Eylül sonunda elektriğe yüzde 10, doğalgaza yüzde 15 dolayında yapılan zamları, ekim içinde sigara-içkiye bindirilen ÖTV artışları izledi. ÖTV artışları, anında fiyatlara bindirildi. Dolar kuru zaman zaman 1.90 TL’yi zorladı. Yükselmiş dolar kuru ile yapılan ithalat, bir maliyet enflasyonu olarak genel fiyat düzeyini yükseltti. Öte yandan, Antalya’da ekim ayında yaşanan sel felaketinin seralarda yaptığı tahribat sebze-meyve fiyatlarının artışına yol açtı. Bütün bu etkenlerin toplamıyla, ekim tüketici enflasyonu yüzde 2.5-3’ü bulmuş olabilir.
Özellikle tırmanan dolar kuru, Merkez Bankası’nı enflasyon ile ilgili telaşlandırdı. Sonuçta, örtülü bir biçimde faiz arttırımına gidildi ve dolar kurunun tırmanışı, arttırılan faizlerle frenlendi ve şimdilik dolar kuru 1.75 TL basamağına indirilmiş gibi. Merkez Bankası, 2011 sonunda enflasyonun iki haneli olmayacağını söyleyebildi ama yüzde 9’a yaklaşmaktan kurtulamayacağını da utangaç biçimde kabul etti. Böylece 2011 için hedeflenmiş yüzde 5.5’lik tüketici enflasyonunun, yüzde 9-10 dolayında gerçekleşmesine kimsenin itiraz etmesinin imkânı kalmadı.
Enflasyon yüzde 10 dolayında artıyorsa, ücretlerin, maaşların alım gücünü korumak için aynı oranda artması gerekmez miydi?
Asgari ücret, 1 Ocak- 30 Haziran 2011 dönemi için yüzde 4.7 oranında artırılarak brüt 760.5 TL’den 796.5 TL’ye, 1 Temmuz-31 Aralık 2011 dönemi için ise yüzde 5.1 oranında arttırılarak brüt 837 TL’ye yükseltilmişti. Böylece ortalama aylık net asgari ücret nominal olarak yüzde 9.5 oranında arttırılmıştı. Yıl sonunda enflasyonun bu oranın üstünde gerçekleşmesi, reel olarak asgari ücretlinin kayba uğraması anlamına gelir.
***
Asgari ücretin oransal artışlarında ne kadar insaflı davranıldığı çok tartışmalı ama bizatihi asgari ücretin düzeyi, vicdani bir tartışmayı açmaya yeterli. Yaklaşık 14 milyon ücretlinin bulunduğu ülkemizde asgari ücret, ahlaki boyutu olan bir gösterge. Bu 14 milyon ücretlinin yaklaşık yüzde 30’unu oluşturan 4-4.5 milyonu, zaten “kayıtsız” olarak, yani asgari ücret hakkını bile kullanamadan çalıştırılıyor. Asgari ücretle çalıştırıldığı varsayılan ücretlinin ise şu gün eline geçen net para 660 TL dolayında. Buna karşılık bu asgari ücretliden devletin vergi ve sigorta primi olarak kestikleri 358 TL. Yani asgari ücretlinin cebine iki giriyorsa, bir de devletin kasasına kesiliyor. Bir asgari ücretliden her ay 47 TL gelir vergisi alındığı gibi, kendisi ve ailesi için harcadığı 660 TL’nin de bir kısmı KDV, ÖTV adı altındaki dolaylı vergiler ile devlet kasasına gidiyor. Sonuçta işçinin ve işverenin elinden, özü, karşılığı ödenmemiş emek olan ve son tahlilde hepsi işçinin yarattığı artıktan oluşan devlete kesintiler, net asgari ücretin yüzde 55’ine ulaşıyor!..
Böylesine insafsız ve vicdansız bir asgari ücret rejimi üstüne, 2012’de AKP iktidarı yüzde 3 + yüzde 3 artış öngörüyor. Bu da AKP iktidarının emek karşıtı yüzünü bir kez daha sergilemeye yetiyor.
AKP iktidarının emekli aylıklarını ise önceki altı aylık enflasyon tahminine göre ocak ve temmuz aylarında sırasıyla yüzde 4.2 ve yüzde 2.8 oranında arttırması öngörülmüş... Enflasyon tahminlerinin ne kadar tuttuğunu gördük!.. Varın, emeklilerin halini siz düşünün.
Memur maaşları için ise güya, kamu emekçileri sendikaları ile toplusözleşme masasında görüşmeler yapıldıktan sonra karara varılacak… Ama bunun ne kadar samimiyetsiz bir yaklaşım olduğu tecrübeden sabittir. Grev hakkı olmayan sözde bir toplu pazarlıktan bugüne kadar ne çıktı ki, bundan sonra çıksın…
Bir başka absürtlük asgari maaş ile asgari ücret diye tanımlanan gelirler arasında. Maliye Bakanlığı verilerine göre, sayıları 2.1 milyonu bulan memurlarda asgari maaş 1.448 TL ve ortalama maaş da 1.709 TL . En düşük memur maaşı ile asgari ücret arasında 100’e 45 gibi bir fark var.
Bu da ücret-maaş siyasetindeki vicdani duyarsızlığın ve tutarsızlığın bir başka tezahürü… Aynı devlet, asgari ücreti 45 olarak tayin ederken asgari maaşı niye 100 olarak tayin ediyor? İzaha muhtaç değil mi?
Mustafa Sönmez/Cumhuriyet
Yorum Gönder