Bir Hasdal Mektubu - Emin Çölaşan

Sevgili okuyucularım, Balyoz davasından Hasdal askeri cezaevinde yatmakta olan ve
Silivri mahkemesinde yargılanan kurmay albay Mustafa Önsel’den aldığım mektubu sizlere –
biraz kısaltarak- özetliyorum.
Bu mektuplara bu köşede bazen yer veriyorum çünkü gerek Ergenekon ve gerekse
Balyoz ve bağlantılı davalarda tutuklu yargılanan sanıkların masum olduğuna inanıyorum.
Hemen hepsi orada boşuna yatıyor.
Duruşmaların ne zaman biteceği belli değil. Duruşmalarda avukatlara bile yeterince
söz hakkı verilmiyor, savunmalar düzgün yapılamıyor. Tutuklu sanıkların lehine olan tüm
deliller özenle gizleniyor, gündeme getirilmiyor.
İşte kurmay albay Mustafa Önsel’in yazdığı ve elime dün geçen mektup:
“Sayın Çölaşan, ben Mustafa Önsel. Sanıyorum beni hatırladınız. (Kendisiyle bir
kez tanışmıştık, bu cümleyi o nedenle yazıyor. Elbette hatırladım.) En içten selam ve saygı
sunuyorum.
Bu mektubu yazmaktaki amacım şu anda devam eden siyasi davalara bir kez
daha dikkatinizi çekmek, fikir namusuna ve vatanseverliğine, sayısı giderek tükenen
gerçek gazetecilerden biri olduğunuza inandığım içindir. Ülkemizin durumunun bizim
penceremizden nasıl göründüğünü sizinle paylaşmaktır.
Her geçen gün batağa çekilen ülkemizde bizler cezaevindeyken, ülkemiz de
giderek cezaevine dönüşüyor. Bu gidişle, çıkınca da özgürlüğün bir kıymeti olmayacak.
Hukuk giderek, daha koyu rengi ile dikta rejiminin kılıfı haline getiriliyor.
Hitler Almanyasında ‘Önce karşı komşumu götürdüler, Yahudi diye ses
çıkarmadım’ diye başlayan, en sonunda kendi kapısına götürmeye geldiklerinde ‘Artık
benim için bağıracak kimse kalmamıştı’ diyen papazın hikayesi ne kadar öğreticidir.
Sıra başkalarına da gelmeden bu gidişe ‘Dur’ denmeli, mücadele edilmeli, onurlu
bir direnç gösterilmeli diyorum. Tıpkı sizin yaptığınız gibi.
Cesaret, cezaevinde bile insanı özgür kılar. Ama korkaklık, cezaevini insanın
ruhunda devamlı yaşatır.
Ne yazık ki toplumumuz bir kesimiyle sindirilmiş, bir kesimiyle uyutulmuş
durumdadır. Bu tepkisizlik daha ne kadar sürecek, bilemiyorum.
Şu anda yürütülen siyasi davalar emperyalizmin güdümünde, demokrasi kılıflı,
dikta rejimine koşar adım gidilen bir dönemde toplumu oyalama ve uyutma
amaçlı ‘Cambaza bak’ projeleridir.
Toplum bu davalarla oyalanırken enflasyon, bütçe açığı, borsanın yüzde 80’inin
yabancıların eline geçmiş olması hiç önemli değildir!
Çocuk pornosunda, gazeteci tutuklamalarında dünyada birinci sıraya çıkmışız,
Türkiye’de füze kalkanı kurulacakmış, kime ne!
Varsa yoksa Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy…
Bu davaların kocaman bir yalandan ibaret olduğunu biliyorsunuz. Bin tavşandan
bir at, bin yalandan bir doğru olmaz sözünün özeti budur.
28 Şubat’ın en fazla mağduriyet yaşamış partisinin (Refah Partisi)
yöneticilerinden Oğuzhan Asiltürk geçenlerde şöyle dedi:
‘Ergenekon, Balyoz gibi davalar, ordu içerisinde ama sol, ama milliyetçi veya
mukaddesatçı olsun, özellikle ABD karşıtı subayların tasfiyesi için açılmıştır.’
Bu yaklaşım hemen hemen olayın özetidir. Başka söze gerek yoktur.
Bu davalarda yargılananların durumu, (gazeteciler) Nedim Şener ve Ahmet
Şık’tan farklı değildir. Sizi tenzih ederim ama keşke bazı gazeteciler onlar içeri
alınmadan önce, öteki davalarda da kararlı bir duruş sergileyebilseydi.
İnanın bu mahkemelerde komedi, trajedi, her şey var. Sadece vefa yok!
Mektubuma burada son veriyorum. Ayrıca size 6 ekim 2011 günü mahkemede

yapmış olduğum savunmamı, yani suçlamalarımı takdim ediyorum. Okursanız çok
mutlu olurum.
Hasdal cezaevinden gönül dolusu selam ve saygı sunuyorum. Yazımın çirkinliği
için kusura bakmayın, şartlar gereği.)
X
X
X
Kurmay albay Mustafa Önsel, mektubunun ekinde mahkemeye sunduğu yazılı
savunmasını göndermiş ama bu çok uzun belgeyi burada yayınlamak ne yazık ki –yer
açısından- mümkün değil.
Savunmayı okuyunca, tutuklu sanıkların nasıl düzmece belgelere dayanarak
yargılandığını görüyorsunuz. Savunma şöyle başlıyor:
“Öncelikle ifade edeyim ki, ben suçlu değilim. Hakkımda tek kanıt olarak
gösterilen CD’nin sahteliği yeterince ortaya konmuştur. Tarafıma yapılan suçlamayı
şiddetle reddediyorum. Bu anlamda savunma yapmamı gerektirecek hiçbir şey yok.
Burada ne söylersek söyleyelim, yaptığımız karanlığa atılan bir çığlıktır.
Biliyorum ki bu çığlığı kimse duymayacak. Kimse duymasa, basın sussa, yetkililer el
ovuştursa, millet kayıtsız kalsa, yargıçlar sadece baksa da, ben haklılığımı haykırmaya
devam edeceğim. Şu an yalnız bırakılmanın hem incitici vefasızlığını, hem de onun
kahredici güçlüğünü yaşıyorum…
20 ocak 2010’dan bugüne kadar bir kısım basın organları tarafından aşağılandık,
linçe tabi tutulduk. Bunun başlangıç noktasını ‘Camileri bombalayacaklardı’ haberi
oluşturdu…Tamamı yalandır, böyle bir plan olmadığı mahkemenizde kanıtlanmıştır…”
X
X
X
(Burada bir parantez açıyorum. Camileri bombalayacaklardı, kendi jetlerimizi
düşüreceklerdi gibi palavraların perde arkasını belgelerle öğrenmek için, burada size emekli
orgeneral Çetin Doğan’ın kitabını okumanızı bir kez daha öneriyorum:
“İddianamem. Balyoz ve Gerçekler.” Destek Yayınevi.
Balyoz davasının bir numaralı sanığı olan 1. Ordu eski komutanı Çetin Paşa,
cezaevinde yazdığı kitapta suçlamalara tek tek yanıt veriyor, haklarındaki iddiaları belgelerle
çürütüyor, hangi düzmece iddialarla yargılanmakta olduklarını yine tek tek açıklıyor.)
X
X
X
Sevgili okuyucularım, Ergenekon davasında öyle sanıklar var ki, dört yılı aşkın bir
süredir tutuklu. Bazılarını tanıyorum. Sizler de bu davaları az veya çok, medyadan
izliyorsunuz. Bugüne kadar ‘Silahlı Ergenekon terör örgütü’ ortaya çıkarıldı mı? Bu
konuda en küçük bir habere, belgeye tanık oldunuz mu?
Olmadınız çünkü böyle bir örgüt yok.
Balyoz davasında komutanların darbe (!) yapacağına ilişkin bir tek sağlam belge
ortaya çıktı mı? Darbe masalı kanıtlandı mı?
Hayır çünkü böyle bir şey yok.
Bu davalarda tahliye kararı veren hakimlerin tamamı görevden alındı, sürgün edildi.
Yargıya güven kayboldu. Yargı, iktidarın yargısına dönüştü.
Ama sonuç ne oldu, AKP iktidarına karşı çıkan aydınlar ve Tayyipgillere açıktan
yandaş olmayan komutanlar belli bir plan doğrultusunda tek tek tutuklandı ve tasfiye edildi.
Ordunun komuta kademesine Tayyip’in istedikleri getirildi.
Türk ordusu, Tayyip’in istemleri doğrultusunda hadım edildi.
Yazıya kurmay albay Mustafa Önsel’le başlamıştım, yine onun sözleriyle bitireyim.
Savunmasın belli bölümlerinde şöyle diyor:
“Türk ordusu midesinin değil, yüreğinin üzerinde yürür. Ne zaman midesinin
üzerinde yürümeye kalksa tökezlemiştir.
Neden bizi yüreğimizden vurdular? Sebebi çok açık. Bizi, yani TSK’yı
yürüyemez, yani savaşamaz duruma getirmek için.

Ben burada kendimi tutuklu veya tutsak olarak görmüyorum. Biz olsa olsa
rehiniz. Bu süreç genel affa kadar sürecek. Bunu şiddetle reddediyorum, yargılanmak
ve aklanmak istiyorum.”
Kendilerini ihbar eden silah arkadaşlarına da savunmasında değiniyor:
“Ağacın kurdu içinde olur derler. Üniforma giyip bazı değerler üzerine silahın ve
bayrağın şahitliğinde yemin etmiş olan silah arkadaşı görünümlü alçakları suçluyorum.
İhanet odaklarıyla işbirliği yaptılar, hürriyetimizin gasp edilmesine sebep oldular.
Onları lanetliyorum. Bu ihanetleri unutulmayacak. Gelecekleri için geçmişlerini satan
bu çakalları suçluyorum. En büyük kinimiz onlaradır.”
Önsel’in bazı komutanlar için yazdıklarına da burada yer vermek isterdim ama yer
kalmadı! Beni anlayın!

Emin Çölaşan/SÖZCÜ

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget