Konuğunu anons ederken izleyiciye vaadi “Akıl Tutulması” nı yansıtmaktı.
“Akıl Tutulması”, Kadir Can’ın “12 Eylül darbesinin ayak sesleri”ni bir foto muhabirinin objektifinden anlattığı kitabının adı.
1974 ilkbaharında, “fırtına öncesi”nden karelerle başlıyor:
1 Mayıs pikniği, üniversitelilerin Beyazıt’taki Çınaraltı sohbetleri, Gülhane defileleri, Eyüp Sultan önünde “dua kuyruğu”nda bekleyen kadınlar, Lunapark Gazinosundaki konserler...
Derken 20 Eylül 1975 DİSK Mitingi, 20 Ağustos 1975 Berec Olayları, 30 Eylül 1976 Profilo Olayları, 1 Mayıs 1977; Kazancı Yokuşunu çıkarıyor fotoğraflar karşınıza. Grevler, boykotlar, cinayetler, suikastlar, cenazelerde çekilen karelerin yardımıyla “hissedilir” hale geliyor fırtına.
Ve son kare 1980 sonbaharından:
“Emekliliğini beklerken darbeci olan Kenan Evren”. Hemen öncesinde “Sıkıyönetim” den insan manzaraları...
Kitabın, sayfalarını çevirdikçe kendini belli eden bir özelliği var, “objektifinin objektifliği”ne azami özen göstermiş Can.
Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi’nin cenazesi de var mesela kitabında Ortadoğu Gazetesi yazarı İlhan Darendelioğlu’nun da...
Dikkat kesildim:
Cüneyt Özdemir CNN Türk’te Kadir Can’ı ağırladığı programında, “Akıl Tutulması” nı yansıtmak için hangi fotoğrafları seçecek acaba?
İzmir’deki DİSK mitingine katılan “fraksiyonların” pankartlarıyla donattıkları ve “soldaki bölünme”nin belgesi gibi olan apartmanın resmini gösterdi ilk önce...
Sonra bir başka kare:
Kanlı 1 Mayıs.
Bir kare daha:
Yerlere yazılan “Yolumuz Çayanların yoludur” sloganları.
Böylece ilerleyen dakikalar boyunca “Bizimkisi bir sol hikayesi” çalıyor gibiydi fonda.
“Darbe” bir tek bu cenahtakilerin üzerinden geçmiş gibi... 12 Eylül sanki Türkiye’nin “bir kesimi”nin mağduriyeti, çilesiymiş gibi...
Oysa Özdemir’in görmezden geldiği sayfalar apaçık gösteriyordu gerçeği.
Can’ın 25 Haziran 1980 günü Gaziosmanpaşa’da bir evin salonunda kanlar içinde fotoğrafladığı üç cansız beden, “ülkücü” bir aileden geriye kalanın resmiydi! Dönemin MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok, karısı Fahriye ve kızı Nilgün ile birlikte, kendilerini “ev arayan üniversite öğrencileri” olarak tanıtan kişilerce katledilmişti;
Özdemir’in “dehşet verici” diyerek sıraladığı “örnekler” arasına giremedi!
***
Bir hastalığa tanı koymada semptomlar son derece önemli. “Kronik milliyetçilik alerjisi”nin ilk belirtisi de “körlük” demek ki.
Türkiye en az bir nesil daha sürse de “12 Eylül” kaynaklı “akıl tutulması”nı atlatacak mutlaka da... Ya kuşaktan kuşağa bir “miras” olarak taşınan “vicdan tutulması”?
Cüneyt Özdemir ve benzerleri nasıl kurtaracaklar bu illetten bünyelerini?
Bunun bir ilacı da yok ki!
BASINDAN SEÇMELER
Katılımcı demokrasi
Tabii canım... Basın özgürlüğü ile ilgili yasa yapılırken gazetecilere, gazeteci örgütlerine sormaya ne gerek var?
Gazeteciler ‘Evet’ dese ne olacak, ‘Hayır’ dese ne olacak?
Anayasa yapılırken hayatlarını anayasa hukukuna adayan hocalara sormaya ne gerek var?
Hukukçular ‘Evet’ dese ne olacak, ‘Hayır’dese ne olacak?
(...) Çalışma hayatını düzenlerken, kıdem tazminatını kaldırırken sendikacılara sormaya ne gerek var?
Sendikacılar ‘Evet’ dese ne olacak, ‘Hayır’ dese ne olacak?
(...) Milli eğitim sistemini dokuz yılda dokuz kez baştan aşağıya değiştirirken eğitim uzmanlarına sormaya ne gerek var?
Eğitimciler ‘Evet’ dese ne olacak, ‘Hayır’ dese ne olacak?
***
“Son söz milletvekiline ait değil mi, son söz TBMM’ye ait değil mi?”
Tüm bu insanlar, TBMM’deki milletin vekillerinden daha mı iyi bilecekler bunları?
(...) İşte size “katılımcı” demokrasi...
Alın, ister katıla katıla gülün; isterseniz de katıla katıla ağlayın!
Mustafa Mutlu / Vatan
Aktif yalakalar
Eskiden bunlara ajan provakatör denilirdi, şimdi gazeteci deniyor.
Türkiye’de yeni bir medyacılık anlayışı türüyor. Bu gelişme yalakalığın da ötesine geçiyor. Yalakalar her dönem güçlü olanın yaptıklarının doğruluğunu savunurlar. Pasif konumdadırlar.
Birileri aktif siyaset yapar, onlar sadece yapılanın ne kadar yerinde olduğunu anlatırlar. Bunlara pasif yalaka demek caizdir.
Şimdi ise başka bir tür
türedi:
Aktif yalakalar!
Bunlar doğrudan siyasetin bir parçası olarak hizmet veriyorlar. Örneğin, sadece savcının hazırladığı iddianameyi savunmuyorlar, savcının eline iddianameyi de tutuşturuyorlar! Kendilerine sorarsanız, namuslu bir emekli albay bir gün kapılarını çalıyor ve bir belgeyi/dosyayı onlara emanet ediyor!
Bizim de yutmamızı bekliyorlar! Halbuki esasında ne oluyor? Yalakalara artık aktif rol vermeye karar vermiş efendileri hazırlanmış dosyaları bunların eline tutuşturuyor ve onlar vasıtası ile kamuyu yönlendiriyor.
Eskiden bunlara ajan provakatör denilirdi, şimdi gazeteci deniyor. Dosyaların içinden yalan beyanlar veya dosyaya eklenmiş sahte belgeler çıkınca da “ne yapalım bize böyle geldi!” diyecek kadar da yüzsüzler.
***
Birdenbire biri çıkıyor:
“Atatürk diktatördü”, diyor. Bu cümle doğruluğu kendinden menkul bir cümle.
Ama ardından “Atatürk neden demokrat değildi!” tartışması geldiğinde işte o zaman amaç ortaya çıkıyor!
“Atatürk neden demokrat değildi”, diye bir tartışma açtığınızda bir olguyu hayasızca kendi şart ve koşullarından koparıyorsunuz, tarih çalışma metodolojisini yere çalıyorsunuz ama kafaları da karıştırıyorsunuz!
***
Bu günlerde medyada bir boşanma davası sık sık yer alıyor. Şahnaz Çakıralp adında bir hanımefendi boşanmak istediği kocası hakkında, onu degrade edebilmek için, akıl ve mantığın kabul edemeyeceği iddialarda bulunuyor.Örneğin, evlenmeden önce de beraber yaşadığı eşine “iktidarsız!” diyerek yükleniyor. İnsan da “daha önceleri neredeydiniz!”, demeden edemiyor. Görsel basında da kendisine Atatürk’ü degrade etme görevi verilmiş bir hanımefendi var. Kusura bakılmasın ama bu iki hanımefendinin akıl ve izan seviyesi birbirine çok yakın!
***
İngiltere’de kral öldüğünde:
“Kral öldü,yaşasın yeni kral” , diye bağırırlar. Bizde de son zamanlarda:
“Eski diktatörü öldürelim, yeni diktatörü baş tacı edelim”, diye çığıran aktif yalakalar iş başında!
Dr. Cüneyt Ülsever / Odatv.com
Hadi itiraf et Fehmi Abi
Biz korkuyoruz. Nokta. Hem de çok korkuyoruz. Resmen titriyoruz.
Korkudan çığlık atıyoruz. Korkmamız için “R” harfini görmemiz yetiyor. “T”ye geçemiyoruz bile... Tamam mı Fehmi Abi... Anlaştık mı?
Ama Fehmi Abi... Sen de “Obama gibi geldiler/Bush gibi oldular” dediğin için zılgıtı yediğin gün çok ama çok korkmuştun değil mi?
Hem de hayatın boyunca hiç korkmadığın kadar korkmuştun...
Hadi Fehmi Abi... İtiraf et... Açılırsın... Hadi ama...
Ahmet Hakan / Hürriyet
Özkök’ten başkası başaramazdı
Şu sıralar ülkenin önde giden sorunu nedir?
Yanıtınız; Kürt, Dersim, CHP, Cumhuriyetin temellerine konulan siyasal dinamit, ülkenin bölünmesi olasılığı, 1000 gündür tutuklu milletvekili, işsizlik, enflasyon ise tarihsel yanılgı içindesiniz demektir.
Bakın neden: Çünkü, amiral gemisi namıyla ünlü Hürriyet’in dört kaptanından üçü Enis Berberoğlu, Ahmet Hakan, Sedat Ergin. Dördüncü kaptan Ertuğrul Özkök’e göre Türkiye’nin sorunu sıralayıverdiğimiz sorunlar değil.
Günlerdir ısrarla yazdığına göre:
Ne şu ne bu; sorunumuz frak!
Ülkemizin has sorununun frak ve fraklı gazeteciler olduğunu kanıtlamak istercesine, günlerdir yarım sayfaya yakın yazılar döktürüyor.
(...)
Fakat Özkök’ün hakkını Özkök’e verelim. Gözünü budaktan sakınmayan bir yazar olduğunu kabul edelim. Zira:
Kim ama kim; İngiltere Kraliçesi’nin Bayan Hayrünnisa’nın topuğu 15 santimetre ayakkabısına eleştiren gözlerle bakmasına fena halde içerleyebilir...
Kim ama kim; hatta yandaş yalakalar dışında; Özkök gibi, Hayrünnisa Hanım’ın Londra’da endamına uygun giysileri “harika taşıdığını” özenle vurgulayabilir.
Kim ama kim; Çankaya’nın takdirlerine aday; cesur, açık kalpli yazılarından dolayı kendisine yönelecek olası eleştirilere aldırmadan Kraliçe’yi eleştirebilir.
Özkök’ten başka kim ama kim? Ülke sorunlarını bir yana bırakıp günlerce frakı sorunlaştırabilir?
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet
Abdullah Gül’ün karşısında esas duruşa geçip topuk selam veren Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, acaba Milli Savunma Bakanı tarafından söylenen bu sözlerden kendisi, kurumu ve silah arkadaşları adına incinmiş midir?..
Emin Çölaşan / Sözcü
Cumhuriyet Tanilli’yle vedalaştı
Kalp yetmezliği sonucu hayatını kaybeden Cumhuriyet yazarı ve Anayasa Hukukçusu Prof. Server Tanilli dün Şakirin Camisi’nde kılınan namazın ardından Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi. Tanilli için sabah saatlerinde Cumhuriyet Gazetesi önünde de bir tören düzenlendi. Gazetenin dün yayımlanan sayfalarında da Tanilli için yazılan veda cümleleri ağırlıktaydı:
Prof. Dr. Server Tanilli uzun yıllardır tekerlekli sandalyesinde yaşıyor, kitap üstüne kitap yazıyor, yurdu, dünyayı dolaşıyor, her fırsatta toplantılarda konuşuyor, her zaman sesiyle, kalemiyle Mustafa Kemalciliğin en canlı örneğini veriyordu...
Oktay Akbal
***
Aydınlanmanın ateşiyle aydınlanmış olan bu öncü Hoca tüm yaşamını Aydınlanmaya, demokrasiye, emeğin kutsallığına adamış olarak yaşadı.
Güle güle Hocam!..
Ali Sirmen
***
Tekerlekli sandalyedeki beyin öldü, ama kitaplardaki beyin hâlâ aramızda ve capcanlı!
Emre Kongar
***
Bir tek olması gereken her yerde, durması gereken her duruşta yerini aldığını, soluksuz ürettiğini söyleyebilmek olanaklı.
Şükran Soner
***
Benim gözümde direncin timsali! Her koşul altında direncin! Bu açıdan, insanın en zor koşullara uyum yeteneğinin ender örneklerinden biri!
Orhan Bursalı
Yorum Gönder