Fransız parlamenterlerin kendi soykırımlarını gizleme histerileri yüzünden yeni yıla geçmişi tartışarak girdik... Tarihi kurcalamak öylesine çekici oldu ki herkes “yarın”lar yerine “dün”ün peşine düştü!
Ben de 2012’nin bu ilk yazısını 100 yıl önceye ayırdım. Yanlış anlaşılmasın, aydınlık geleceğimizden tabii ki vazgeçmedik; ancak mademki yeni yıla tarihle giriyoruz; eh, bizim de bazı gerçeklerimizi anımsa(t)ma hakkımız var... İşte iki örnek:
Avustralya’da iki mezar
İngiltere 1912’de Hindistan’ı işgal edinceOsmanlı Devleti 350 kişilik birliğini Hindistan Kralı’na yardıma gönderir… 310 askerimiz çatışmalarda şehit olur; kalan 40 kişi İngiliz gemilerinde esir olarak çalıştırılırken 2’siAvustralya’ya kaçar... Karadenizli Abdullah,baba mesleği dondurmacı, Karahisarlı Mehmet de yine babası gibi kasap olmuştur...
Derken emperyalistlerin 1918’deÇanakkale’ye saldırıları üzerine Abdullah ile Mehmet Avustralya başkanına özetle şu mektubu yazarlar:
“Öğrendik ki Osmanlı’ya savaş açmış ve Çanakkale’ye asker göndermişsiniz. Ülkenizdeki iki Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya’ya savaş açıyoruz. Ekselansların bilgilerine duyurulur.”
Kahramanlarımız bu mektupla yetinmezler;Sydney’ye 250 km’deki Karlıdağlarbölgesinde rayları sökerek 3 tren devirirler; 8 karakol basarak askerleri vururlar…Avustralya ancak 250 asker göndererek Abdullah ve Mehmet’le başa çıkabilir ve şehit olurlar.
Bugün ikisinin de mezarı aynı yerde ve fotoğraf çekmek yasakmış. Mezardaki isimleri ise 2 kişiye karşı “orantısız güç”kullanıldığını gizlemek için Osmanlı erleri olarak değil, o yıllarda savaş halinde oldukları“Hindistan askerleri” şeklinde yazılmış.
Libya’da ‘1912 Baharı’
Sözde “Arap Baharı” 2012’ye de sarkıyor ama yaşananların aslında “Arap Sonbaharı” olduğu açıkça görülerek…
Örneğin Kaddafi’yi yok eden emperyalizm Libya’da özgürlüğün güvencesi midir? Bu soru 100 yıl önce de geçerliydi. KuzeyAfrika’nın emperyalistlere karşı özgürlük direnişinde başlıca destekçileri ise başta Binbaşı Mustafa Kemal olmak üzere “gönüllü”Osmanlı subaylarıydı...
Bu dayanışma, Libya tarihine “Türk Ruhu”olarak geçer. Mustafa Kemal’den esinlenen Şeyh Ahmet Sunusi ve Ömer Muhtar’ın önderliğindeki bağımsızlık mücadelesi aynı ruhun ürünüdür.
İtalyanlar 1912’de İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Trablusgarp’a saldırırlar…Gerekçeleri, “Osmanlı’nın Libya’yı iyi yönetemediği; Libya’da özgürlük olmadığı”dır!..
Çünkü Trablusgarp henüz Osmanlı’nın elindedir. II. Abdülhamit, donanmayı Haliç’te çürümeye terk ettiği için deniz gücü etkisizdir. Mısır, İngiliz işgalinde olduğundan Libya’ya karayoluyla ordu da gönderilemez...
Dönemin Osmanlı Genelkurmay BaşkanıMahmut Şevket Paşa, çareyi İttihatçı asker ve sivillerin Libya’ya gönüllü olarak gönderilmesinde bulur. Mustafa Kemal, Enver Paşa, Fethi (Okyar), Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, Ali (Çetinkaya) gizlice Trablusgarp’a giderek İtalyan emperyalizmine karşı, bölge halkının direnişini örgütlerler...
Libya’ya “Gazeteci Şerif” adıyla giren Mustafa Kemal, Derne ve Tobruk’ta yönettiği “gerilla savaşlarıyla” İtalyanları etkisiz kılar. 12 Mart 1912’de ise “Bütün Derne Kuvvetleri Komutanlığı”nı üstlenmiştir...
Ne var ki tam da o günün “ertesi”nde Balkandevletleri Osmanlı’ya savaş ilan ederler. Osmanlı da Trablusgarp’ı İtalya’ya bırakır...
Libya bugün yine emperyalizmin elinde... Acaba Arap halkı, dünyanın sözde demokrasi güçleri ve hatta Libya’ya karşı NATO kuvvetleri arasında yer almak için can atan bizimkiler, 100 yıl önce Mustafa Kemal önderliğindeki Türk ruhunu neden anımsamıyorlar?
Oktay Ekinci/Cumhuriyet
Yorum Gönder