatımızı ilgilendiren bu tür oylamalarda bizi kutuplaştırmaya çalışanlara inanmak ve takım tutar gibi oy vermek yerine kafamızı önümüze koyup akılcı şekilde düşünmek, araştırmak gerektiğini..
Bunların hepsini öğretti ama bir bardak su içmekten başka pek az seçenek var maalesef.
Mesela şimdi Hrant Dink’in katili için “örgüt yok” kararından sonra karısı “tahliye bekliyor”muş, bekler tabii, o tahliye olurken gazeteciler, öğrenciler “örgüt” suçlamasıyla içerde kalırlar. En azından “yasa değişene” kadar!
*****
Fatmagül’de “ensest” duyarlılığı!
Diziler bende çok nadiren bağımlılık yapar, “Fatmagül’ün Suçu Ne” ise ilk günden beri kaçırmadığım dizilerden biri.. Her şeyden önce tüm kadronun birbiriyle yetenek yarıştırmasına, oyunların doğallığına hayranım. Sonra Fatmagül’deki duyarlılığın “diğer bazı dizi ve filmler tarafından da örnek alındığını ve benzerinin yapıldığını” düşündüğüm için, “kadına şiddet, tecavüz” gibi Türkiye’nin çok önemli ve acil çözüm üretilmesi gereken bir sorununu mükemmel şekilde işlediği için hayranım.
Geçen haftaki bölümünde ise benim devamlı vurguladığım ama Kadın ve Aile Bakanlığı ile STK’ların henüz ciddi şekilde ele almadığı, Türkiye’de MAALESEF hala konuşmaktan kaçınılan “aile içi tecavüz-ensest” olayını işlediler ki bence “10 üzerinden 10 puan”lık bir adımdı. Senaryo yazarından oyuncularına kadar tüm ekibi kutluyorum, bravo onlara.. Zülfü Livaneli’nin Mutluluk filminden sonra ilk kez onlar konuyu bu kadar kusursuz işlediler!
Ruhat Mengi/VATAN
Yorum Gönder