Silivri davalarında dikkat çekici savunmalar yapılıyor, mahkeme heyeti ile sanıklar arasında ilginç diyaloglar yaşanıyor…
Medyada bunların bir bölümü manşetlere yansıyor, bir bölümü küçük yer alıyor, bir bölümü hiç görülmüyor…
Ama davalar, duruşmalar, hukuk tartışmaları, tutukluluk halleri, kişisel trajediler sürüyor!
***
Tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un mahkemede “Ben Genelkurmay Başkanı olarak TSK’nin komutanıyım ki bu TSK, dünyanın sayılı en güçlü ordularından biridir. Böyle bir orduya komuta eden birisinin, silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanmasına gerçekten trajikomik diyebiliriz” dediği savunması medyada yeterince yer buldu…
Ama medyaya yeterince yansımayan başka savunmalar da var…
Ruşen Çakır cuma günü Vatan’da çıkan yazısında, duruşmalardaki izlenimlerini şöyle anlatmıştı:
“Odatv Davası’nı herhalde en iyi özetleyecek sözü dün Nedim Şener, dinleyiciler arasında gördüğü Uğur Dündar’a hitaben söyledi: “Tiyatroya hoşgeldiniz!”…
Baştan alalım: Kamuoyunun bu davada belki de en az tanıdığı iki ismin, bir genç akademisyen ile bir akademisyen adayının, Coşkun Musluk ile Sait Çakır’ın savunmalarını dinledik. Kendilerinin de yer yer esprili bir şekilde vurguladıkları gibi, ikisinin de en büyük kabahatleri Prof. Yalçın Küçük ile ‘hoca-talebe’ ilişkisi içinde olmaları….
Ahmet (Şık) tam da kendisinden bekleneni yaptı: Yer yer duygu yüklü, kendi durumunu ikinci plana iten, basın ve ifade özgürlüğünü, demokrasiyi önceleyen siyasi bir savunma yaptı. Diğer bir deyişle, tarihte nice örneğini gördüğümüz gibi yargılanan değil yargılayan kişi oldu.
Hanefi Avcı’nın savunmasıysa daha çok teknikti. Yaptığını, Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabını, kendi başına, kimsenin telkini ve müdahalesi olmadan yazmış olduğunu kanıtlamaya çalışmak olarak özetleyebiliriz…
Nedim’in (Şener) konuşmasının başında KCK tutukluları Ragıp Zarakol ve Büşra Ersanlı ile Hopa Davası’ndan tutuklu gençlere selam yollaması son derece çarpıcıydı…
Nedim’in artık yok olmaya yüz tutan mesleğini, gazeteciliği savun-masındaki kararlılık, onun olduğu kadar biz izleyenlerin de gözlerinin dolmasına neden oldu. Ama ne onun, ne Ahmet’in, ne Hanefi Avcı’nın, Coşkun Musluk ve Sait Çakır’ın, ne de onlardan önce savunmalarını yapan sanıkların, zaten ayakları üzerinde duramayan iddianameyi iyice çökertmiş olmaları, en azından şimdilik, bir şey değiştirmedi; mahkeme tahliye taleplerinin tümünü reddetti.”
Silivri’de daha önce başka savunmalar da yapılmıştı…
Örneğin Doğan Yurdakul, derin kültürel birikimiyle hem esprili hem de hukuken etkili bir savunma yapmış.
Brüksel’de resmi çevirmenken yaşadığı bir “Soğanın cücüğü” davasına atıfta bulunarak “Brüksel’deki yargıç Odatv davasını izleseydi ‘Mösyö, sizin ülkenizde terör örgütü böyle mi oluyor? Yani yazıyla, kitapla mı adam öldürülüyor?’ diye sorardı” demesi ve “Bizim davamızla ilgili yabancı basında çıkan haber ve yorumları takip etmeye çalışıyorum. Bu davadaki suçlamaların dışarıdan görünüşü aynen ‘soğanın cücüğüyle adam öldürmeye’ benzemektedir” saptaması ilginç.
Barış Pehlivan da savunmasında kendi gazetecilik anlayışını anlatmış ve “Biz asla ellerine bavul tutuşturulan muhabirlerden olmadık. Biat kültüründen gelmiyoruz. Ellerine verilen polis bültenleriyle yazıcılık yapan yeni dönem gazeteciler gibi değiliz” demiş.
Barış Terkoğlu ise “Ben savcılığın tarif ettiği biçimde Ergenekon diye bir örgütün var olduğuna inanmıyorum. Balyoz ya da İrticayla Mücadele Eylem Planı bana inandırıcı gelmiyor. Buna ilişkin şüphelerimi delillendirerek açık ve net bir şekilde yazıyorum. Bu tür belgelerin tıpkı Odatv davasında olduğu gibi tasfiye amacıyla üretildiğini düşünüyorum. Buna inanıyorum. Tekrar söylüyorum, açıkça da yazıyorum” diye konuşmuş.
***
Türkiye tarihi günler yaşıyor…
Silivri’de, Türkiye’nin ve dünyanın hukuk tarihine geçecek davalar görülüyor…
Biz de Çinlilerin ünlü bedduasındaki gibi “İlginç ve hızlı değişim günlerine” tanık oluyoruz!
Emre Kongar/Cumhuriyet
Yorum Gönder