Bastır paranı, boşver vatanı - Levent Kırca

Türkiye’nin en çok satan gazetesinin dört yazarı; Ülkenin en gıcık, sevimsiz, antipatik on ismini seçelim demişler. Hem oyalanırız, hem ortalığı karıştırırız, sonra geçer bir köşeye kıs kıs güleriz, diye düşünmüşler.
Yılsonunda on gıcık ismin arasına kim girmek ister ki?
Sonra bu isimlerin gıcık olduğuna bu dört gazeteci nasıl karar verir? Hepi topu dört kişiler.. Bu gıcık yaftasını boyunlarına asan isimler, bir moral çöküntüsünün içine girmezler mi? Bu yafta kolay kolay da silinmez. Sağda solda gezerlerken kendilerini işaret eden parmaklar tarafından, “bunlar yılın gıcığı” diye gösterilmeyecek mi?
“Gıcığa bak, gıcık seçilmiş, bir de utanmadan ortada geziyor.” Zor bir durum. Gel de çık işin içinden.
Kovulan köşe yazarlarını yazsanıza! Köşe yazarlarımız neredeyse tekmelenerek atılıyor işlerinden.
Memleket harap ve bitap düşmüş… Yazsanıza!
Askeri, sivili, aydını hapislerde çürüyor, yazsanıza..!
Van’ da depremzedeler yazlık çadırlarda donuyorlar, yazsanıza..!
650TL maaşla insanlar nasıl yaşıyorlar, yazsanıza!
Programlar, filmler yasaklanırken yandaşlar ödüllendiriliyor, yazsanıza!
Devlet kurumları “özelleştirme” adı altında üç-on paraya yandaşlara peşkeş çekiliyor, yazsanıza!
Elbette onları yazmak “zübük” ister…
Ağalar oturmuşlar, 10 isim seçmişler “gıcık” diye.. Yetmemiş, bir on isim de yedek seçmişler.
Etmiş mi sana “20 gıcık?”
Sonra da yumuşatmak için bazıları kendi isimlerini de yazmış gıcıklar arasına. Yani hesap soran olursa, “Şaka yahu, anlamadınız mı? Öyle olmasaydı biz kendi isimlerimizi de koyar mıydık…?”
Aydın Doğan’ı da yazsaydınız ya gıcıkların arasına. Maça ister değil mi? O şakadan anlamaz. Bu yazıdan sonra belki beni de ilave edersiniz, ya da deftere yazın. Sonradan nasıl olsa sorarsınız hesabını. Siz büyük gazetesiniz.
Bunların seçtikleri gıcıkları ben bir kez daha buradan yazmak istemiyorum. Yalnız bir tanesi hariç…
Gıcıklardan biri de ünlü Türk düşünürü Okan Bayülgen.
Seyirciyi aşağıladığı, konuklarını azarladığı için girmiş listeye. O da şöyle yanıt veriyor  bu komploya;
“Ben o aldığım Altın Kelebek Ödüllerini sizin gerinize sokarım” diyor.
Al bir kaya, nerene dayarsan daya. Onun cevabı da diğerlerinin komplosu kadar ağır. Neredeyse bu sözlerinle adeta kabul ediyorsun gıcıklığı. Ayrıca sana verilmiş o “Altın Kelebek”leri de unutma ki onların kanalında çalışırken aldın. Unutma ki onları da sen almadın, onlar verdiler.
Yani, “kulak asma!”
Cumhurbaşkanı
“Abdullah Gül” diğer adıyla “George Clooney”, kendisine yöneltilen soruları canlı yayında, hükümetin kanalı NTV’de cevapladı. Sorular şu tipti;
-Soru; Öğretmen atamalarında pek çok öğretmen açıkta kaldı, ne düşünüyorsunuz?
Cevap; (ciddi bir şekilde yuvarlak) Milli Eğitim Bakanlığımız bu konuda çalışmalarını sürdürüyor. Yakın bir zaman içinde her şey yoluna girecek.
-Soru; Hapishanelerdeki yurtseverlerin gözaltı sürelerinin uzaması sizi rahatsız etmiyor mu?
Cevap; (en az ilk sorudaki kadar yuvarlak) Ben bunu meclis açılışında yaptığım konuşmada da belirttim. Gözaltı süreci bu kadar uzamamalı. Gereği yapılacaktır.
Gördüğünüz gibi bu sorun da hemen çözülüverdi. Sorular adeta yanıtlanıyormuş gibi sürdü gitti ve sona gelindi. Muhtemelen sayın Gül’ün de haberi olmayan bir soru geldi.
“650 TL asgari ücretle Cumhurbaşkanı kendisi yaşayabilir mi?”
Bu soru George Clooney’nin boğazına takıldı… Kızardı… Morardı… Yutkundu… Kelimeler ağzında dağılıverdi… Öksürdü… Boğazını temizledi… Ne yapsa nafile.
Soru Cumhurbaşkanı’nı fena dağıttı. Doğrusu o da bu soruyu cevaplayamadı. İşin kötüsü program da bu soruyla kapandı.
Şimdi ben soruyorum NTV’ye, yahu siz nasıl bir hükümet kanalısınız? İnsan öz Cumhurbaşkanı’nı böyle ters köşeye yatırır mı? Zaten soruları cımbızlayıp ayıklamışsınız, bu soruyu nasıl atladınız? Hadi atladınız, bu soru son soru olur mu? Cumhurbaşkanı kem küm derken program kapanır mı? Biten canlı yayının arkasından da, Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarını değerlendirip yere göğe koyamadınız adamı.
Yani özrünüz kabahatinizden büyüktü.
Ha aklıma gelmişken  ilave edeyim; Bedelli askerlik sorusunda da cevap hem yetersizdi, hem de kelalakaydı. Yani cevap, sorunun cevabı değildi.
Yani şehit olmak paralılara değil fukaralara kalmıştı, vatanı korumak da öyle.
“Bastır parayı, boş ver vatanı.”
Yorum farkı
Emre Kongar “Hoca” ile Mehmet Barlas “Hoca Efendi”nin görüyoruz ki, programları sonlanmış. Şimdi belli ki Barlas, daha rahat at oynatacak.
Mazide kalan programdan bir enstantane hatırlıyorum. Barlas Kongar’a şöyle diyor;
“Demokrasi demokrasi deyip duruyorsunuz, demokrasi olmasa siz bu programda böyle konuşabilir misiniz?”
“Kongar da diyor ki; “Sizin sayenizde efendim, ben sizin yüzü-suyu hürmetinize buradayım.”
 Ne oldu şimdi?
“Barlas” kaldı. “Kongar” Abbas yolcu.
Müjdat’ın Bursa’daki muhteşem kültür merkezi
Bindik arabamıza, açılışına gittik Müjdat’ın. Herkes oradaydı. Gözlerimize inanamadığımız bir olay gerçekleştirmişti Müjdat. Mutluluktan gözlerimiz yaşardı.
Ayakta durmasını bilen bu örnek kardeşimi tüm kalbimle kutluyorum.
O gece için hazırlanmış programın önünde Uğur Dündar’a bir plaket verildi. Dündar plaketi Bursa Valisi’nin elinden aldı. Vali bir de konuşma yaptı, dedi ki; “Seni hep böyle görmek istiyoruz, gerçeklere her zaman dillendir. Başarıların sonsuza kadar sürsün gitsin.”
Uğur da; “Nerede sürdüreyim başarılarımı? Gerçekleri nerede söyleyeyim, evimde mi? Zira işinden atılmış bir gazeteciyim ben.”
Vali sesini çıkartmadı, usulcacık yerine oturdu.
Uğur, alkışlandı… alkışlandı… alkışlandı…
Salona girerken Emel Sayın’la kol kolaydık. Gazeteciler önümüzü kesti, “bu ne muhabbet” diye sordular. Ben; “Emel Sayın’a aşığım, çocukken de aşıktım, gençken de” dedim.
“Peki neden açıklamadınız kendisine” diye sordu gazeteciler.
Ben de, “Tam açılacaktım, bir aşık daha çıktı ortaya. Adı Kenan Evren’di.
Adam Paşa, yeni darbe yapmış, korktum ve çekildim.

Levent Kırca/AYDINLIK

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget