Yıkılmasın mı bu kepaze düzen!!!?-Mehmet Halil Arık

Hep mi böyleydi bu ülkenin hali…? Yarını belirsiz… Dirliksiz… Kişiliksiz..
Hep mi karamsar bakardı bu halk…? Umutsuz, çaresiz… Yarınlarından ırak!…
Hep mi avareydi bu halk!… Boş… aldırmasız.. Nemelazımcı…bıkkın!..
Bakar gibi yapıp da görmeyen…yapar gibi yapıp da gereğini yapmayan.. bilmeyen, duymayan… tepkisiz…umursamaz….
Hayır… Hayır!… Bu değil…di bu halk!..
Daha, çok yakın bir tarihte, yedi düvele karşı bir Kurtuluş Savaşı’yla emperyalizmi yere seren bu halk o halk değil miydi?*…
Onca acıların sonunda, dünyaya onurlu duruşuyla kendisini kabul ettirmiş, hem yurtta hem dünyada barışı amaç edinmiş o halk bu halk değil miydi!?…
Olamaz… Ne etik, ne fizik… ne de, fikren!… Bu halk o halk; o günlerdeki halk olamaz!…
Hangi lanetli büyü mühürledi yürekleri de erdem sayılan, insani hasletleri kaybettik bir bir!.… Hangi  sihirli güç kör etti gözleri de yarınları göremez olduk!?..
Nereden esti de o samyeli; boşalttı-kuruttu vicdanları…? Hangi karadullar korkutan hakimiyetler kurdu da  kullanılmaz kılındı akıllar!..?
Hangi bedduanın hışmına uğradıkta, yitirdik hoşgörümüzü, hak hukuk ve adalet duygumuzu!?
Bencilleştik!.. Esir verdik vicdanlarımızı üç kuruşluk çıkar uğruna!… da; komşularımızı şikayet etme alçaklığı bile tavsiyeler arasına giriverdi!…
Ekilen kin ve nefret tohumları bizlerin verdiği cesaretle uygulama alanı bulmakta değil mi!… Postallı darbelerin, kanlı bıçaklı düşmanı kesilmişken, üç paralık erzak torbaları hatırına…onuru kaybetmek pahasına, bir köşeden bir etlice kemik, bir mevkii, bir makam kapmak adına,  postalsızını başımıza taç etmedik mi!?..
Biliyorduk, iş bilenin kılıç kuşananın’dı… Ve gemisini yürütendi kaptan. Biliyorduk, devlet malı deniz yemeyen domuz’du…Ne var ki; hoş gözle bakmıyorduk bunları yapanlara…
Toplum içinde; işbilirlik adına kılıç kuşananlara; gemisini yürütmek adına her türlü taklaları atanlara, hak yemeyi mübah görenlere …devlet malına göz dikmiş domuzlara…her zaman rastlıyorduk da; korunup kollanmayacaklarına… gün gelende hesaba çekileceklerine yürekten; inanıyorduk… işin çivisi çıkmadan önce!…
Ne bir Habur hukuku gelirdi aklımıza, ne de bir Kara Eylül… ne de Kapkara bir 5 Ağustos!..
Mahkeme kadıya mülk olmaz bilirdik; işn çivisi çıkmadan önce!…
Meğer nelere muktedir(miş) o melanet ‘İleri Demokrasi…’
Meğer; intikam alırmış ileri demokrasilerde  hukuk!..
*
Üstünlerin hukukunu yıkmak adına, hukuku yıkıp, yeni bir bencil üstünler hukuku kurmakla kendisini görevli sayan bu kepaze düzen yıkılmamalı mı!?…
*
Meğer dindar ve kindar gençlik yetiştirirmiş ileri demokrasilerin eğitimi…
Azimli olmanın nasihatini almıştık ama, kindarlıkla, dindarlığı bağdaştırma terbiyesizliğini kimse öğütlememişti bizlere… Meğer, o da İleri demokrasi sahtekarlarının asli görevi olarak çıkacakmış karşımıza…
Bu bağdaşmaya yakışanı da, toplu esaret kararlarıyla, başlatılmış savaş halinin hukuksal yoldan sürdürülmesiymiş meğer!..
Meğer, ileri demokrasilerde; yaşam hakkı ve özgürlük sadece yandaş ve yalakalara tanınan bir hakmış!.. Yasal bir gösteri hakkı bile, müebbetlik suç(muş) meğer!…
İzan, akıl ve vicdan sahiplerine değil, sadece, gücünü yıkılmaz gören ağzı olanlara tanınan istediğini söyleme  hakkı, ‘o kepaze ileri demokrasilerin(!?&..#!&!!!)’ ürünüymüş meğer!..
Lanetliğin adı rahmetliye, üç para etmezlerin adı kıymetliye çıktığı günlerde gevşedi şalvarın ipi… Ve o günden sonra da hiç bizim olmadı şalvarın içindeki!…
Ve ortamını tam bulunca çıktı çivisi, boşandı şirazesi!..
Memuru işini bildiği o dönem süregeldi bu günlere… Hak yemek helal, anayasayı delmek cesarete ölçüt oldu!… Ve sadakattan ayrılmayacağına dair, şeref ve haysiyetler üzerine edilen yeminler, önce o şeref ve haysiyetleri yok saydı, sonra da anayasayı aldı ayaklar altına…
Kimsenin onurunu kırmadı, başlara geçirilen çuval… Ama aydınların, yıllardır ulusal güvenliği sağlayan komutanların, bilim adamlarının, sendikacıların, gazetecilerin muhalefeti; onurlarını kırdı, kanlarına dokundu… bazılarının…
Kimseyi rahatsız etmedi Yahudilik beratlı cesaret madalyaları…Ve hem de bir kez değil…iki.
“One munite” (van minüt) danışıklı dövüşünün, ne balmumu kahramanlarının ne de yandaşlarının, güya meydan okuma’ yerine, o madalyaları iade etmek akıllarının ucundan geçmedi nedense ‘!…
Ve benzer ama daha kırıcı başka ödüllendirmeler de yaşandı ne yazık ki…14 Mayıs, 2008… Ulu Hac (Grand Cross) için (Hristiyanlığa) hizmet edenlere verilen Büyük Şovalye nişanı… Ve 9 Kasım 2010 bizzat Kraliçe II. Elizabeth tarafından verilen Chatemhause Ödülü…
***“Osmanlı İmparatorluğunu yıllar süren planlamalarla Ortadoğu’da, Balkan’larda, bozguna uğratıp, sonunda parçalayan, yüz binlerce Türk askerini öldürenler, yüz binlercesini esir edip dünyanın farklı coğrafyalarına esir olarak götürüp, çalıştıran, katleden İngiliz’ler, kendilerine hizmet eden kişileri zaman zaman ödüllendirirler… Sevr haritalarını çizenler de onlardı…
Ve üstelik ödül gününe seçilen tarihin önemi de bir başka hazin tablo!… İngilizlerin, Çanakkale’ye asker çıkarmalarının bir yıldönümü…”***
Anladık; Hesap… orduyla… Hesap aydınlarla!… Hesap, ülkenin birliğine sahip çıkanlarla… Bunca hesaplaşmanın bedelleri…belli… Bir kara 20 Eylül… bir kara 5 Ağustos zindanları…
Ya bu ödüller…Yapılan veya sözü verilen hangi ödünlerin bedeli …!?
***
Tarihten bir notun tam da sırası…Yine bir nişan. Legion d” Honour nişanı…
“….o güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, yabancı devlet nişanı kabul etmemişti. Ama Abdulmecid Han(?) kabul etti.
Nişanı, Fransa Elçisi taktı; Fransa imparatoru adına..
Törenin ihtişamı konuşuldu günlerce…”(ötekiler de öyle…y.n.)
“˜Nişan”ı takan İngiltere Elçilik Piskoposu Abdülmecid’e şöyle der:
“Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.”
***
Görünen ödüller.. Görünmeyen ödünler…
Ve güzel şeyler olacak’larla başlayan ve eşbaşkanlık görevleri… Ve toplu esaretlerle süren ve vicdanları kanatan derin yaralar!…
Ve suskun vicdanlar… Ve kamu oyuna verilen takiyyeli mesajlar…Riya dolu…
“Sevinecek, el çırpacak değiller(miş)!…Daha bitmemiş…Yargıtayı ve diğer aşamaları varmış”  Oysa kin, nefret ve intikam dolu o hin bakışlar zil takıp oynama güdüsünü saklamaya yetmiyor bu sözleri söylerken!..
Korkutanın korkusu yüzlerinden önce, söylemlerine yansıyor!..
*
Bir ‘Kara Eylül’, günü belli olmasa da bir başka ‘Kara Baskın’ın, yani ki 5 Ağustos’un habercisiydi…Çarşamba’dan, Perşembe gibi…
Gel de kabullen yine de!…
Muhalifsem, duruşumun gereği, iktidarın, iktidarına son vermeye çalışmak değil midir benim amacım… Değilse; ben  niçin muhalifim… Nerede kullanılan cebir ve şiddet!… Nerede kullanılmış o silahlı terör örgütü…!?
Yok mu Silahlı Terör Örgütü..!?  Var!…1- Var olan …2- Var sayılan!…
40 yıldır savaşılanı… var olan..  görüşme masasında…Lideri rahat etsin diye ‘açılımın’ özel koruma ve kollamasında… ilaveten, örgütünü rahatça yönetsin, talimat versin diye
Ve var sayılan; zindanlarda…mahkum!… Vicdanlarda asla!…
***
Üzgün tavrımı gören bir dostum hal hatır sordu…
Konuşmak istemedi canım… Üzgünüm… Kahır derecesinde üzgünüm dedim…
-“Zil takıp oynama takımı hariç kimi üzmez bu sonuç”…dedim…
Gülümsedi acı acı.. ve ekledi!…:
Ne bekliyordun… Katıra gebe eşek yumurtası mı…!?
-“Beklenen…di. Oldu!…”


Mehmet Halil ARIK Emekli Eğitimci – DENİZLİ mehmethalilarik@gmail.com

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget