Güneşli ama insanın içini üşüten bir sabahın ilk saatlerinde haberleri izlerken, yaşamı çoğaltan kelimelerin içinde dolaşmak istiyordum.
Yıllar akıp gidiyordu.
Bir aydınlığın çarpıntısında, bildik mevsimler gelip geçmiş, nice umutlar nedense yok olup gitmişti.
Umutsuz bir umutla ölmek gibi bir şeydi bu aslında...
ABD’nin Irak’tan çekilmesi, işgalci askerlerin aileleriyle buluşması o umudu sevince dönüştürürken, geride ölüm, gözyaşı ve etnik çatışma kalmıştı.
Kuzey Irak’a sığınan Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi, İran’ın Irak’ta denetimi ele geçirmek çabasında olduğunu vurgulayarak şöyle diyordu:
“Büyük abi Türkiye bize sahip çıksın!”
***
TRT’deki söyleşiyi izlerken, ABD’nin Irak’ı işgalini, misket bombalarının Bağdat’ın üzerinde yıldız yağmuruna benzer görüntüsünü keyifle izleyenler aklıma geldi o anda.
Yazılıp çizilenler, ABD’nin demokrasi ve özgürlüklerin savunucusu olduğunu öne sürenler.
Sanki bir savaş filmi izliyorlardı onlar...
Misket bombaları sivil halkı çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden öldürüyordu.
İşte ABD Irak’tan çekildi, amacına ulaşarak...
Sonra ne oldu?
Sünni-Şii çatışması başladı, insanlar birbirini boğazladı.
Şii Başbakan Maliki, Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi’yi korumalarıyla birlikte tutuklama kararı aldı.
Haşimi Süleymaniye dağlarında saklanıyor...
Irak bundan sonra daha da karışacak.
***
Işıltılı bir gün...
Umutla umutsuzluğun doludizgin koştuğu zamanın içinde “Arap Baharı”nı düşünürken Mısır’da yapılan seçimlerin ikinci turunda Müslüman Kardeşler’in yine birinci parti olduğunu öğreniyorum.
Suriye’de yaşananlar, İran’ın bölgede giderek etkinlik kazanması...
İran-Ermenistan ilişkileri.
Türkiye, Suriye’nin üzerine neden balıklama atladı?
Hatay, Gaziantep gibi kentlerimizde iş yaşamı durdu bu nedenle...
Bir yıl önce sınır ticareti artmış, esnafın, sanayicinin, ihracatçının yüzü gülmüştü...
Vahşi kapitalizmin temsilcisi olan emperyalist güçlerin oyununa geldi Türkiye.
Füze kalkanı yüzünden İran’la aramız iyi değil...
Suriye’yi, İsrail’i düşman belledik.
Kaddafi öldürüldü, Libya emperyalist güçlerin kucağına oturdu, köktendinci yapılanma tıpkı Mısır’da olduğu gibi ayağa kalktı.
Tunus’ta da benzeri bir durum yok mu?
***
Umutla umutsuzluğu bir yere bağlamam gerekiyor...
Yaşamın gizemini, tutkuyu, özlemi ve aşkı.
İnsan sevgisini!
Dik durmayı!
Düşüncelerinden ödün vermemeyi!
Türkiye’de medyanın yürekler acısı halini!
Yazıma başladığım saatlerde Odatv davasından tutuklu gazeteci arkadaşlarım Soner Yalçın, Doğan Yurdakul, Nedim Şener, Ahmet Şık ve diğerlerinin davası başlamıştı.
Savcı iddianameyi okuyordu...
***
Onlarca gazetecinin tutuklu olduğu bir ülkede, Ortadoğu’nun “büyük ağabeyi” diye caka satan bir grup, düşünce özgürlüğünü savunup Fransa’ya ders verirken ülkemizde yaşananları görmezden geliyordu.
Bunlar sözüm ona gazeteciydi...
Daha hüküm bile giymeyen meslektaşlarına rahatlıkla “terörist” yaftası yapıştırıyorlardı.
Uğur Mumcu’yu, Musa Anter’i, Hrant Dink’i biz öldürmedik mi düşüncelerinden ötürü? Ölüm listeleri hazırlamadık mı? Susurluk’ta ortaya dökülen devlet içindeki örgütlü silahlı çeteyi savunmadık mı?
***
Işıltılı bir günün öğle saatleri...
İçimizdeki tutarsızlığı görmeden başkalarına ders vermeyi çok seviyoruz.
Kendi kendimizi kandırmayı da!
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Hikmet Çetinkaya/Cumhuriyet
Yorum Gönder