Televizyonunuz bozuktur. Kucaklarsınız, başlarsınız tamirci aramaya. Köşede bir muslukçu vardır. Sorarsınız ona tamirci nerede diye. Muslukçu size, “ne vardı abi?”, diye sorar.
- Televizyonum bozuk.
- Bırakın bir bakalım.
- Ama siz muslukçusunuz.
- Bizde yok yok, her şeyden anlarız.
Eğer kanıp da televizyonunuzu bırakırsanız, bir daha tamir edilemeyecek şekilde geri alırsınız.
Ne hikmetse herkesin her şeyden anladığı bir ülkede yaşıyoruz. Benim uzman bir balıkçı arkadaşım var. Balık alacağım zaman ona giderim. Bir gün gene balık alıyorum, yanıma bir müşteri yanaştı. “Ben balıktan anlarım”, dedi. Ben de, “yandık”, dedim içimden. Onu alma, bunu al gibilerden başladı beni yönlendirmeye. Benim uzman balıkçı da müşterinin her söylediğini çürütüyor tabii. Adam bozuldu gitti.
Hastalar birbirlerine ilaç verip tedavi ederler. Eski dostum Sümer Tilmaç, bana telefon açıp aldığım tansiyon ilaçlarını sorar. Ben de, “nene lazım senin?”, derim. Yanıtı şöyledir, “abi sen eski tansiyon hastasısın. Şimdilerde benimki de yüksek. Senin haplardan kullanayım diyorum.”
Bir şeyden gerçekten anlayabilmeniz için, onun uzmanı olmanız lazım. Herkesin her şeyden anlaması mümkün değil.
Ben sözü köşe yazarlarımıza getirmek istiyorum. Çoğunun köşesi var diye, her şeyden anladıklarını sanıyorlar. Sinemadan anlayacaksın, tiyatroyu en iyi sen bileceksin, yemek konusunda birinci sınıf gurme olacaksın, müzik konusunda ahkam kesmek senin için vazgeçilmez olacak. Atlardan, kedilerden, köpeklerden de anlayacaksın… Yanmışız valla. Ondan sonra oturup yılın “iyi”sini, “kötü”sünü seçme konusunda karar vereceksin.
lyi de biraz da edebiyattan anlasan. Sanatçılar, yapımcılar da çekindikleri için, bunlara özen göstermek mecburiyetinde kalırlar. Yoksa maazallah oyununuza, filminize, bir kötü diye yazarsa, eserinizin kaderini tayin etmiş olur ki; bir daha bu damgayı silemezsiniz. Aksi olur bir de iyi yazarsa, yaşadınız.
Geçmişte böyle yazarlar tanıdım. Para ve hediye karşılığı yapıtlarınıza iyi yazılar yazarlardı. Bir kere de bu hediyelere alıştılar mı, yanmışsınız. Sanatçılar, sanat yaşamlarında nice eleştirmenlerin, kendilerini eleştirmen sananların kapanmamış yaralarını taşırlar. Ben bunlardan biriyim. Ama her şeye rağmen, sanatın bir okul olduğunu varsayarsak, bilen kişilerin de yapılan işleri yönlendirmesi, sağlıklı bir şekilde eleştirmesi, hem sanatçıyı hem de toplumu geliştirir.
Hugo’yu seyrettim
Hugo, yönetmenliğini Martin Scorsese’nin yaptığı kusursuz bir film. Özellikle gençlerin görmesinde büyük yarar var.
Ben Dedemin însanları’nı da izledim. Çağan, hayranlık duyduğum bir yönetmen. Ona olan hayranlığım, Babam ve Oğlum filmiyle başladı. Ne var ki son filmi Dedemin însanları’nı biraz eleştirmek istiyorum. Bu yetkiyi elli yıllık sanat geçmişimden alıyorum. Kendimi televizyon tamirinden anlayan muslukçu gibi hissetmiyorum.
Adı geçen filmi önce bir izledim, sıkıldığım için yarısında çıktım. Sonra da düşüncemi sorarlar diye, birkaç gün sonra bilet alıp ikinci yarısını da izledim. Filmin dörtte üçü geyik muhabbeti. Daha da önemlisi, oyuncuların hemen hepsi Ege şivesinde başarısız olmuşlar. Konuşmaları ve aksanları birbirini tutmuyor. Ciddi bir kusur bence. Filmde dedenin dükkanına kefen bezi almak için gerçek bir Ege’li kadın giriyor. Bir tek onun şivesi doğru. Bana böyle bir rol teklifi gelse, oturup rolümü o kefen bezi alan kadınla çalışır, şivemi onunkine benzetebilmek için aylarca çalışırdım.
Filmin sonuna doğru ihtilal oluyor. “Kenan Evren îhtilali”. O andan itibaren filme ilgimiz artıyor. Çünkü hepimizin bu konuda kanayan yarası var. Darbeyi yapan konsey yöreye yeni bir belediye başkanı atıyor. Ne var ki, adam hırsız. Darbe yapan askerler hırsızmış gibi algılanıyor. Bu faturanın yalnızca askerlere kesilmesine gönlüm razı gelmiyor. Sivil belediyelerin de çoğu götürür, hem de hamuduyla. Devam ediyorum. Yeni gelen belediye başkanı , dedenin damadını işten kovuyor. Dede nedenini sormak isteyince tersleniyor. Onuru kırılan dede, denize yürüyüp intihar ediyor. Senaryoda çok ciddi çatlamalar ve zorlamalar var. Ne var ki film, seyirci tarafından beğenilerek izleniyor. Gene de görmekte fayda var.
Ali Poyrazoğlu
İstanbul’a 1975 yılında geldim. O yıllarda kurdum tiyatromu da. Kadromu yaparken, oyuncum Alpay îzer’in önerisiyle Oya Başar’ı Ali Poyrazoğlu’nun tiyatrosundan ödünç aldık. Biz Oya ile işi pişirip de birlikte olmaya başladık. Hatta nişanlandık ve evlendik. Artık Oya, Ali’nin tiyatrosuna dönme gereği duymadı. Ali taktı buna kafayı ve bana sürekli düşmanlık etti. Oyuncularımı ayartmaya çalıştı. Elinden geldiğince önümü kesmeye çalıştı. Bu yazdıklarımı sade bana değil fırsat bulduğu bütün tiyatroculara yapar. O nedenle sevilmez camiada.
Tiyatrosunda eşcinselliği destekleyen oyunlar oynadı hep. Oyunlarında oynayan genç delikanlıların anneleri kendisinden şikayetçi oldukları için ortalarda dolanır dururlar. Bir dönem 30 civarında seks filmi çekti. Bu filmler hâlâ ortalarda.
Sonra da yıllarca Devlet Yardımı yapan kurumun üyesiydi. Hep kendine yonttu. Şu anda o kurulda değil ama yandaşları orada. Hâlâ haksız dağılımlar devam ediyor. Yaptıkları ayıp anlaşılmasın diye de dağıtılan paraların miktarlarını gizliyorlar. Bu arada Ali, hiç şüphesiz en yüksek ödeneği alıyor. Ele- başları da tiyatro oyunu yazarı Refik Erduran. Eğer Erduran’ın bir oyununu oynarsanız, en büyük parayı siz alıyorsunuz. Ben objektif olabilmek adına, bu yıl aldığım, en düşük seviyeli tiyatro desteğini de bakanlığa iade edeceğim ve “onurumu kurtarma adına” bundan sonraki yıllarda yapılacak yardımı da reddedeceğim. Poyrazoğlu sağda solda, kendisine pornocu dediğim için beni mahkemeye vereceğini söylüyormuş. Keşke o cesareti gösterse de, elimdeki Poyrazoğlu pornolarını mahkemeye ibraz etsem.
Not: Eski karımın da kendisine “sen onu mahkemeye ver, ben yanındayım” dediğini söylüyor. Bu ucuz işlere çocuklarımın anasını karıştırmasa ne iyi olur.
Tiyatro salonu
Kadıköy’de ismini vermek istemediğim bir lisenin bahçesindeki müstakil bir tiyatro salonunu kiraya verdiklerini duydum. Aylar önce gidip okulun müdürüyle görüştüm. Adamcağız çok heyecanlandı, el sıkıştık, anlaştık. Aradan geçen zaman zarfında müdür bey bana dönmedi, merak ettim, ben döndüm müdüre, ismim sakıncalı olduğu için Milli Eğitim Müdürlüğü’nden talebimin geri döndüğünü öğrendim. Biline…
Levent Kırca/AYDINLIK
Yorum Gönder