Bizim kuşak - Kurtul Altuğ

Cumhuriyet 1923’te kurulduğuna göre o tarihte doğan ve “Altın Kuşak” içinde yer alanlar, yani İttihat ve Terakkiciler, Müdafaa-i Hukukçular, 1876’dan başlayan uzun bir yürüyüşü sürdürenler... Talat ve Enver Paşalar, yani yanında geyiği ve filintasıyla dağlara çıkanlar... Mustafa Kemaller, İsmet İnönüler kısacası bu ülkede bir devrimi başlatanlar, sonradan Cumhuriyet adını koyduğumuz rejimin kahramanlarıdır. Bir de bunlara Bayar’ı eklerseniz, yanına da Menderes’i koyarsanız, 1950’de yapılan seçimlerle devrimi rayına oturtanlar, devrimin birinci kuşağıdır. Ellerinde silahla, kan- gözyaşı pahasına, bazen Lozan’da masa başında, bu Cumhuriyet’i kurdular, kendilerinden sonraki kuşaklara emanet ettiler, bu dünyadan göçüp gittiler. Açın tarih kitaplarını, bu kuşağın aralarında geçen kavgalara bakın; asla vatana ihanet edene, başlamış devrimin önünü kesenlere rastlayamazsınız. Her devrimin bir öndere gereksinimi vardır ve sanki ilahi bir irade onu da bu ulusa armağan etmiştir: Mustafa Kemal Atatürk...

Anlatamadık

Bizim kuşak Cumhuriyet’in ikinci kuşağıdır.

Pazar günü Ulusal Kanal’da “Politikanın Nabzı”nda bir araya gelen siyaset ve devlet adamı Hüsamettin Cindoruk, Prof. Dr. Erdoğan Teziç ve en gencimiz soyadı gibi atak yazar Can Ataklı’yla 4 saate yakın konuştuk. Programın sonuna doğru şu sözleri söylediğimi anımsıyorum: “Yazık, bizim kuşak, Atatürk’ün bize emanet ettiği laik Cumhuriyet’i halkımıza yeterince anlatamamışız. Bu ayıp içimi parçalıyor.”

Laiklik ve Cumhuriyet... Biri olmazsa, diğeri olmayan bu iki kavramı tartışıyoruz ve dünyanın en stratejik bir vatan toprağı üzerinde, halkımızın nasıl yıllarca kandırıldığını önleyecek tedbiri arayıp durmaktayız.

Cumhuriyet’in ilanıyla yaştaş olan Sayın Demirel’in şu sözleri aklıma geldi: “Eğer Cumhuriyet tehlikeye düşerse, onu savunacak olanlar ortaya çıkarlar.”

Hâlâ yoklar. Olan devrimciler, Doğan Avcıoğlular, Uğur Mumcular, Server Tanilliler, Ahmet Taner Kışlalılar yok edildi. Perinçekler, Yalçın Küçükler zindanda.

İsmet Paşa 1955’lerde şöyle diyordu: “Anayasa değişiklikleriyle, memlekette bir rejim değişikliğini akıllarından geçiren ve buna teşebbüs edenlere hatırlatırım ki; bu memlekette sağdan sola yazı yazanlar değil, soldan sağa yazı yazanlar o kadar çokturlar ki, bunu düşünenler ertesi sabah kendilerini hapishane duvarları arkasında bulurlar.”

İsmet Paşa’nın bu demokrasi aşkı, o nedenle gökten adeta zembille indirdiği demokratik parlamenter ve çoğulcu sistem, bakın 2011’de nelerle meşguldür. Atatürkçü ve Kemalistler zindanlarda çile doldurur, gazeteciler, aydınlar, siyaset önderleri ya Silivri’dedir, ya da hâlâ rütbeleriyle Hasdal’da... Ama bakın ne ses vardır, ne bir avuç gözü kara insandan başka onların geleceği için parlamento çatısı altında bir muhalefet partisi! Türkiye iktidar partisi ve muhalefet partileri, iki adam arasındaki siyaset yarışında kimin Çankaya’nın sakini olması gerektiğini konuşmaktadır. Kimse Anayasa’nın koyduğu kuralları hesaba almamakta, kimse kürsüye çıkıp da bu tutku ve inadı dile getirememekte, kimse işçi kuruluşlarından tutun sivil toplum örgütlerine dek, yargı kararlarına karşı türbanı üniversitelere sokan bu zihniyet bulanıklığına direnme hakkından söz bile etmemektedir.

Çünkü onlar, Cumhuriyet’in o heyecanlı havasını bizler gibi onur içinde solumamışlardır. Kur’an kursları alabildiğine yayılmış ve okullara yabancı dil olarak Kürtçe konulurken, kimse korkudan -asker, sivil- susmak yerine konuşmayı aklına bile getirmemiştir. Kimseler ulusal irade diyerek demokrasinin kanatları altında giderek yozlaşması artan bir yönetimi demokrasiye tercih ettiğini haykırmamış, genç çocuklarımız biber gazıyla, aydınlarımız, emekçilerimiz haklarından yoksun tutulmasıyla, Anayasa değişikliklerinin neden ve niçin acele ve hemen yapılmasının istendiğini hâlâ algılayamamıştır. Ya da algılamıştır da dışarıdan gelen baskılara ya da gündelik çıkarlara teslim olunduğunu dile getirememiştir.

Rejim değiştirilmek istenirken, yan gelip yatanlar, arkadaşları demir parmaklıklar arkasındayken viski ve puro tüttürenler, birilerinin bu ülke için savaşım içinde olduklarını hiç ama hiç düşünememiştir.

Tarih bu macerayı ibretle izliyor. Tarih kimin kahraman ve yurttaş, kimin ülkesine ihanet içinde işbirlikçi olduğunu hâlâ anlamamıştır.

Eğer bizim kuşak görevini layıkıyla yapsaydı, halkını aydınlatarak bize emanet edilen nimetlere ihanet içinde olmasaydı, durum böyle mi olurdu? Suçluyuz ve bunun vebali çok ağır olarak bizlere ödetilecektir.

Kurtul Altuğ/AYDINLIK

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget