1.Abdülmecid’in TBMM tarafından 150. ölüm yıldönümünü anma olayı eleştiri konusu olması ve böylece yaratılan gündem nedeni ile o devre ait bazı ilginç bulduğumuz olayları, bu üçüncü bölümümüzle aktarmaya devam ediyoruz.
ABDÜLMECİD’İN MARMARAY PROJESİ
Osmanlı İmparatorluğu`nun son dönemine damgasını vuran padişah Abdülmecid`in İstanbul Boğazı`na tüp geçit yaptırma projesinin olduğu ortaya çıktı.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki Marmaray Arkeolojik Kazı Sergisi`nde sergilenen 1860 yılına ait tüp geçit projesi, İstanbul Boğazı`nı deniz altından geçme fikrinin 150 yıl önce düşünüldüğünü ortaya koydu. Sultan Abdülmecid`in hayali olan tüp geçit projesi, bugün adım adım gerçek oluyor.
Bu projeye göre,16 ayak üzerinde duran yatay bir platform üstüne, içine tren girebilecek boyutta çelik borulardan oluşan bir tünel planlanıyordu. Tünelin içinde yer alması planlanan üç araçtan biri çekici lokomotif, diğer ikisi de yolcu taşıma vagonu görevi görecekti. Tünel-i Bahri ismi verilen proje hayata geçirilemeyince Osmanlı arşivlerinin tozlu raflarında yerini aldı.
Osmanlı döneminde hızla büyüyen İstanbul`da özellikle şehrin her iki yakasını birleştirme düşüncesi, 19. yüzyılın başından itibaren sarayın birinci vazifesi haline geldi. İlk olarak 1860 yılında dönemin sultanı Abdülmecid, Fransız mühendis S.Preault`a bir proje yaptırdı. Bu projeye göre tıpkı bugünkü gibi bir tüp geçit Boğaz`ın altına döşenecek, tüp Boğaz`ın altında ayaklar üstüne oturtulacaktı. Tren Sirkeci`den girecek, Boğaz`ın altından Üsküdar`dan karaya çıkacaktı.
Kâğıt üzerinde matematiksel verileriyle birlikte çizimi de yapılan proje, günün şartlarında hayata geçirilemedi. Proje, bilindiği kadarıyla ekonomik nedenlerin yanı sıra güvenlik nedeniyle askıya alındı. Projenin bir benzeri 1902 yılında Amerikalı Mühendis Frederik E. Storm ile arkadaşları Frank Lindman ve Hilliker tarafından Sultan 2. Abdülhamid`e teklif edildi, ancak yine hayalde kaldı.
150 yıl sonra Ulaştırma Bakanlığı benzer bir projeyi yeni hayata geçiriyor. Boğaz`da tüp döşeme işlemi bitme aşamasına gelen projede, Yenikapı, Sirkeci ve Üsküdar`daki arkeolojik kazı çalışmalarının bitmesi bekleniyor. Yetkililer, kazı işleminin bitmesi halinde kısa süre içinde raylı sistemin hayata geçirileceğini söylüyor. Müze yetkilileri, İstanbul Arkeoloji Müzeleri`nin denetiminde devam eden arkeolojik kazıların bilimsel niteliklerden taviz verilmeden devam edeceğini belirtiyor. [i]
HEREKE DOKUMA FABRİKASI
Padişah Abdülmecit devrinde, mali ve ekonomik işlerde önemli roller oynayan Ermeni kökenli bakanlardan Ohannes ve Bogos Dadyan, İzmit'teki Çuha fabrikasının yapımını üstlerine almışlardır. Bu işler nedeniyle İstanbul'dan İzmit'e gidip gelmektedirler. Bu gidiş gelişler sırasında bir gün Hereke'de yemek molası verirler. Bu yemek molasında Hereke'nin doğal güzelliğinden; zengin akarsuyundan etkilenirler ve İzmit Çuha fabrikasının yapım malzemesi ve masrafı arasında Hereke'de kendi adlarına bir fabrika kurmak isterler. Serasker Rıza paşa'nın da bilgisiyle 1843 yılında 50 adet pamuklu, 25 adet ipekli canfes tezgâhından ibaret fabrika Hereke'nin ortasından geçen Ulupınar deresinin etrafında kurulur ve işletmeye açılır.
Anlaşıldığına göre Abdülmecit, böyle bir dokuma fabrikasının kurulmuş olduğunu 1844 yılında duymuştur. Kendisinin bilgisi olmadan kurulan bu fabrikanın yapılmasına kızmış ve belki de Serasker Rıza paşa'yı denemek için İzmit'e bir gezi düzenletmiştir.
Deniz yolu ile yapılan bu gezide, Hereke'nin önünden geçerken fabrikayı da tesadüfen görmüş gibi bunun ne olduğunu Serasker Rıza paşa'ya sorar. Zeki ve kurnaz paşa durumun nezaketini hemen fark etmiş:
"-Sultanım size bir sürprizim vardı bunu size yerinde göstermek istiyordum. Bu yüzden sizden saklamışımdır. Hereke'de müteahhitler tarafından namınıza bir fabrika kuruldu" diye cevap vererek durumu kurtarmış ve fabrika da 1845 yılında sahipleri tarafından Abdülmecit tarafına ferağ (hibe) olunmuştur. Bu fabrikanın kuruluşu ve üretime başlayışı ile ilgili olarak çok ayrıntılı bilgiler şu ana kadar elde edilememiştir. Ancak ilk müdürün Sarkis ağa olduğu ve İtalyan uyruklu Camaron isimli ressam ile birlikte ilk yönetim kurulunu oluşturduğu anlaşılıyor. [ii]
KULELİ VAKASI BİR DARBE TEŞEBBÜSÜDÜR
Osmanlı Tarihinin esrarlı olaylarından Kuleli Vakası Fedailer Cemiyeti ve Çerkesler üzerine kurulu bir hükümet darbesi tertibiydi.
Gerçi bizde daha yakınlarda, darbe ve darbe girişimi epey oldu. Ergenekon, Balyoz, Andıç gibi sözde darbe olaylarının yargılama yapıldığını düşünürsek, o zamanları Padişah Abdülmecit’e karşı ilk darbe teşebbüsü olmuş; zamanında öğrenilerek bastırılmıştır.
Avrupa devletlerinin, devletin içişlerine karışmasından hoşlanmayanlar, padişahı ve hükümet erkânını öldürüp Abdülaziz’i tahta çıkarmak için örgütlendiler. Kuleli Vakası olarak bilinen bu örgütlenme, bir ihbar üzerine dağıtıldı(14 Eylül 1859), önderleri cezalandırıldı. [iii]
Padişah Abdülmecid devrinde (1839–1861) Kuleli Askeri kışlası yanınca, yenisi inşaa edilmişti
Kuleli Vakası 1859 yılında padişah Abdülmecid’in son yıllarında yaşandı.
Yirmi yıllık saltanat devri sonlarında Abdülmecid padişah ve halife olarak yıpranmıştı. Halk kendisinden ve idaresinden memnun değildi.
Kırım savaşından sonra hayat pahalılığı artmış, devletin mali durumu sarsılmış, yüksek tabaka lüks içerisinde yaşamaktaydı. Dışarıdan alınan borç paralar safahata harcanmaktaydı. Yabancı devletler hem borç para veriyorlar, hemde iç işlerimize karışıyorlardı. Ulema hükümeti tenkit etmekten çekinmiyordu. Olay bir hükümet darbesi hazırlığının ortaya çıkarılmasından ibarettir. Kuleli vakası olarak adlandırılmasının sebebi yakalanan kişilerin Kuleli Kışlasında sorgulanmış olmalarındandır.
Sultan Abdülmecit’in idaresinden genel olarak bir hoşnutsuzluk vardı. Bunun nedenleri halkın maddi durumunun giderek kötüleşmesi yanında devlet adamlarının lüks yaşamı bir de bunun borç paralarla yapılması, azınlıklara sürekli yeni haklar verilmesi, Avrupa’nın içişlerine sık sık müdahalesi, hoşnutsuzluğu giderek arttıran nedenlerin başında geliyordu. Tanzimat ile birlikte yapılmaya başlanan yenilikler de bazı kesimlerin tepkisini çekiyordu.
Bütün bu ortam içerisinde ‘’Fedailer Cemiyeti’’ adında gizli bir örgüt kuruldu. Kurucular arasında bazı din adamları, subaylar ve memurlar yer alıyordu. Mesela Beyazıt medresesinden Şeyh Ahmet, Ferik Çerkez Hüseyin Paşa, Arnavut Cafer Paşa, Tophane-i Amire memurlarından Arif Bey ve Binbaşı Rasim Bey kurucuların önde gelenleriydi. Üyeler cemiyete yemin ve ittifak senedi ile kabul ediliyordu. Cemiyetin amacı halkı ve askeri harekete geçirerek Sultan Abdülmecit’e karşı bir darbe gerçekleştirip İslami esasları devlet yönetiminde tam olarak uygulamaktır. Bu ayaklanma için Çerkez ve Arnavut askerlerden yararlanılacaktı. O sırada Kafkasya’dan epeyce Çerkez Anadolu’ya göç etmiş bulunuyordu. Çerkez muhacirlerin içinde bulunduğu durum çok kötüydü. Ayaklanma sırasında bu durumun da kullanılması hesap edilmişti.
Cemiyet üyeleri Mirliva Hasan Paşa’ya da üyelik teklifi götürünce olay ortaya çıktı. 13 Eylül 1359’da cemiyetin Kılıç ali Paşa camisindeki toplantısına baskın düzenlendi ve cemiyetin ileri gelenleri ile birlikte kırka yakın kişi yakalandı. Kuleli Vakasını oluşturan insanlar yüksek rütbeli kimselerdir. Yakalananların sorgulanmalarını şeyhülislam, Serasker Paşa, ve Meclis-i Tanzimat, Meclis-i Vala, Dar-ı Şurayı Askeri reislerinden oluşan heyet yapmıştır.
Cemiyette bulunanlar sayı bakımından 40 kişi kadardılar. Sorgu heyeti ,kurucuları idama mahkum etmiş, diğer üyelerde hafif cezalar verdi. Cezaları ise ceza kanunnamesine göre hükümet üyeleri tarafından belirlendi.
Padişah Abdülmecid idam cezalarını ortada doğru dürüst delil bulunmadığından idam cezalarını kürek çekme cezasına çevirmiştir. 1859 tarihlerinde yabancı elçilerin bin bir türlü entrika çevirdikleri bir gerçektir. Kuleli vakasında yabancı bir devletin rolü var mıdır, yok mudur?
Bu soruya hala cevap verilmiş değildir. [iv]
ABDÜLMECİD'İN KİTABESİ AMERİKAN SENATOSU'NA TEPEDEN BAKIYOR
ABD Senatosunun soykırımı kabul etmesi hâlinde Washington ile ilişkilerimizin içinden çıkılmaz bir hâle gelmesi ihtimali, akla bu ilişkilerin başlangıcındaki hoşluklardan birini getirmekte: Dünyanın en uzun dikilitaşı olan 168 metrelik Washington Anıtı'nın üzerinde Sultan Abdülmecid'in mermer üzerine işlenmiş tuğrasıyla Türk hat sanatının büyük ismi Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin nefis bir yazısının bulunmasını ve bu kitabenin Amerika'ya gönderiliş öyküsü şöyledir:
İLHAMI MISIR'DAN ALDILAR
Amerikalılar, 19. yüzyılın ortalarına doğru, ülkelerinin kurucusu olan George Washington'ın hatırasına inşa edilecek bir anıt dikmeye karar verdiler. Anıt eski Mısır dikilitaşlarına benzeyecek ama onlardan çok daha yüksek olacaktı. Projesini Güney Carolinalı mimar Robert Mills'in çizdiği anıtın temeli 1848'in 4 Temmuz'unda atıldı ama ödeneğin yetmemesi, siyasi partilerin proje yüzünden birbirlerine girmesi ve çıkan iç savaş yüzünden inşaat bir türlü tamamlanamadı. Çalışmalar ancak 1876'da, zamanın başkanı Grant'ın yayınladığı bir kararname ile yeniden başlayabildi ve anıtın resmi açılışı 21 Şubat 1885'te yapıldı. 168 metrelik dikilitaşın içine 897 basamaklı demir bir merdiven ile bir de asansör yerleştirilmiş, üzeri Maryland mermerleriyle kaplanmış ve uç kısmına doğru anıtta isimlerinin yer almasını isteyen bazı dost memleketlerin gönderdikleri ve yine mermerden imal edilmiş kitabeler yerleştirilmişti. Hediyeler, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın yabancı ülkelere resmen yaptığı taleplerden sonra gönderilmişti. Bakanlık, dikilitaşın yapılmasına karar verilmesinden hemen sonra, Washington'daki yabancı ülkelerin temsilcilerine taşın sadece Amerika'nın değil, bütün dünyanın özgürlük sembolü olacağını söylemiş ve anıtın dış yüzünde isimlerinin yer almasını isteyen memleketlerden gelecek hediyelerin mermere monte edileceğini duyurmuştu.
390 KURUŞ MASRAF ETTİK
Bakanlığın talebinden sonra, birçok ülke, dünyanın bu en büyük dikilitaşında kendi isimlerinin de bulunması için, Washington'a birbirinden güzel mermer plakalar yolladılar. Meselâ, Çin İmparatoru, üzerinde George Washington'u öven Çince ifadelerin yer aldığı büyük bir levha, Mısır'ın Kavalalı Mehmed Ali Paşa soyundan gelen valisi, tarihi İskenderiye Kütüphanesi'nden kalma bir mermer gönderdi. Yunan Kralı eski Yunanca ile yazılmış bir kitabe, Kuzey Afrika'daki yerel beylerden biri Kartaca'dan kalan ve meyve ağacının altındaki bir atlıyı resmeden nadir bir kabartma, Yunan kilisesi de eski Mısır dönemine ait 3 bin senelik bir heykel yolladı ve bu hediyeler, anıtın üst tarafına yerleştirildi. Bir diğer mermer hediye de İstanbul'dan, zamanın padişahı Sultan Abdülmecid'den gitti: Mermer üzerine işlenmiş son derece güzel bir hat, yani yazı ve hükümdarın tuğrası... Amerikalılar, Washington'daki yabancı temsilciliklerden hediye istedikleri sırada, Osmanlı Devleti'nin temsilcisi Emin Bey ile de görüşmüş ve "Majesteleri Sultan Hazretleri taşın üzerine yerleştirilmek üzere bir hediye gönderecek olduğu takdirde, bunu zevkle kabul ederiz" demişlerdi. Emin Bey, bakanlığın talebinden İstanbul'daki Hariciye Nezâreti'ni haberdar etti, hariciye de konuyu saraya yazıp padişahın nasıl bir plaket göndermek istediğini sordu. Yazıda "Amerikalılar uzuuun bir taş dikeceklermiş, bizden de bir hâtıra istemişler" deniyordu. Sultan Abdülmecid, Türkiye'den dünyanın bu en uzun sütununda üzerinde Amerika hakkındaki iyi temennilerin yazılı olduğu bir "hat" yollanmasına karar verdi. Hat, o devrin büyük hattatı kabul edilen Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye yazdırıldı, bu yazı etrafı devrin süsleriyle bezenmiş bir mermere işlendi ve mermerin üzerine de Sultan Abdülmecid'in tuğrası kondu. "Celtalik" stilinde yazılmış olan levhada “Devâm-ı hulleti te'yid için Abdülmecid Hân'ın / Yazıldı nâm-ı pâki seng-i bâlâya Vaşington'da” yani "Washington'da dikilen bu yüksek taşa, dostluğun devamını göstermek maksadıyla Abdülmecid Han'ın temiz adı yazıldı" denmekteydi. Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin kim olduğunu, ismini işitmemiş olanlar için şöyle denilebilir: Türk hat sanatının en büyük ustalarındandır, en tanınmış yazıları Ayasofya'da bugün de asılı duran, dünyanın en büyük hatları olan ve üzerlerinde Allah, Muhammed, Hasan, Hüseyin ve Ali isimlerinin yazılı olduğu levhalardır. Allah levhasındaki elif harfinin boyu, 560 cm dir. Washington'daki anıt için hazırlanan levha 1853'te bir gemiyle Amerika'ya gönderildi, taşıma masrafı olarak o zamanın parasıyla 390 kuruş, yani bugünün parasıyla 500 dolar kadar bir meblâğ ödendi ve inşaat tamamlanınca Washington Anıtı'nın üzerine yerleştirildi. Sultan Abdülmecid'in mermere hak edilmiş tuğrası, ismi ve Amerika hakkındaki iyi temennileri, o zamandan beri anıtın üzerinde duruyor. Amerikan senatosu malum Ermeni tasarısını kabul ettiği takdirde biz de "Sana küstüm, misketlerimi geri ver" yahut "mektuplarımı iade et" gibi, "Mermer levhamızı geri isteriz" dense acaba nasıl olur? (Obama ilk ziyaretini yaptığı Türkiye’ye geldiğinde bu Osmanlı mermer plaketinden bahsetmişti). [v]
OSMANLI GERİLERKEN BÖYLE YAŞARMIŞ
“... Abdülmecit’ten sonra tahta geçen kardeşi Abdülaziz, göreve başlarken Rıza Paşa’ya aynen şöyle demiştir:
-Ben birader gibi karı ve oğlan ile eğlenemem. Beni işe alıştırın...” (Tezakir - i Cevdet Cilt 2 S. 151)
Abdülmecit’in çok sayıda kadın yanında oğlanlarla da ilgilendiği bu sözlerden anlaşılıyor.
Hünkârın kadın ve ikballerinin sayısı 19, cariyelerinin sayısı 300’e yakındı... Tabii bu kadınları sarayda zapt etmek mümkün olmuyordu.
Şu satırlar da Cevdet Paşa’dan:
“Serfiraz adında yaramaz bir karı istediği yerlerde gezip tozuyor, öteki kadınlar da onu kıskanıyor ona nispet eğlence yerlerinde ve Beyoğlu’nda ırz ve namusa dokunacak bir biçimde dolaşıyorlar...”
“Kadın efendiler bir tacirden 100 bin kuruşluk mal aldıkları zaman 50 bin kuruş da nakit alıp 150 bin kuruşluk senet veriyorlar...”
Padişahın açık sözlü sadrazamı Kıbrıslı Mehmet Paşa, Hünkârla gümrüklerdeki yolsuzlukları konuşurken:
-Çalmayan yok, merhum (Bezmialem) Valide Sultan bile bu işlerden rüşvet almıştır, demiştir.
Serfiraz Hanım bir yılda sarraflardan tam 125 bin kese altın borç almış ...
Ermeni sevgilisiyle ilişkisi, ancak saray muhafızlarının o genci bir köşede bıçaklayıp öldürmesiyle bitirilmiş...
Abdülmecit 16 yaşında tahta oturmuş, 22 yıl tahtta kalmış, 42 çocuğundan 25’i küçük yaşta ölmüştü. Kız kardeşi Adile Sultan bir defasında Hünkar’ı “çok içiyorsun” diye haşlarken çocuklarının adlarını bilmemekle suçlamıştır.
Dolmabahçe’deki sempozyumda konuşulmayan bu konuları Hıfzı Topuz’un Abdülmecit adlı kitabında bulabilirsiniz.” (Remzi Kitabevi)... [vi]
Cevat Kulaksız
NOTLAR
[i] http://forum.haber.gen.tr/kose-yazilariniz/turkiyeyi-bolmek–110-yil–57932.html sitesinden alındı) Milliyet http://www.tumgazeteler.com/?a=4033334
[ii] http://www.herekeli.com/hereke.asp?cc=4
[iii] http://www.bilgicik.com/yazi/Abdülmecit-han-turk-kaganlari-ve-sultanlari/
[iv] http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=127631
[v] http://arsiv.sabah.com.tr/2007/03/25/gnd102.html Alıntı Murat Bardakçı Sabah
[vi] Melih Aşık Açık Pencerem.asik@milliyet.com.tr
http://gundem.milliyet.com.tr/tezakir-i-cevdet/gundem/gundemyazardetay/20.11.2011/1464957/default.htm
---------------------------------------------------------------------------
I. Abdülmecid'i Anma Günü ve Devrin İlginç Olayları(1) - Cevat Kulaksız
Abdülmecit Zamanında Bazı İlginçolaylar (Bölüm: 2) - Cevat Kulaksız
1. Abdülmecit zamanında bazı ilginç olaylar (bölüm 3) - Cevat Kulaksız
1. Abdülmecit zamanında bazı ilginç olaylar (bölüm 4) - Cevat Kulaksız
Yorum Gönder