‘Ah!’ Demek ve ‘Oh!’ Çekmek… - Emre Kongar

Canı yanan "Ah!" der...
"Ah!" diyenin başına gelenden sevinç duyan ise "Oh" çeker...
"Ah, canım yandı!" diyene, "Oh olsun!" diye karşılık vermek hangi duyguların, hangi kişilik özelliklerinin, hangi toplumsal süreçlerin sonucudur...
Hangi geçmiş hatalar, hangi saldırganlıklar, hangi siyasal kamplaşmalar, hangi hesaplaşmalar buna yol açar, hiç düşündünüz mü?




* * *
Son günlerde şaşırtıcı olaylar hızlandı...
Önce herkesi çok ilgilendirmeyen ama medya dünyası içinde büyük şaşkınlık yaratan bir olay yaşandı...
Habertürk kanalının genel yayın yönetmeni beklenmedik bir biçimde ve beklenmedik bir anda hem kanalın genel yayın yönetmenliğinden, hem de Habertürk gazetesindeki köşesinden ayrıldı.
Olay medya dünyasıyla ilgili olduğu için elbette bütün yayın organları tarafından büyütüldü...
Açıklamalar yapıldı, yorumlar yazıldı, duygular dışa vuruldu...
Canı yananlar "Ah!"...
Memnun olanlar "Oh olsun!" dedi.
Derken eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandı...
Olay henüz çok taze olduğu için kimlerin "Ah!" dediği, kimlerin "Oh!" çektiği henüz tam netleşmedi ama ilk tepkilere ve yorumlara bakarak hangi çevrelerin hangi duygularla dolu olduğunu kestirmek çok da zor olmasa gerek!
Başbuğ'un tutuklanmasının unutturduğu Uludere olayında, aralarında çocukların da bulunduğu Kürt kökenli 35 kaçakçı, terörist oldukları zannıyla bombalanarak öldürülmüştü.
Bu olayda da "Ah!" diyenlerle "Oh!" diyenler oldukça keskin çizgilerle birbirinden ayrı görünüyordu.




* * *
Toplumsal bunalım zamanlarında bireyler, kendilerini güvende hissetmek, en azından duygusal açıdan rahatlamak için kendi küçük gruplarına ya da siyasal-ideolojik kamplara sığınır...
İçgüdüsel ve dolayısıyla son derece insani olan bu davranış, ne yazık ki siyasal-ideolojik kamplaşmaları daha da keskinleştirir!




* * *
Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından ve Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonra ortaya çıkan "Küresel dönemde" bütün dünya değişim sancıları yaşıyor...
Bu değişim, Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Kafkaslar'da, dünyanın yaşadığından çok daha hızlı ve derin...
Türkiye bu "şeytan üçgeninin" tam ortasında yer alıyor.
Üstelik de "Bölgesel Güç" olduğu iddiası sadece ülke içinde değil, uluslararası platformlarda da geçerli...
Bir başka deyişle, Türkiye sadece kendi içinde son derece sancılı bir dönüşüm yaşamakla kalmıyor, bölgesindeki "şeytan üçgeninde" yaşanan değişikliklerden de etkileniyor...
Üstüne üstlük bir de bu bölgesel değişmelerin yönlendirilmesinde rol üstlenmek üzere teşvik ediliyor ve de gönüllü oluyor!
Böyle kritik bir zamanda ve böyle bir kritik bir durumda, önce iktidarın ve iktidarı destekleyenlerin, sonra da muhalefetin ve muhalif olanların, gerek üsluplarını gerekse tutum ve davranışlarını, düşüncelerinden ödün vermeden, nezaket ve terbiye sınırları içinde tutmaları, öfke, sevinç ya da intikam naraları atmak yerine, akılcı açıklamalar ve yorumlar yapmaları daha anlamlı olacaktır...
Başbakanla gazeteciler arasındaki polemiklerin tırmandığı, ekran tartışmalarındaki seviye düşüklüğünün ve gerginliklerin Meclis kürsüsünde de görüldüğü bu günlerde, bu gözlemimi yöneticiler ve politikacılar kadar medya mensuplarına da ilişkin olarak yaptığımı belirtmek isterim:
"Keskin sirkenin zararı küpünedir" sözü unutulmamalıdır...
Lüzumsuz sertlik kimseye bir şey kazandırmaz...
Olsa olsa, "Ah!" diyenlere ve diyecek olanlara "Oh!" çekenlerin sayısını arttırır...
Ve hem ülkeye, hem siyasete, hem de kişilere zarar verir!

Emre Kongar/Cumhuriyet

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget