“Hayır, bir cemaat ferdi kati surette birey olarak mütalaa edilemez. Evet, belki bir ‘insan teki’dir ama asla ve kata kendi başına hareket eden, kendi kararlarını alabilen, kendi aklıyla düşünebilen biri gibi görülemez. Bireysel davranmaz çünkü, bir tercihten diğerine cemaat halinde intikal eder. Eleştirel akıldan mahrumdur. Ne söylenirse onu tekrarlar, ne verilirse onu hatmeder. Ne dediğini bilmesi gerekmez. Ama ezberi kuvvetlidir gerçekten. Kişiliği bastırılmışsa fesatlığa, fıtratı bozulmuşsa da fitneye aşırı meyyal olur ayrıca.”
Yukarıdaki satırları Başbakan’ın eski basın danışmanı Akif Beki dünkü Radikal’de yazmıştı... Beki; Şükrü Hanioğlu‘nun Pazar günü Sabah gazetesinde yayımlanan, “Sorgulamadan itaat ve liderlik kutsaması muhafazakârlığa mı özgü?’’başlıklı yazısını dayanak almıştı.
Hanioğlu’nun, cemaatçi örgütlenmenin kökenleri üzerine yaptığı analizi okuyunca “ikna” olduğunu belirten Beki şöyle demişti:
“Cemaatçiliğin dinle alakası yokmuş, muhafazakârlıktan kaynaklanmıyormuş.”
Radikal yazarının “ikna olduğu” başka bir mesele de varmış! Ona göre, “Biat kültürünü dindar ve muhafazakâr çevrelere mahsus gören algı baştan aşağı yanlış.”
İnsanlık uzayda yaşam alanları ararken mürit olmayı içine sindirenler, Beki’nin, “Bir cemaat ferdi ‘birey’ midir?” başlıklı yazısına ne yanıt verir bilemem!..
Çünkü birey olabilmek, yaşamın her alanında özgürlüğü esas alması gereken bir akıl ve irade meselesidir!.. Aksine kuryeciliği bile göze alabilen müritlik, kendini bireyliğe taşıyabilir mi?..
Hz. Ömer’in adaleti!..
Neyse, biz en iyisi meslek yaşamında sürekli tarikat-cemaat medyasının içinde barınan Beki’nin önce yanlışlarını sonra da eksik bıraktıklarını tamamlayalım!..
Cemaatleri “içe kapanmacı, dayanışmacı ve otoriter örgütlenmeler” olarak niteleyen Beki, bakınız örnek verirken nasıl hedef saptırmış:
“Kendisini ‘Türk Solu’ olarak tanımlayan yapının da ‘cemaat’ karakteri taşıdığı görülür. Benzer şekilde Kemalist örgütlenmeler de gerçekte hacimli cemaatlerdir.’’
Beki’nin bu çarpıtmasına, tarikat ve cemaat toplumundan aklın ve bilimin önderliğinde, uygar bir ulus yaratan Atatürk’ün sözüyle yanıt vermek yeterlidir:
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
Gelelim Beki’nin ve tabi ki yazılarından esinlendiği Şükrü Hanioğlu’nun eksik bıraktıklarına:
Hadi, tarikatçılığın Doğu kentlerindeki kanlı kalkışmalarını ve Menemen’de Kubilay’ı şehit etmelerini bağnaz örgütlenmeler sayalım...
Yalnızca inançlarını yaşama uğruna; kimi İslam bilginlerinin siyaset ve ticaretten men edilmiş felsefesini benimseyenleri de ayrı tutuyorum...
Ancak tarikat ve cemaat yapılanmaları özellikle 1946’dan itibaren siyaset ve rant ilişkisinin organizasyonları haline gelmedi mi?..
Kısacası, tarikat ve cemaatlere biat edenlerin çok büyük bölümü aslında bir ekonomik çarkın misvaklı dişlilerinden başka bir şey değil...
Şeyh-mürit- rant ilişkisinin sosyo- ekonomik çözümü de özetle şudur:
Ne kadar sömürü o kadar biat, ne kadar biat o kadar mürit ve ne kadar mürit o kadar rant!..
Aksini iddia edenler şu soruya yanıt vermelidir:
İnanç ve ibadet yolunda yürümesi gerekirken en az 10 milyar dolarlık ekonomik güce ulaşanlar; kendi medyalarını, sermayelerini, holdinglerini ve bankalarını niçin kurdular?..
Müritliğe teslim olanlar işte bu tarikat- siyaset- ticaret zincirinin halkalarını çoğaltmakla mükellefler!..
Ya birey olanlar?.. Onlara Hz. Ömer’in adaleti yeter de artar!..
Bomba ve konserve!..
Güneydoğu çelişkilerin cirit attığı bir coğrafya!.. Yaşamın içindeki her çelişkinin derin bir paradoksa da dönüştüğü o bölgede gün geçmiyor ki, şaşırtıcı ve de kışkırtıcı bir olay yaşanmasın...
Geçtiğimiz günlerde bu köşede BDP‘li bir kadın belediye başkanının, bir dönem Hizbullah örgütünün “kurtarılmış bölgesi”ne dönüştürülen Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde, sosyal yaşamı dönüştürmeye çalıştığını anlatmıştım...
Bir dönem şiddetin kol gezdiği o ilçede kadın sığınma evinin hizmete girdiğini, bale, heykel ve tiyatro kursları açılacağını da yazmıştım...
BDP; PKK’nın legal bir uzantısı... Peki ikisinin arasındaki fark nedir?.. Sorunun yanıtına gelmeden önce örgütün ajansı ANF’de, 5 ay arayla yayımlanan iki haberi dikkatinize sunuyorum:
“ÇATOM’a ses bombası atıldı: Kendilerine ‘Mahsum Korkmaz Öz Savunma Birliği’ adı veren bir grup; PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi protesto etmek amacıyla, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki Çok Amaçlı Toplum Merkezi’ne (ÇATOM) 2 tane parça tesirli ses bombası ve molotof kokteyli attı. Binada yangın çıktı.” (12 Eylül 2011)
“Ateşe verilen ÇATOM kapatıldı: Sur ilçesinde bir süre önce yakılan ÇATOM merkezinin kapılarına kilit vuruldu.” (16 Ocak 2012)
Peki, Öcalan’a destek uğruna yapılan bu kundaklama eylemi aslında neyi hedef almıştı?..
Legal, illegal!..
“Apocular” hareketinin 27 Kasım 1978’den itibaren PKK adlı terör örgütüne dönüştürülmesinin dayanaklarından biri de, Güneydoğu’nun geri bırakıldığı iddiasıdır!..
Peki, ÇATOM’ların görevi nedir?.. Yanıtı oldukça insancıl: “Geri kalmış bölgelerde özellikle kadınların ve çocukların sosyal yaşama katılımının sağlanması, okuma yazma, biçki-dikiş, ev ekonomisi, çocuk sağlığı, kişisel bakım“ vs. konularda eğitilmesi...
Güneydoğu’daki bu merkezlerde son 15 yılda en az 300 bin kadın, sabun kullanımından, çocuk bakımına kadar bir dizi alanda eğitimden geçirildi...
Şimdi sormak gerekiyor; Güneydoğu kadınını sosyal yaşama katmaya çalışan bir kurum niçin yerle bir edilir?..için kundaklar?..
Bağlar Belediyesi, heykel yapmayı öğretirken PKK’lı gençler konserve eğitimi de verilen ÇATOM’u niçin bombalar?..
Soruların yanıtı karanlık bir kuyuya dönüştürülen Güneydoğu’nun çelişkiler yumağında gizlidir!..
Ancak “Güneydoğu ne zaman düzelir” sorusunun tek bir yanıtı vardır:
Terörist kılığında dolaşanlar; anneleri ve bacılarının eğitildiği merkezleri bombalamadığı zaman!..
Mehmet Faraç/AYDINLIK
Yorum Gönder