Demokratik kitle örgütlerinin destek ve ortaklığı ile Ankara Barosu Eğitim Merkezi’nde 21 Ocak 2012 günü çeşitli avukat, yargıç, gazeteci ve milletvekillerinin konuşmalar yaptığı açık oturumda AKP dönemindeki hukuksuzluklar, adaletsizlikler, adaletin yanlı hale getirilişi ile ilgili çarpıcı örnekler verilerek konuşmalar yapıldı.
Konuşmalardan önce, ülkenin adalet tarihi, adaletin önemi, nasıl hukuksuzluğa gelişimizi anlatan slâyt gösterisinde Su Gözü belgeseli izlendi.
Oturum Başkanı Haluk Yalvaç’ın yönettiği, Eren Aysan, Av. Yüksel Çorbacıoğlu, İlhan Taşçı, İlker Yücel’in konuşmalarında Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği; oturum başkanı Av. Nurten Taşkaya’ın yönettiği, Av. Ersan Barkın, Av. Büyükçulha, Av.Mehmet Cengiz, Av. Celal Ülgen’in konuşmalarında Savunma Hakkı; oturum başkanı Av Şenal Sarıhan’ın yönettiği CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz, Ali Rıza Aydın, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Av. Turhan İçli, Yargıtay Tetkik Hâkimi Leyla Tarhan’ın konuşmaları ile Hukuk Güvenliği ve Yargıç Bağımsızlığı konuları işlendi.
Daha önceki yazımızın birinci ve ikinci bölümde eski YARSAV başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ile Av.Mehmet Cengiz’in konuşmalarını, sunumlarını vermiştik. Bu bölümde öteki sunumcuları görüşlerini aktarıyorum.
Her konuşmacı kendi izlenim, deneyimleri konusunda ilginç konuşma ve değerlendirmelerde bulundurlar.
Av. Şenal Sarıhan konuşmasında özetle şöyle giriş yaptı: “İktidar hukuk dışı uygulamaları ile kuvvetler ayrığını bütünü ile yok ediyor, adalet terazisinin iki kefesine de iktidar oturmuş durumda. Adi yargılama artık kâğıtta kalmıştır. Artık hukuksuzlukları salonlarda olduğu kadar sokaklara yaymamız gerekiyor. Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır”.
Türkiye Gençlik Birliği Genel Başkanı (TGB) İlker Yücel özetle şunları söyledi:
“Ülkemizde 57 vilayette örgütlendik; örgütümüz üyeleri başta Ankara, İstanbul gibi şehirlerde protesto ve etkinliklere katılmak için otobüslerle giderken her vilayet sınırında polis durdurup, kimliklerimizi topluyor, saatlerce yollarda (her ilde iki saat) bekletiliyor, seyahat hürriyetimizi engelliyor”. AKP iktidarının birçok hukuksuzlukları yanında birliğimize üye 32 ilde arkadaşlarımızın ailelerine polis telefon ederek, “kızınız, oğlunuz şöyle böyle yasa dışı örgütlere eğimli, iyi yolda değil, şeklinde adeta tehdit ediliyorlar. Ayrıca birçok vilayette birliğimize üye arkadaşlarımızın evleri sivil polisler tarafından ziyaret edilip oğlunuz kızınız şöyle böyle engelleyin falan sözleri ile arkadaşlarımız baskı altına alınıyor.
Öte yandan çeşitli illerde 673 genç gözaltına alındı. Hiçbirinin gözaltına alınacak kusuru yoktu. Akit, Taraf, Zaman gibi yandaş gazeteler, adeta polise ihbarlı talimat nitelikte yayınlar yapıyorlar.
Bütün protesto eden arkadaşlar hakkında davalar açılıyor, Başbakan RTE tarafından Aydın TGB başkanı hakkında 34 dava açıldı. Birçok TGB başkanları hakkında davalar açılırken, polis tarafından evleri ziyaret edilerek veya telefon edilerek ailelere baskılar yapılıyor. Türkiye’de tüccarlar, sanayiciler, tarikatçılar, cemaatler, mafya bile örgütlenirken öğrencilerin örgütlenme özgürlüğü yok, polisçe baskı kurularak engelleniyor. Türkiye’de örgütlenme ve muhalefet sıkıntısı var. Dar alanlarda paslaşma değil, tam saha mücadelesi yapmalıyız”.
Eren Aysan (Sivas katliamında yakılarak öldürülen Behçet Aysan’ın kızı) konuşmasında, öldürülen toplumsal cinayetlerden, katledilen faili meçhul katillerden bahsederken, “ülkemizde katillerin kahraman edilmesine karşıyız” dedi.
Av. Yüksel Çorbacıoğlu konuşmasındaözetle, “şeyhlerin, şıhların yönetildiği çadır bedevi kabile toplumlarında insan hakları yoktur. Yasalardaki hukuk dışı değişiklik ve uygulamalarla ülkeyi çadır devleti bağnazlığına dönüştürülmektedir.”
Gazeteci İlhan Taşçı, basın, gazeteciler üzerindeki iktidarın yasa dışı uygulamalarına değinerek, “gazeteciler hakkında örgütsel bağ tertibi ile çeşitli davalar açılmakta, gazeteciler uzun süren tutuklamalara maruz kalmaktalar. Yazdığım eleştiri yazımda cümle içinde üç nokta yan yana, ünlem işareti kullandım diye hakaret davası açıldı. Ankara’da oturuyorum, kitabım İstanbul’da yayınlanıyor, Erzurum’da yargılanıyorum, böylesine hukuk garabetleri ile karşı karşıyayız. Yani üç nokta yan yana ve ünlem işaretleri kullandı, hakaret etti diye dava açılan ilk gazeteciyim sanırım.
Her yerde olduğu gibi bizim mahallede de sokak kedileri var. Bir gün eve geldim, dış kapıda aç bir kediye rastladım, kediye bir kap süt verdim. Evimin etrafında beni izleyen sivil polisler komşulara sorarmış, bu adam nerede çalışıyor, kazancı ne kendi nasıldır diye sorarlarmış. Komşular da polise, iyi adamdır bir gün sokak kedisine süt verirken gördüm- demiş. Benim hakkımda araştırma yapan polis de, aynen böyle rapor yazıp amirine vermiş”.
Hukuk Güvenliği ve Yargıç Bağımsızlığı konusunda Ali Rıza Aydın kısaca şunları söyledi:
“Bu iktidar döneminde hukuk çifte standart hale getirildi. Bu hukuktan değil, iktidardan kaynaklanmaktadır, iddianame serbestliği getirildi, savcılarda kurallara uymak zorundalar. Savcı iddia edecek, tez yazacak. Savcılar ve yargıçlar yasalara ve anayasaya göre karar verirler. Yargıçların çoğunluğu yasaları yorumlarken, kanun devletine göre yorum yapıyorlar, oysa hukuk devletini savunmalıdırlar. Yasalarımız, hukukumuz adaletli değilse, adaletli bir hüküm bekleyemezsiniz. Günümüzdeki yargılamalarda egemen güçlere karşı işlenen suçlar önemli iken, ötekiler bizi ilgilendirmez tarı içinde hukuk uygulanmakta. Türkiye’de sınırları belli olmayan bir yönetim hukuku uygulanmaktadır. Ilımlı İslam adı altında topluma uygulama işlemi yapılmaktadır.
Av. Turhan İçli engellilerin çeşitli hak ve hukuk uygulamaları konusunda bilgiler verdi.
Savunma Hakkı Bölümünde TBB Yönetim Kurulu Üyesi Av.Celal Ülgen Konuşmasında Şunları Söyledi:
“ Zaman uzadığı için isterseniz ben bir layt savunma yapayım. Biliyorsunuz bizim ağır ceza mahkemelerimiz, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde bize “niye böyle keskin savunmalar yapıyorsunuz, biraz layt olun dendiği, için be de layt olma gereğini size karşı yapmaya çalışacağım, bakalım ne kadar layt olacağım. Nazım Hikmet 1950 yılında Bursa Ceza Evinde, o günlerde kendisine yapılan haksız uygulamalar doruğa çıkmış, Bursa Ceza Evinde haykırışlar hiç duyulmuyor, sadece ceza evi duvarlarına çarpıp geri dönüyor, toplum duyarsız, o tarihlerde açlık grevi yapma karı alıyor ve bu açlık grevi yapma kararını avukatı İrfan Emin Kösemihaloğlu’na duyurulduğu an hemen Kösemihaloğlu Bursa Cezaevine gidiyor ve Nazım Hikmet’le çok sert tartışmalar yapıyorlar. Avukatı “hayır asla sen intihar etmiş olursun, açlık grevi yapamazsın, ayakta kalacaksın” diyor. Nazım Hikmet de “bunun bir intihar olmadığını, tam tersine ayakta kalmak zorunda olduğunu, bu konuda haklılığımı anlatabilmek için, bir şey anlatabilmek olduğunu söylemek istiyor. Anlaşamıyorlar ve meslektaşımız ceza evini terk ediyor. Çok duygulanıyor Nazım Hikmet ve şu satırları yazıyor:
“Kardeşlerim,
Demek istediklerimi doğru dürüst diyemiyorsam
Kusura bakmayın kardeşlerim,
Azıcık sarhoş gibiyim, birazıcık dönüyor kafam,
Rakıdan değil
açlıktan hafif tertip.
Kardeşlerim,
Avrupa’dakiler, Asya’dakiler, Amerika’dakiler,
Ben, hapiste açlık grevinde değil de
Bir kırda yatıyor gibiyim bu Mayıs ayında geceleyin.
Ve gözleriniz ışıl ışıl yıldızlar gibi başucumda;
ve elleriniz tek bir el
anamın eli gibi
yarimin eli gibi
Memed’in eli gibi
Hayatın eli gibi avucumda.
Kardeşlerim,
zaten beni hiçbir zaman bir başıma bırakmadınız,
hem sade beni değil
memleketimi ve halkımı da.
Sizinkileri benim sevdiğim kadar
Siz de benimkileri seviyorsunuz diye
Sağ olun kardeşlerim, teşekkür ederim.
Kardeşlerim,
Ölmeğe niyetim yok.
Kardeşlerim,
Biliyorum,
Yine de yaşamaya devam edeceğim yanı başınızda:
Aragon’un mısraında olacağım gelecek güzel günleri anlatan her mısraında
Ve beyaz güvercinin de Picasso’nun
Ve asıl
Ve en güzeli:
Marsilya dok işçilerinden yoldaşımın muzaffer gülüşünde olacağım.
Kardeşlerim,
Dolu dizgin bahtiyarım doğrusu.
Mayıs 1950
Nazım Hikmet avukatına bu şiirini yazdıktan sonra aralarındaki buzlar eriyor,sarmaş dolaş oluyorlar. Size bu şiirden başka ikişiirdaha okuyacağım, onun için layt dedim.
Hem kuramsal olarak hem de uygulamalı olarak çok ayrıntılı birlikte uygulanan savunma hakkına el atmaları anlatmaya çalıştılar. Biliyorsunuz bir yargının üç temel unsuru vardır. Bunu hukukçu olmaya gerek yok herkes bilir. Tez, iddia makamı bunu yapar, antitez savunma makamı yapar ve mahkemede senteze ulaşır, yanı tez, antitez, sentez den oluşur. Tez ve antitez bütün demokratik ülkelerde eşit koşulda olur.
Bizde bakıyoruz duruşmalarda savcıyla yargıçların koridorları ayrı, odaları bile ayrı. Beşiktaş’ta odası bile ayrı olan hem savcı, hem yargıç aynı odada kalıyor, bunu biliyoruz. Odaları da aynı koridorları da aynı. Duruşmaya çıkıyorlar duruşmalarda bir aradalar. Silivri’de bu böyle, tanık dinliyorlar tanığı getirip savcı ile mahkeme başkanının önüne koyuyorlar. Tanık kendiliğinden dolaşamaz, kendiliğinden gelemez, tanık gizli de olsa açık da olsa polis tarafından getirilir, içeride arka tarafta Cumhuriyet Savcıların arka tarafında tanık odası vardır, onların denetiminde tuvaletini yapar, onların yana çıkar. Dünyanın hiçbir ülkesinde buna adil yargılanma denmez, böyle bir şey yok.
Bu kadar yakınlaşıyorlar bunlar, yetiyor mu? Asla, doymak bilmiyorlar, iştahları çok geniş. Bu nedenle Ramazanlarda iftar yemeği veriyorlar ve bu iftar yemeklerinde Ergenekon soruşturması yapan, hazırlık soruşturmalarını yürüten bütün polis teşkilatı, komiserleri, aramaları yapan girişimleri ayarlayan komiserleri cumhuriyet savcıları ve Beşiktaş’taki özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri başkanları, önce Boğaz’da tur yapıyorlar, arkasından İstanbul’un en güzel sırtlarında yemek yiyorlar. Sonra makamlarına dönüyorlar, makamlarında önlerinde o emniyet teşkilatlarından gönderdiği arama kararlarını, yakalama kararlarını, tutuklama kararlarını, gözaltına alma kararlarını bakıyorlar. Ama bazen şaşırıyoruz, çok şaşırıyoruz. Hakimin imzalaması gerekenleri savcı,savcının imzalaması gerekenlerihakim izalıyor.
Bütün bunları kanıtlarıyla gösterdik, bunun için sizi red ediyoruz. Bir adil yargılamada, hakim ve savcı, soruşturmayı yapan polisler bu kadar iç içe giremez. Siz ne yapıyorsunuz, gözlerimizin içine baka baka yaptığınız işin yanlış olduğunu bile bile yapıyorsunuz. Sonra biz de bunları anlattık diye suç duyurusunda bulunuyorsunuz, siz ne istiyorsunuz?
İşte burada özellikle sayın savcılar mahkemenin yani entel makanın da yardımıyla savunmayı ve sanığı adeta eziyorlar. Sanığın posasını çıkarıyorlar. Siz müdahale etmeye kalktığınız an, size diyorlar ki, “ne yapıyorsunuz, siz savunmanızı yapın ses çıkarmıyoruz, ama müekkilinizle özdeşleşiyorsunuz, sakın ha, müvekkilinizle özdeşleşmeyin yoksa sizi de içeri atarız”. Ne demek bu biliyor musunuz, savunur gibi yapınız, savunuyormuş gibi görünün ama savunmayın. Bunlar yararsız, hiç değil de kendinize zararı olmasın diyorlar. Savcılar tehdit ediyor, mahkeme başkanları tehdit ediyor.
İşte burada Fazıl Hüsnü Dağlarca bana diyor ki, tam yeri geldiği için şiir okunuyor, bunu okuyalım:
Savcı düşündün mü,
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalınayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.,
Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmmış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alınteri ,
Alınları taçlı kılan.
Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzleri geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.
Fazıl Hüsnü Dağlarca, beni senden güçlü kılan nedir demiş. Savcılar gerçekten, Mehmet Cengiz arkadaşımız tanıktır, bizim duruşmalarımız karşısında çok aciz durumlara düşüyorlar.
Bu yüzdendir savunmaya duyulan kin, bu yüzdendir savunmaya duyulan öfke. Eğer biz de onlar gibi davransak aramızda uslu dursak güçlü çocuklar olsak, her şeye itiraz etmesek bizler de çok rahat ederiz.
Peki korkuyor muyuz? Korktukça onlar egemen oluyorlar; ama biz korkmadığımızı biliyorlar. Siz korkmadığınız sürece onlar korkmaya başlıyorlar, biz niye korkmadık? Biz niye etkili olmaya başladık diye korkmaya başladılar. İçinde bulunduğumuz toplumun temel korkusu, bu korku illetini atamamaktır. Aydınlarımızın, üniversitelerin, gazetecilerin, kim sınırı aşıyorsa mutlaka karşısında bir güç görür. Neden çünkü o sınırı aşacak kadar cesur olanlar çok az. O sınırı aşacak kadar cesur olanlar çoğalırsa, Silivri’ler yetmez. İşte bizim sıkıntımız, bizim sorunumuz, Silivri kampüsünü kıracak kadar cesaretli olmalı.
Çok ilginç bir şey anlatmak istiyorum, Balyoz Davası, Kafes Davası, Ergenekon Davsındaki kanıtlar, bunların hepsi hayal mahsulü, hayal ürünüdür. Ben ilk Ergenekon duruşmaya girmeye başladığım zamanda kafamda işte A, B, C, D biraz suça bulaşmıştır, diğerlerini de bu suçun içine atmışlardır, diye düşünerek girmiştim. Benim düşümde de kim bilir kaç bin tane aile var. Kral çıplak gibi demek istiyorum.
Türkiye’de bu tür davaların bütün kanıtları üretilmiş kanıtlardır. Kökü dışarıda çetelerin, kökü içeride cemaat artıklarıyla birlikte ürettikleri kanıtlardır. Tek bir gerçek kanıt yok. İşte Dağlarca’nın şiirindeki bizi güçlü kılan bu.
Birkaç gün önce yeni bir yargı paketinden söz ediyorlardı. Örgüt suçlarına iki buçuk yıl, işte bu beni çok üzdü. Evet iki buçuk yıl. Ama öbür tarafta da beş yıla kadar tutuklama dışındaki bir güvenlik tedbiri ile bu cezaları geçiştirmeyi, bunu yapıyorlardı. Yapacaklar, ama pek çok kişi dışarı çıkacaklar. Ama bu güne kadar çektikleri, ama bu güne kadar yattıkları, bunun hesabını kim verecek. İşte bu hesaptan korktukları için bunu yapıyorlar. Bir yerde “siz çektikleriniz unutun, biz de sizi serbest bırakalım” .Buna da katlanmak, bunu da kabullenmek doğru değil.
Biz avukatların Silivri de savunma yaptığı masaların üzerine yukarıdan mikrofonlar, on beş tane mikrofonlar takdılar. Yalnız onların içinde görüntü alan kameralar var. Dünyanın hangi ülkesinde avukatların oturduğu masaların üstünde bunlar var. Yani fısıldaşmalarını bile kaydetmek istiyorlar.
Bırakın ceza evindeki avukatların konuşmalarını, avukatların kendi aralarındaki konuşmaları kaydediyorlar. Beni en çok üzen, kahreden, çok kısa zamnada tahliye olur mu diye umut içerisinde olduk. Aniden bir buçuk ay, iki, üç ay geçiyor biz sürekli cezaevine gidip geliyoruz. Her girişimizde gözlerimdeki ışığın biraz daha azaldığını ve solduğunu görüyorsunuz. Öyle bir aşama geliyor ki o aşama beş buçukla altıncı ay arasına geliniyor. Biz ona artık tahliye koması diyoruz. Tahliye komasına girdiği zaman tanık, artık o, o değil. Artık bütün kişiliği bitmiş, silinmiştir. Rüzgar hangi taraftan eserse, rüzgar hangi taraftan kuvvetli eserse o tarafa gidecek duruma gelmiş. Bereket versin Ergenekon sanıklarından Kafes Davası, Oda TV, Kafes Davası sanıklarının her hakları var, ama bir hakları yok. İtiraf hakları yok. İtiraf edemiyorlar, yaptıkları bir şey yok ki itiraf etsinler. İşte o beş buçuk ay sonraki gün ve süre tam itirafların başlayacağı dönem için biçilmiş kaftan. Ama sanıklar onu atlattıktan sonra yedinci sekizinci aydan sonra yeniden dirilmeye, yeniden ayakları üstünde durmaya başlıyorlar. Gerçekleri o zaman daha rahat görmeye başlıyorlar. Bilenmeye başlıyorlar, öğrenmeye başlıyorlar. Okumaya başlıyorlar.
Size anlatacağımız çok şeyler var. Bir medya var. Bir savunma yaptığımız zaman, bir fiskeyle yıkılacak iddianame diyorlar. Savcının iddianamesi olduğu zaman onu kutsayan bir medya var.
Nazım Hikmet avukatının ismini isminin baş harfleri alt alta gelecek şekilde avukatı İrfan Emin için bir şiir yazmış, onu okuyalım:
NASILSIN
İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime,
Resmimi, suratımı başköşeye asarlar…
Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime,
Ardında taş duvarların her kaldığım zaman,
Ne arayan beni, ne soran…
Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu…
Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın.
İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
Nasılsın?...
Nazım Hikmet Ran
Yargıtay Tetkik Hâkimi Leyla Tarhan’ın Konuşmaları Ile Hukuk Güvenliği Ve Yargıç Bağımsızlığı Konuları Işlendi. Konuşmasında şunları söyledi:
“ Tür yargısında yargıçlara güvence verildiği mümkün değil. Ben 1981 de ilk defa kürsüye çıktım; göreve baladığımda ilk tutuklama kararı verdiğimde uyuyamamıştım, hatta saçlarımda aklar düştü, dişlerimde ilk altı ayda çürükler meydana geldi. Hukuk devleti ve adalet ilkelerine gore görevimizi yürütmeye çalıştık.
Bu gün bunca sıkıntı içinde yaşayan baskı altında ezilen yargıçlar, eskiden bombalar atılıyordu ya şimdi HSYK lu bombalarını atıyor. Meslektaşlarımız bir bölünmeye tabii; örgütlenmeye çalışıyoruz. Ama YARSAV ın kurucu yönetim kurulu üyeleri, öne çıkmış üyeleri, ya da YARSAV ın anayasa değiştikten sonar HSYK na aday gösterdiği hakim ve savcılar Demokrat HSYK na aday gösterdiği hakim ve savcılar Demokrat Yaargı, Yargı Senin başkanı, halen başkanı, yaşadıkları diğerlerine gözdağı vermek aynı zamanda, örgütlenmeyin, sesinizi çıkarmayın, haklarınızı aramayın, kurallara uyun, bizden olun, yoksa cezalandırılırsınız. Sürfülürsünüz, başka uygulamalara tabi olursunuz.
İnsan olarak sıkıntılarımız var, çocuklarımıza zaman ayıramıyoruz. Özlük haklarımız açısından sıkıntılarımız var. Bu gün mesleğe yeni başlamış bir arkadaşın maaşı uluslararası standartlarda yoksulluğun biraz üstünde. Haklarımız vedrilmezken bizden kocaman kocaman işler bekleniyor; hepimizin başında HSYK kılıcı sallanırken kocaman kocaman işler yapmamız isteniyor.
Biz yargıcız, toplumun adalet beklentisini bizim gerçekleştirmemiz isteniyor. Bunlara yargıçların cevap vermek
Ne oldu anayasa değişikliği yargıyı dizayn ettiğinin aracı idi.
Kadınyargıçları saçlarının renginden dolayı eleştiriyorlar, eteklerinin kısalığından dolayı soruşturmaya uğruyorlar. Bekarsa, herhangi bir erkekle görüşmesi soruşturma nedeni olabiliyor. Yani özel hayatın tam bir mercek altındadır; rontgenleniyorsun, dinleniyorsun, yargıçlar da dinleniyor toplumun tamamı olduğu gibi.Yanişunu demek istiyorum. Yargıçlar bu getirilen şikatlerin hiçbirinden ari değildir, hiç birinden muaf tutulmuyoruz. Yargıçlar baskı ve mağduriyetin içinde bulunuyorlar.
Ben Yargıtayda çalışıyorum, 17- 18.yılıma girdm.Yargıtayda dairelerin sayısı artırıldı, üyelerin sayısı artırıldı. Yük kıdemli yargıçların sırtına bindi.Dosya sayısını artırdılar, normalde bir yargıç bir dairede 20 dosyaya bakarken 35 40 dosyaya çıktı. İnsanlar çocuklarının yüzünü göremez hale geldiler.
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder