SEVGİLİ okuyucularım, ülkede işler çığırından çıktı. Türkiye’yi kimin yönettiği, gündemi kimlerin belirlediği konusu iyice karıştı.
Bu konuda rivayet muhtelif! İktidara yakın olan bazıları diyor ki “Tayyip’le Fethullah takımı arasında büyük çatışma var. AKP’de Abdullah Gül’e yakın duran Fethullah ekibi, Tayyip’in başını ağrıtmaya başladı. Gücün elinden gittiğini, en kritik yerlere Fethullah ekibinin getirildiğini gören Tayyip, şimdi bunları temizleme çabasına girdi ama geç kaldı. Bu çatışmada Abdullah Gül bile, Tayyip’e karşı tavır koyuyor…Cumhurbaşkanlığı seçimi bu ikilinin arasına kara kedi soktu.”
Türkiye’yi kimin yönettiğini tam olarak bilemiyoruz. Kimin eli kimin cebinde belli değil.
Ancak hep bildiğimiz ve gördüğümüz bir şey var:
Ülke gündemini Silivri mahkemeleri adıyla bilinen Beşiktaş adliyesi belirliyor. Bazen de başka hakim ve savcılar. (Örneğin son olarak Kılıçdaroğlu hakkında fezleke düzenleyen Silivri savcısı!)
Sayılarını bilmiyorum. İstanbul’un bu “özel yetkili” adliyesinde belki 40, belki daha fazla hakim ve savcı var.
Hükümetin istemediği kararlar veren, örneğin bazı sanıkları tahliye eden hakimlerin tümü oradan temizlendi. Ya emekli oldular, ya da AKP’nin HSYK’sı tarafından sürgün edildiler.
Yargılamayı ve özellikle de tutuklamaları, görevde bırakılan hakim ve savcılar yapıyor.
Tutuklanan bir daha bırakılmadığı gibi, önüne gelen herkes tutuklanıp içeri tıkılıyor.
Son birkaç günün bilançosu iki orgenerale tutuklama:
Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ ve 1. Ordu eski komutanı Hurşit Tolon.
***
Ancak madalyonun öbür yüzü de var! Bu olanlar kamuoyunda iyice tepki yaratmaya başladı. Sadece Türk kamuoyu değil, dünya kamuoyu da ciddi tepki veriyor. Bu tepkiler nedeniyle iktidar köşeye sıkışıyor…
Ve bu yargı kararlarına karşı imiş gibi görünmek zorunda kalıyor.
Şimdi buradan yola çıkarak, Tayyip’in İlker Başbuğ konusunda söylediği şu sözleri bir kez daha ve dikkatle okumakta yarar var. Aynen şöyle dedi:
“Başbuğ iki yıl beraber çalıştığımız mesai arkadaşımdır. Burada tutuklama değil de tutuksuz yargılanma yolu bizim hep söylediğimiz gibi, her zamanki arzumuzdur. Ve bunun da süratle neticelenmesi yine şahsımın ve partimin arzusudur.”
Tayyip bu sözleriyle hem toplumu uyutuyor, hem de iyi polis rolüne soyunuyor.
Ama çok daha önemlisi, Türkiye’deki “Bağımsız yargıya (!)” açıkça müdahale edip bir mesaj veriyor:
“Başbuğ’u tutuksuz yargılayın!”
Şimdi ortada iki olasılık var:
1- Tayyip gerek iç ve gerekse dış kamuoyuna karşı zor durumda kaldığı için, bu tutuklamaya karşı çıkmak zorunda kalıyor.
2- Rol yapıp timsah gözyaşı döküyor, toplumu bu yolla kandırmaya kalkışıyor.
Bu konuda verilecek mahkeme kararının hangi doğrultuda olacağını elbette bilemeyiz. Ancak İlker Paşa’nın tahliye talebine mahkeme tarafından olumlu yanıt verilir ve salıverilirse, o takdirde şu söylenti ister istemez ağızlarda sakız olacaktır:
“Tayyip istedi, mahkeme bırakmak zorunda kaldı.”
Keşke bıraksa.
***
Ciddiyetsizliğin, aldatmaca ve yutturmacanın böylesine, bu kadarına Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman tanık olmadık.
Bu şahıs Başbakan. Elinde Meclis var, hükümet ve yargı var. Çankaya onun sözünden dışarı çıkmıyor. Devletin bütün kurumları ve özel sektör öyle.
Şimdi bu şahıs çıkmış ortaya ve şöyle diyor:
“Tutuksuz yargılama arzumuzdur. Bunun süratle neticelenmesi de hem benim, hem partimin arzusudur!”
O halde geriye ne kaldı bayım! Getirirsin Meclis’e bir yasa tasarısı, her zaman olduğu gibi beş dakkada Beşiktaş yöntemiyle kabul ettirirsin, bu yüz kızartıcı olaylara son verdirirsin.
Ama yok, bunu hiçbir zaman yapmıyor. Yapacağı da yok. Belli zamanlarda kamuoyu önüne çıkıp iyi polis rolü oynamakla yetiniyor!..
“Biz haksızlığa, hukuksuzluğa, bu gibi tutuklamalara karşıyız” mesajı veriyor. Ya sonrası?
Beyefendi karşı olduğunu iddia ediyor ama sonrası yok!
***
Bu kez Silivri savcısı, Kemal Kılıçdaroğlu hakkında fezleke hazırladı ve dava açılmasını istedi. Gerekçe:
“Yargıya hakaret ve adil yargıyı etkilemek!”
Kılıçdaroğlu bunun üzerine “Beni de Silivri’ye gönderecekler” diye espri yapınca, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay dün şu sözleri söylemek zorunda kaldı:
“Sınırları belirlemek her zaman kolay olmuyor. Yargı o ifadeleri suçlama ve hakaret olarak algılamış.”
Daha açık Türkçesiyle, şunu demeye getiriyor:
“Biz o savcının kararına da karşıyız ama oldu bir kere!”
Bunu böyle açık söylemesi elbette mümkün olmuyor.
***
Sevgili okuyucularım, gerçekten de acayip günler yaşıyoruz. Yazımın başında söylediğim gibi, Türkiye’nin gündemini iktidar partisi, hükümet, Tayyip falan değil, yargı belirliyor.
Böyle bir şey, göstermelik bile olsa hiçbir demokraside olmaz, olamaz.
Bu iktidarla uzun yıllar birlikte çalışan, en kritik toplantılara giren, terörle mücadele eden, en önemli devlet sırlarını bilen bir eski Genelkurmay Başkanı, “Darbeci- Terörist” damgası vurularak tutuklandı.
Birkaç gün önce burada yazmıştım :
“Eğer Başbuğ darbeci ve terörist ise, o takdirde kendisiyle yıllarca birlikte çalışan, ancak onun darbeci ve terörist olduğunu fark edemeyip devlet sırlarına ortak eden, 700 bin kişilik orduyu ona emanet eden hükümet yetkilileri de bu konuda ağır sorumluluk altındadır…
Başta Tayyip olmak üzere devleti ve Türk ordusunu bir teröriste teslim eden hükümet yetkilileri ve Başbuğ’u o makama imzasıyla getiren Çankaya’daki AKP’li, bu işin baş sorumlularıdır.
Çankaya’daki, bu gibi konularda sorumsuz. Ama Tayyip’in mutlaka yargılanması, gerekirse tutuklanması gerekir.”
İşin mantığı budur.
Emin Çölaşan/SÖZCÜ
Yorum Gönder
OĞLUM BİZE 6 TANE ÇAY VER DURSUN!