Piyasalar düzeninden gelen haberler arasından “savaş tamtamları” giderek daha gür duyuluyor... Dünya ekonomik krizinin nitelikleri, boyutları üzerinden yapılan değerlendirmelerde, krizden çıkış senaryolarında bütün kapılar savaşlara, onların deyimleri ile savaş ekonomilerine açılıyor... Değerlendirmelerin bütününden ortaya çıkan, altı çizilmesi gerekli kimi sonuçları özetlersek... Alternatif güçlenen ekonomiler, pasta paylaşım kavgaları dengeler değişiminde henüz ABD’nin üstünlüğü kırılamadığından, ABD eksenli krizden çıkış reçeteleri ağırlık kazanıyor...
Krizden çıkışta yeniden ağırlık kazanan savaş ekonomisinde de eskisi gibi, zengin Kuzey dünyasını içine alacak birinci, ikinci cihan savaşları benzeri savaşlar gündemde görülmüyor. Petrol yatakları kadar önem kazanan, uluslararası geçerli para biriminin dolar kalmasına yönelik en sıcak gündemde Ortadoğu’nun, İslam dünyasının yeniden düzenlenmesi sürecinde ABD’nin 11 Eylül’ü üzerinden doğrudan askeri işgal yönteminin geçerliliği, işlevi çok hızlı rafa kaldırılmış bulunuluyor. Kanlı petrolün önlenemez yükselişinin çok kısa süreçli getirisinin üzerine götürü çok fazla olunca, yoksul Güney dünyasındaki iç savaşlar, ırklar-dinler-mezhepler-aşiretler çatışmaları çok daha elverişli araçlar olarak gündemde duruyorlar...
ABD doğrudan askeri ile savaşın içinde olmayı en az maliyete indirmek gereği karşısında, bölgelerde denetleyebileceği güçler, iktidarlara çok daha fazla gereksinim duyuyor... Ancak ABD penceresinden Arap Baharları, daha dışardan bir değerlendirme ile uyanışında, yandaş diktatörlerini çoğundan vazgeçme zorunluluğu yanında, denetlenecek yeni iktidarlar yaratabilme de zorlaşıyor... BM kararları ile yola çıkma, NATO gücünü kullanma son dönemlerin en geçerli araçları olsa da, Libya türü operasyonlarla sonuç alma sanıldığından çok daha zor görülüyor...
***
Dün son Ortadoğu’ya ilişkin kitabı nedeniyle Türkiye’de bulunan Ortadoğu uzmanı R. Fisk’in söyleşisini dinleyebildinizse, Türkiye için çok önemli kimi satır arası sonuçlar çıkarmış olabilirsiniz. Fisk öncelikle Arap dünyasını sürekli şekillendiren Batı dünyasının, ağırlıklı dayandığı diktatörlüklerin kırılması, Arap halklarının uyanışı karşısında, yeni stratejilerin gündeme girmesinin kaçınılmaz olduğunun altını çiziyor... Libya yönteminin ABD için, Irak-Afganistan işgalleri sonrası geçerli yeni bir yol olduğunu, Kaddafi’nin yargılanmaksızın linç edilmesinin sorumluluğundan da, “halkların ilkelliği” ile sıyrılınmaya çalışılacağını söylüyor. Ancak ABD’nin Suriye ve Esad için aynı projenin uygulanamaz olduğunu görerek, ABD resmi söyleminin Saddam’ı devrimek yerine “kenara çekmek”le sınırlı tutulduğuna işaret ediyor.
Türkiye’nin İslam, Arap dünyası içindeki popülaritesinin özünde, Batı’dan ayrı bağımsız politikalar izleme imajına dayandığına işaret ediyor. ABD’nin, Batı’nın Suriye sorununu Türkiye’ye yıkmaktan çok büyük mutluluk duyacaklarını, bu nedenle de ABD’nin Türkiye’den ne istediği, Türkiye’nin de bu isteklere ne yanıt verdiğinin çok anlamlı olduğuna değiniyor. Esad iktidarının yakın gelecekte gidici olduğu yargılarını paylaşmıyor, Türkiye’nin çok kritik bir dönemeçte olduğuna, askeri güç olarak Suriye’ye kolayca girebilse de çok yanlış, tehlikeli bir yol, seçim olacağını açıkça dillendirmese de, uyarıcı bir söylemle anlatmaya çalışıyor... Osmanlı İmparatorluğu’nun bir biçimde yeniden canlandırılmasının ise, tarihin akışına ters, asla geri dönüşlü yaşanamayacağına işaretle, söz konusu olamayacağını ifade ediyor...
***
Lübnan’da yaşayan, vatandaşı olduğu ülkesinin, İngiltere’nin siyasi iktidarının, çıkarlarda kullanmaya yönelik kendisi ile ilgili Ortadoğu iç çatışmalarında, savaşlarda öldürülmesi haberine sevineceklerini ironik bir dille anlatan yazar, daha ciddi bir saptama olarak Ortadoğu’da farklı dinler, mezhepler, ırklar üzerinden insanlar için en büyük tehdit ve kaygının, daha keskin, kanlı iç çatışmalar olduğunun altını çiziyor. Tam da bu anlamda, altından kolay kolay kalkılamayacak yeni bir dalgada, Suriye’nin çok önemli bir odak olduğuna işaret ediyor. Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da bile çok riskli, tartışmalı gelişmelerin, katlanarak, dinamitlenmesi olasılığına, olgusuna parmak basıyor. Batı dünyası, ABD’nin Suriye’de geri adımlarını, çekinceli duruşlarını bu çerçevede özetliyor. Türkiye’yi en çok bu anlamda uyarmaya çalışıyor...
Bu arada Erdoğan hükümetinin Suriye’ye yönelik, ültimatom içerikli, Esad yönetimine süre veren sert yeni çıkışlarla gerilimi yükseltirken, Batı dünyasını yeterince kararlı olmamakla, beklenen kararları almamakla suçlayan yeni çıkışları dikkat çekiyor... Savaş tamtamları ekonomik krizin kaçınılmaz sonucu olarak giderek daha yüksek sesle çalınıp dururken, Erdoğan iktidarının, sistemin merkez ülkeleri, kirli, kanlı savaşlardan asıl pay alacaklardan daha gözü kara bir görüntü çizmesi ne anlama geliyor?..
Şükran Soner/Cumhuriyet
Yorum Gönder