18 yaşındayım.
Yeni Asır.
İşe başladığım gün.
Gece çalışıyorum.
Sabaha karşı iki filan…
Kapıdan aradılar.
- Baba geldi.
Koştum telaşla, indim.
Hayırdır?
Hafif çakırkeyif.
Elinde bi kalem.
Bildiğin kurşunkalem.
Bak, dedi…
Kutsaldır bu.
Yazacaksan…
Adam gibi yaz.
Taşıyamayacaksan…
Yol yakınken bırak.
¡
Hepsi bu.
¡
Ömrünü gazete bobinleri arasında tükettiği halde, bir daha asla çalıştığım yerlere uğramadı… Sadece atıldığımda, istifa ettiğimde, yargılandığımda telefonla arardı, sakın ola derdi, hepi topu bi lokma ekmek, bi avuç toprak, geri durma.
¡
Anadolu insanıydı çünkü.
Kriteri testi…
Çamurla boğuşmaktan korkma.
Yıkarsın elini gider.
Toprağından testi yapılmayana dikkat et.
İnsan mıdır… Hamurunu yokla.
¡
Hiç “keşke” demedim…
Sayesinde, nasihatla.
¡
Zor anımızda ailemizi yalnız bırakmayan, eşe dosta, okura yürekten teşekkür ederim. Ve, müsterih olun.
İnanırız biz… Doğarsın. Ölürsün.
Vardığı yerden eminiz. Üzüntü değildir.
¡
“Pişmanlık”tır…
Şu an hissettiğim en yoğun duygu.
¡
İşe güce koşuştururken, bir saniye daha onunla beraber olamadığım için, bir kadeh daha parlatamadığımız için… Ha bugün ha yarın derken, bir kez olsun daha sarılmayı ötelediğim için.
¡
Hayat denilen…
Hiçbir yere giden oyuncak trenin, bizsiz de dönebileceğini unuttuğum için.
¡
Değerli gençler.
Telafisi imkânsız çaresizliğin sahibidir bu satırların yazarı… Canını ver, o bir saniyeyi geri alamıyorsun. Baba rahmetliyse, ana vardır, akraba, komşu, arkadaş, illa ki yaslanabileceğin bi omuz vardır.
Kapat gazeteyi…
Hemen şimdi.
Git, o saniyeyi al kardeşim.
Yılmaz Özdil/Hürriyet
Yorum Gönder