Doğum oteli, Türk yemeği... - Hasan Pulur

Bazen öyle işler oluyor ki, kim yaptı, kim düşündü deriz. Allah razı olsun diye dua edersiniz.
Kış gelince Doğu Anadolu’nun geleneksel görüntülerinden biri, köyden kasabaya hasta taşımaktır, hele kadının doğumu yakınsa, sancıları başlamışsa...
Sekiz, on adam bir sedyede hastayı, diz boyu karda taşır.
Kim bilir kaç saat sürer bu yolculuk, hasta ya kurtarılır ya da can veren Allah almıştır, ruhuna Fatiha...
* * *
Halk kendi çaresini kendi yaratıcılığı ile bulur.
Hakkâri’de bir otel...
Otelin birkaç odasını doğuma ayırmışlar, bir iki odayı birleştirip “doğumhane” yapmışlar.
Doğum gününe yakın, hamile kadın otele geliyor, doktoru, hasta bakıcısı hazır, doğum sancıları bekleniyor, sonra doğum, Allah analı babalı büyütsün...
* * *
Kim düşünmüşse, kim yapmışsa, işte iyi vatandaş bunlardır...
Galiba otelin adını da “Anne Otel” koymuşlar.
Kar yolları basmadan, doğum günü yaklaşınca “otel-hastane”ye yerleşebilmek...
İşte halkın örgütlenmesi budur...
* * *
Bilir misiniz, bugün Türkiye’nin hemen her yerindeki “dolmuşlar” yine halkın icadıdır.
İlk hatırladığımız “Taksim-Beşiktaş” dolmuşlarıdır, şoförler kapıları açıp bağırırlardı:
“Otobüs fiyatına, otobüs fiyatına!”
İşte size rekabet!
O dolmuş durakları giderek yaygınlaştı, bir yeri tarif ederken “Yenicami’nin önündeki Taksim dolmuşlarının kalktığı sokağa gir...” denmeye başlandı.
Her dolmuş durağının da bir kâhyası vardı, ellerinde kâğıt kalem, arabaları plaka numarasına göre sıraya yazarlardı, yazılı olmayan kuralları da vardı, her durağa yabancı araba almazlardı, hır çıkardı.
* * *
Hele bazı kâhyalar!
Eminönü’nde bir kâhya vardı ki, ne dediğini anlayabilirsen bravo!
Kısık bir sesle bağırırdı:
“Ner, balt, eyip!”
Adamın ne dediğini Eyüplü bir arkadaş tercüme etmişti, Orhan Peksayar olabilir:
“‘Ner’ demek Fener demek, ‘balt’ demek Balat demek, ‘eyip’ ise Eyüpsultan.”
* * *
Zaman zaman huyumuz tutar kızarız:
“Rumlar bizim yemekleri çalıyor!”
Şimdi de Bulgarlara kızıyorlar...
Herkes bizim yemeklerimizi çalıyor!
Osmanlı İmparatorluğu tasfiye oldu diye yemekler de tasfiye olmadı ya!
O yemeklerin hepsi imparatorluk halkının yemekleri...
Ama bizim yemeklere sahip çıkıyorlar.
Eeee, sen de sahip çıksaydın!
Sen güzelim yemeklerini bıraktın, ayaküstü mutfağa koştun, hamburger, pizza gibi...
* * *
Sen de onlara, yemeklerini tanıtsaydın...
Zor mu?
Hiç de zor değil, “döner” vakası ortada...
Almanya’da “döner” satılmayan yer var mı?
Geçenlerde biri anlattı, İstanbul’a gelen müşteriler “Türk döneri”ni soruyorlarmış, yedikleri döneri beğenmemişler “Türk döneri” arıyorlarmış...
Yeter ki kendi yemeğinin tadını bil!
“Döner” örneğini bunun için verdik.
Köfte niye olmasın?
Kırk çeşidi var.
Bırakın Ruma, Bulgara kızmayı, kendimize sahip olabilir miyiz?
Nerede İstanbul’un esnaf lokantaları?
Nuruosmaniye’deki “Subaşı”, Üsküdar’daki “Kanaat”, biraz daha oturaklı Bahçekapı’daki Borsa, Mısır Çarşısı’ndaki “Pendeli”, çoğumuz belki yerlerini bile unuttuk.
Ya Karaköy yolcu salonunun üzerindeki “Liman Lokantası”...
Hep aynı nakarat:
“Yemeklerimize sahip çıkıyorlar!”
Sen de çık da başıboş kalmasın...

Hasan Pulur/Milliyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget