Sömürü düzeninin giderek yozlaştırdığı toplumlarda olayları Tanrısal bir yazgı gibi algılayan ve Tanrı’dan çözüm bekleyenlerin, Jean Ziegler’in “Dünyanın Yeni Sahipleri” isimli yapıtında Georges Bernados’tan alıntıladığı “Tanrı’nın bizimkilerden başka elleri yoktur” özdeyişi üzerinde bir kez daha düşünmelerini öneririm…
Günümüzün koşullarını değerlendiren uzmanların ulaştıkları sonuçlara göre, olanaklar bilimsel ve akılcı yöntemlerle kullanılırsa yerküremizde on iki milyar insan beslenebilecekken, sömürü düzeni nedeniyle yedi milyar kadar olan dünya nüfusunun sekiz yüz milyonu açlık çekmekte, her yedi saniyede bir çocuk, yine açlıktan ölmektedir. Bunun nedeni, ekonominin bilimsel niteliklerini yitirerek sömürücü güçlerin denetimine girmesidir. Bu yozlaşma sonucunda, zengin azınlık servetlerini arttırırken yoksul çoğunluğun sefaleti artmaktadır.
Çağdaş insanlığın özlemi, bilimsel ve teknolojik olanakların tüm insanlığın yücelmesi için kullanılması yönündeyken, kapitalist-sömürü düzeni, zengini daha zengin kılmayı amaç edinerek para ve kâr için her yolu geçerli sayıp ezilenden değil, ezenden yana olmayı sürdürmektedir. Sömürücüler bir yandan da halk kitlelerini aldatmak için kendi isteklerine göre niteledikleri demokrasi ve özgürlük söylemleriyle toplumları uyutmaktadırlar. Demokrasinin tek koşulu olarak sundukları seçimlerde, kullanılan oy pusulaları aç karınları doyurmadığı gibi, parası olmayanların özgürlüklerden yararlanabilmesi de olanaksızdır. Sömürü düzeninde insan hakları diye savunulanlar sadece parası olanların yaralanabileceği haklardır. Yoksullara en doğal gereksinimleri olan yaşama ve eğitim hakkı sağlanmadığı gibi, yasaların bile eşit uygulandığı söylenemez. Dünyada en zengin 225 kişinin varlığının, alt gelir düzeyinde 2.5 milyar insanın varlıklarının toplamını aşması sömürü olgusunun somut kanıtıdır. Bu çarpık, yozlaşmış sosyo-ekonomik düzende sömürücüler yeryüzünde sadece kendileri için cennetler yaratırken yoksulları “öte dünya cenneti” düşleriyle uyutmaktalar. Dünyanın her yöresinde yolsuzluk ve yozlaşmanın hüküm sürdüğü ülkeler ne kadar yoksul ve borç içindeyseler yöneticiler ve yandaşları da o kadar lüks içinde yaşamaktalar.
Sömürüye açık ülkeler
“Üçüncü dünya ülkeleri” dediğimiz sömürüye açık ülkelerin büyük bir bölümü işbirlikçi, kurnaz ve zorba “kleptokratlar (hırsız yönetimler)” tarafından yönetilmektedir.
Tüm çağlar boyunca toplumları ekonomik ilişkiler ve politikalar şekillendirmiştir. Günümüzde de ekonomi bilimi doğa ve emek ürünü olan değerleri, politika da toplumları düzenleyip yönlendirmektedir. Bu nedenle, yaşanmakta olan ekonomik bunalımlardan ve sosyal karmaşadan sorumlu olanlar, talan ekonomisinin uygulayıcısı sömürücüler ve işbirlikçi politikacılardır. Sömürücüler ve işbirlikçileri doğa değerlerini ve emek ürünlerini kaba güç ve zorbalıkla yağmalamakta ve talan etmektedirler.
Açlık çeken ülkeleri bu acınacak duruma düşürenler, göstermelik yardımlarla göz boyamaya çalışmakta, sözde yardımlar yaparken de duyguları sömürerek siyasal yatırım aracı olarak kullanmaktadırlar.
Sorunların gerçekçi çözümü için ekonomik uygulamaların amacının tüm insanlığa mutluluk ve gönenç sağlamak olması gerekir. Bunun için de üretimde amaç kâr değil, gereksinimlerin sağlanması olmalıdır. Geçerli olan düzende olduğu gibi, yönetenler zenginliği toplumlarla paylaşmadan kendi çıkarlarına uygun kesimlere yönlendiriyorlarsa toplumsal sorunlar ve patlamalar kaçınılmaz olur.
Güvenilir kaynakların verilerine göre, yerküremizde açlık ve sefaletin önlenebilmesi için yılda kırk milyar dolar gerekmektedir. Gene aynı kaynaklara göre, son yıllarda sadece silahlanmak için yapılan yıllık harcamalar bir trilyon doları aşmaktadır.
Ayrıca abartılı lüks tutkusunun neden olduğu ve zengin yörelerde tüketilemeyerek heder edilen gereksinim maddelerinin aşırılığı da düşünülecek olursa bu konudaki sorunların çözüm yolları belli olmaktadır.
Açlık, sefalet ve barınma sorunlarının giderilmesi için öncelikle nüfus artışı ve sağlık sorunlarının küresel boyutta çözümlenmesi gerekmektedir. İkinci olarak tüm yerkürede dogmalardan ve ırkçı, şoven düşüncelerden arındırılmış, bilimsel bir eğitimin uygulanması, genç beyinlerin aktarma, ezberci ve bilimsel olarak kanıtlanamayan öğretilerden korunması gereklidir. Böylece “Küresel Aydınlanma”nın gerçekleştirilerek insanların çağdaş ve ortak değer yargılarında birleşmesi sağlanmalıdır. Tüm bunların başarılabilmesi için de, uluslararası, gerçekten yansız ve yaptırım gücü olan bir kurumun, örneğin bu niteliklerle donatılmış olan “Birleşmiş Milletler”in, silah üretimini denetleyip kısıtlayarak parasal kaynak sağlaması gereklidir.
Sömürü düzeninin giderek yozlaştırdığı toplumlarda olayları Tanrısal bir yazgı gibi algılayan ve Tanrı’dan çözüm bekleyenlerin, Jean Ziegler’in “Dünyanın Yeni Sahipleri” isimli yapıtında Georges Bernados’tan alıntıladığı “Tanrı’nın bizimkilerden başka elleri yoktur” özdeyişi üzerinde bir kez daha düşünmelerini öneririm…
Prof. Dr. Abidin Kumbasar/Cumhuriyet
Yorum Gönder